Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/656 E., 2024/242 K. sayılı kararı

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.05.2024 tarihli, 2022/656 E., 2024/242 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2022/656 E., 2024/242 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi
EK KARAR TARİHİ : 13.07.2020
SAYISI : 2021/674 E., 2021/854 K.
KARAR : Davanın kısmen kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 15.02.2021 tarihli ve
2020/3290 Esas, 2021/1312 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davalı ... ve ... aleyhine açılan davanın reddine, davalı ... aleyhine açılan davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davacı, davalı ... ve davalı ... vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, İlk Derece Mahkemesince davalı ... vekilinin istinaf başvurusunun yapılmamış sayılmasına; Bölge Adliye Mahkemesince davalı ... vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine; davacı vekilinin istinaf başvurusunun ise kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davalı ... hakkındaki davanın reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın kabulüyle, davalı ... ile ... ve ... arasında gerçekleştirilen taşınmaz satışına ilişkin tasarrufların iptali ile davacıya icra dosyasındaki alacak ve fer'îleri bakımından anılan taşınmazlar üzerinde haciz ve satış yetkisi tanınmasına karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacı vekili ve davalı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davalı ... vekilinin temyiz başvurusunun yapılmamış sayılmasına dair ek karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacı vekili tarafından ve ek kararın ise davalı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı ...’un müvekkiline olan borcu nedeniyle 01.06.2016 tanzim, 01.08.2016 vade tarihli ve 150.000,00 TL bedelli bonoya dayanılarak davalı hakkında Kocaeli 7. İcra Müdürlüğünün 2017/1432 Esas numarasıyla icra takibi başlatıldığını, borçlunun üzerinde kayıtlı malvarlığı bulunmadığını, 06.04.2017 tarihinde evinde yapılan hacizde hacze değer mal bulunmadığı ve haciz tutanağı ile borçlu hakkında geçici aciz vesikası düzenlendiğini, pasif taşınmaz sorgusu yapılması neticesinde davalı borçlunun bir kısmı yakın tarihlerde olmak üzere taşınmazlarını mal kaçırmak amacıyla anlaştığı kişilerin üzerine kötüniyetli olarak devrettiğinin tespit edildiğini; davalı borçlunun bu kapsamda dava konusu 153 ada, 37 parselde bulunan 6.246 metrekare fındıklık vasfındaki taşınmazını müvekkiline verilen bononun vadesinden on gün sonra 10.08.2016 tarihinde 21.000,00 TL'ye ...'e satış suretiyle devrettiğini, satıştan önce taşınmaz üzerine Denizbank lehine 200.000,00 TL bedelle ipotek konulduğunu, davalı borçlunun 10.11.2016 tarihinde satın aldığı 127 ada 87 parseldeki 6.880 metrekare fındıklık vasfındaki taşınmazını bononun vade tarihinden sonra 15.11.2016 tarihinde 23.000,00 TL'ye davalı ...'a satış suretiyle devrettiğini, her iki satışta da alıcıya vekâleten dava dışı ...’in yer aldığını, 166 ada 8 parselde bulunan 3.117 metrekare fındıklık vasfındaki taşınmazını ise bononun vadesinden sonra 10.11.2016 tarihinde 10.200,00 TL'ye davalı ...'a satıldığını, bu davalının da davalı borçlu ile aynı yer nüfusuna kayıtlı olup nüfus cüzdanı cilt numaralarının dahi aynı olduğunu ve her iki davalının da aynı ilçede oturduğunu, bu taşınmaz üzerinde de Denizbank lehine 17.08.2016 tarihinde 180.000,00 TL bedelle konulan ipotek ile birlikte satıldığını, borçlu ile işlem yapan üçüncü kişilerin satışların alacaklılardan mal kaçırmak gayesiyle yapıldığını bildiklerini ileri sürerek satışlara ilişkin tasarrufların iptali ile davacıya taşınmazlar üzerinde cebri icra yetkisi tanınmasına karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin davalı borçlunun halasının oğlu olduğunu ve maddi olarak zor durumda olduğundan kredi çekmek istediğini ancak kredi için bankanın taşınmaz teminatı aradığını müvekkiline bildirmesi üzerine ona yardımcı olmak amacıyla teklifi kabul ettiğini, müvekkilinin geri almak şartı ile maliki olduğu 166 ada 8 parselde kayıtlı tarlasını tapuda davalı ...'e devir ve temlik ettiğini, borçlunun sonrasında 127 ada 87 parselde kayıtlı taşınmazını satın almak istediğini söylemesi üzerine müvekilinin bu teklifi de kabul ederek satış ve devir işlemlerini yaptığını, daha önce kredi çekmesi için temlik ettiği parseli tapuda aynı gün geri aldığını, davalılardan Yüksel'in satış bedelini bir hafta sonra ödeyeceğini söylediğini ancak sonrasında ortadan kaybolarak müvekkilini dolandırdığını, davalı müvekkilinin gerçek satış yaptığı ancak parasını alamadığı parselin davalı ... tarafından diğer davalı ...'e temlik edildiğini bu dava ile öğrendiğini, tasarrufun iptali davasının şartlarının oluşmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.
2. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin eşi ...’in Körfez’de tanınan bir kişi olduğunu ve ticaret ile uğraştığını, dava dışı emlakçı ...’in pazarlaması üzerine ...'in bedeli mukabilinde taşınmazı satın aldığını, tescilin ise müvekkili adına yapıldığını, ödemenin bir kısmının çek ile yapıldığını, kalan kısmın ise elden nakit olarak verildiğini, tasarrufun iptali şartlarının oluşmadığını, davacı tarafça usulüne uygun olarak alınmış bir aciz vesikasının da bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
3. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; tasarrufun iptali davası şartları oluşmadığından dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddi gerektiğini, müvekkilinin yıllardır emlak alım satım işi ile uğraştığını, davalı borçlu Yüksel ile yine taşınmaz alımı esnasında tanıştığını, alacaklılarından mal kaçırmak maksadı ile de bu taşınmaz satışını yaptığını bilmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
4. Davalı ... duruşmadaki beyanında; davalı ...’e devrettiği taşınmazın kendisine ...'in vermiş olduğu parayla almış olduğu yer olduğunu, taşınmazı daha sonra davalıya ait olduğundan devrettiğini, halasının oğlu davalı ...'dan aldığı taşınmazı yine aynı gün ...'a devrettiğini ve taşınmazın bedelini aldığını, davalılardan ...'a devredilen taşınmazı ise emaneten kredi almak için devraldığını, kredi çektikten sonra ise geri devrettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 30.05.2019 tarihli ve 2017/66 Esas, 2019/106 Karar sayılı kararıyla; davalı ... ile davalı ... arasında önceye dayalı tanışıklık ya da akrabalık ilişkisi bulunduğunun ve davalının, davalı ...'in mali durumunu bilebilecek durumda olduğunun ispatlanamadığı; davalı ... ile davalı ... arasında da önceye dayalı bir tanışıklık veya akrabalık ilişkisi bulunmadığı, dava konusu taşınmaz üzerinde ipotek bulunduğu, Denizbank lehine tesis edilen 200.000,00 TL bedelli ipotek sebebiyle taşınmazın satışında fahiş fark bulunmadığı, davalının kötüniyetinin de ispatlanamadığı; davalı ...'ın ise davalı ...'in halasının oğlu olduğu, davalı ...'in piyasaya yüklü miktarda borcu olduğunu bilerek dava konusu taşınmazı devraldığı, borçlu davalı ...'in mali durumunu ve zarar verme kastını bildiği veya bilebilecek durumda olduğu gerekçesiyle; davalı ... ve ... aleyhine açılan davanın reddine; davalı ... adına tapuya kayıtlı taşınmaza yönelik davalı ... tarafından yapılan tasarrufun iptali ile alacaklı davacının Kocaeli 7. İcra Müdürlüğünün 2017/1432 Esas sayılı takip dosyasındaki alacağını fer'îleri ile karşılayacak şekilde cebri icra yetkisi verilmesine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesince davalı ... vekilinin istinaf başvurusunun yapılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı ve davalı ... vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 11.03.2020 tarihli ve 2019/1154 Esas, 2020/256 Karar sayılı kararıyla; davalılardan ...'ın borçlu ...'un halasının oğlu olduğu ve ekonomik olarak zor durumda olduğu için kredi çekmeye uğraşan borçlunun mali durumunu bildiği; davalı ... tarafından 153 ada 37 parsel sayılı taşınmazın üzerindeki 200.000,00 TL bedelli ipotek ile satın alındığı, ipotek bedeli de gözetildiğinde taşınmazın değeri ile satış bedeli arasında mislini aşan fark bulunmadığı, satışta davalı adına vekâleten hareket eden kişinin daha önce borçlu adına da satış işleminde vekil olarak yer almasının başlı başına bir iptal nedeni olmadığı; davalılardan ... tarafından satın alınan 127 ada 87 parsel sayılı taşınmazın değeri ile satış bedeli arasında mislini aşan fark bulunduğu, davalının daha yüksek bedel ödeyerek taşınmazı satın aldığı savunmasını ispatlayamadığından bu taşınmaz bakımından da davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçeleriyle; davalı ...'ın istinaf başvurusunun esastan reddine; davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davalı ... hakkındaki davanın reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın kabulü ile, davalı ... ile ... ve ... arasında gerçekleştirilen taşınmaz satışına ilişkin tasarrufların iptali ile davacıya Kocaeli 7. İcra Müdürlüğünün 2017/1432 Esas sayılı dosyasındaki alacak ve fer'îleri bakımından anılan taşınmazlar üzerinde haciz ve satış yetkisi tanınmasına karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davalı ... vekili temyiz isteminde bulunmuş, Bölge Adliye Mahkemesince davalı ...'ın temyiz başvurusunun yapılmamış sayılmasına dair ek karar verilmiştir.
2. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve ek karara yönelik olarak da davalı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
3. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"...1-Bölge Adliye Mahkemesince 13/07/2020 tarihli ek karar ile davalı ... vekilinin kendisine tanınan kesin süre içerisinde nispi temyiz harcını tamamlamaması nedeniyle HMK'nun 366 maddesi yollaması ile 344 maddesi gereğince davalı vekilinin temyiz başvurusunun yapılmamış sayılmasına karar verilmiş bu ek karar davalı ... vekilince temyiz edilmiştir.
6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 434/3.maddesi; temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamının ödeneceğini, bunların eksik olduğunun tesbiti halinde kararı veren hakim veya mahkemenin başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içerisinde tamamlanacağını, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususunun temyiz edene bildirileceğini ve verilen süre içerisinde tamamlamadığı takdirde kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verileceğini hükme bağlamıştır.
Bu hüküm uyarınca gönderilen muhtıranın, hukuki sonuç doğurabilmesi usulünce düzenlenmesine bağlıdır.
Mahkemece, davalı ... vekiline eksik temyiz giderlerinin tamamlanması için çıkarılan muhtırada masrafın yatırılacağı yer tereddüde yol açmayacak şekilde “mahkeme veznesi” olarak gösterilmesi gerekirken “dosyamıza yatırılması” ibaresi kullanılmıştır.
Oysa ki, bir işlemin tamamlanması ancak o işlemin yapılacağı merci önünde olur. Mahkemenin muhtıra yazısı bunu sağlamaya yeterli olmayıp, temyiz edeni yanıltacak mahiyettedir. Bu nedenle muhtıra geçersiz olup, daha sonra davalı ... vekili tarafından yatırılması gereken temyiz harcı tamamlanmıştır. Buna göre; geçersiz muhtıraya istinaden kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verilmesi isabetli görülmediğinden Bölge Adliye Mahkemesi’nin 13/07/2020 tarihli ek kararının kaldırılarak davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi gerekmiştir.
2-İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak davacı vekili ve davalı ... Kararslan tarafından yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK'nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda, Bölge Adliye Mahkemesince verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK'nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
3-Davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Dava İİK'nun 277 ve devamı maddelerine göre açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.
İptal davasından maksat, İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazıldığı gibi alacağın tahsilini temin için borcun doğumundan sonra yapılan tasarrufların iptaline hükmettirmektir. Bu davanın ön koşulu ise, borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin (İİK.nun 277 md) bulunmasıdır. Ön koşulun bulunması halinde ise İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Özellikle İİK.nun 278. maddede akdin yapıldığı sırada kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği ve yasanın bağışlama hükmünde olarak iptale tâbi tuttuğu tasarrufların iptali gerektiğinden mahkemece ivazlar arasında fark bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Aynı maddede sayılan akrabalık derecesi vs. araştırılmalıdır. Keza İİK.nun 280.maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir. Öte yandan İİK.nun 279.maddesinde de iptal nedenleri sayılmış olup bu maddede yazılan iptal nedenlerinin gerçekleşip gerçekleşmediği de takdir olunmalıdır.
Somut olayda; dava konusu Kocaeli ili, Kandıra ilçesi, Çalca Köyü, 153 ada, 37 parsel sayılı taşınmaz 10/08/2016 tarihinde davalı borçlu ... tarafından davalı 3.kişi ...’e devredilmiş olup, yargılama sırasında tanık olarak dinlenen davalı 3.kişi ...’in eşi ...; davalı borçlu ...'un çalıştığı firma için, kendisinin çalıştığı firmadan elektrik malzemeleri satın aldığını ve bu nedenle tanıdığını beyan etmiştir. Dosya kapsamından davalı borçlu ...’un çalıştığı şirketin kendisine ait olup olmadığı aynı şekilde davalı 3.kişi ...’in eşi ...’in elektrik malzemeleri satan şirketinin olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Bu durumda, kendilerine ait şirketlerin olup olmadığı, varsa bu şirketler arasında bir ticari ilişkinin bulunup bulunmadığı hususları araştırılarak sonucuna göre davalı 3. kişi...’in davalı borçlunun İİK. 280. madde kapsamında alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığının değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetli değildir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacı tarafın gerek yargılama aşamasında gerekse ilk derece mahkemesinin kararı üzerine istinaf yoluna başvurusu sırasında delillerinin toplanmadığı yönünde bir iddia ileri sürmediği, bu kapsamda; tanık ... ile ...'un benzer ticari faaliyetler yaptıkları, aralarında tanışıklık olduğu gibi bir vakıaya dayanmadığı, bu yönde inceleme yapılmasının 6100 sayılı Kanun’un 25 ve 355 inci maddelerine aykırılık oluşturacağı gibi bu durum maddi vakıaların denetimi ve delil değerlendirmesi ile ilgili olduğundan sınırlayıcı olarak sayılan Yargıtayın bozma nedeni yapabileceği hâller arasında yer almadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; direnme kararının kendi içinde çelişkili olduğunu, dava dilekçesi ve istinaf dilekçesi incelendiğinde de ... yönünden böyle bir vakıaya dayanıldığının da açık olduğunu, davalının kendi beyanında dahi ipotek bedeli eklendiğini kabul etmediği hâlde mahkemece bedel eklenmek suretiyle sonuca varıldığını ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun (2004 sayılı Kanun, İİK) 280 inci maddesi kapsamında davalı ...’in borçlunun alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığının incelenip değerlendirilebilmesi için tanık ... ile davalı borçlu ...'un kendilerine ait şirketlerin olup olmadığı, varsa bu şirketler arasında bir ticari ilişkinin bulunup bulunmadığı hususları araştırılarak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. İcra ve İflas Kanunu'nun 277 vd maddeleri
2. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun, HMK) 25, 119, 129, 187, 194, 361, 362, 369, 371 vd. maddeleri
2. Değerlendirme
1. Somut olayda davalı ... aleyhine açılan dava dışındaki hususların kesinleştiği açıktır. Uyuşmazlık, üçüncü kişi konumundaki davalı ... Şimsek'in 2004 sayılı Kanun'un 280 inci maddesi kapsamında borçlunun alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
2. Ne var ki; Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararında Yargıtay tarafından maddi yönden deliller değerlendirilmek suretiyle davanın ispat edilip edilmediği noktasında bir inceleme yapılamayacağı gerekçesine yer verildiğinden yeri gelmişken öncelikle bu noktada ilgili mevzuatın ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
3. Bilindiği üzere ülkemizde iki aşamalı yargı sistemi uygulanmakta iken, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve 6100 sayılı Kanun ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç aşamalı yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.
4. Kural olarak, 6100 sayılı Kanun'un 361 inci maddesinde de kabul edildiği üzere; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihaî kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurabilir. Aynı Kanun’un 362 nci maddesinde temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlar düzenlenmiştir. Öncelikle eldeki davanın temyizi kabil kararlar kapsamında olduğu açıktır.
5. Yargıtayın bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu temyizi kabil kararların temyiz inceleme kapsamını düzenleyen 6100 sayılı Kanun'un 369 uncu maddesinin birinci fıkrasına göre; Yargıtay, bölge adliye mahkemesi gibi istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı bir inceleme yetkisinden ziyade tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü hususları inceleyebilir.
6. Aynı Kanun'un “Bozma sebepleri” başlıklı 371 inci maddesinde düzenlenen sebeplerin bulunması durumunda Yargıtay bölge adliye mahkemesinin kararlarını gerekçesini göstererek bozabilecektir.
7. 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinin 1-a bendinde “Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması" bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Temyiz yolunda, istinaf mahkemesi kararı hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Temyiz, istinaf mahkemesi kararının hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır. Bu hâliyle hukukumuzda en önemli temyiz sebebi bir maddi veya usul hukuk kuralının olaya hiç uygulanmaması veya yanlış uygulanmış olmasıdır (6100 sayılı Kanun, md 371/a). Zira hâkim Türk Hukukunu resen uygular (6100 sayılı Kanun md 33). Hukuk deyimi Anayasayı, kanunları, kanunlara aykırı olmayan yönetmelik ve bunlara aykırı olmayan tüzükleri, örf ve adet hukukunu hatta olaya uygulanması gerekli bulunan yabancı mahkeme kararlarını da kapsamaktadır (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Ankara, 2017, s. 706 vd).
8. Davanın temelini vakıalar oluşturur. Vakıa tarafların iddia ve savunmasını dayandırdığı olaylardır. 6100 sayılı Kanun'un 194, 119/e, f ve 129/d, e maddelerine göre taraflar dava ve cevap dilekçelerinde dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. Ayrıca tarafların dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur. Aynı Kanun'un 25 inci maddesine göre, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Ayrıca kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. 187 nci maddeye göre, ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir ve 189 uncu maddenin dördüncü fıkrasına göre ise bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir. Yargıtay bu usul kurallarına aykırılık olması durumunda 6100 sayılı Kanun'un 371/1-c maddesinde düzenlenen “Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.” sebebine göre bölge adliye mahkemesinin kararını bozabilecektir.
9. Kanunda sayılan temyiz sebeplerini maddî hukuka ilişkin temyiz sebepleri ve usul hukukuna ilişkin temyiz sebepleri olarak ayrıma tâbi tutmak; usul hukukuna ilişkin temyiz sebeplerini ise mutlak temyiz sebepleri ve nispî temyiz sebepleri şeklinde ayırmak benimsenmiş bir usuldür. Usul hukukuna ilişkin temyiz sebepleri bakımından Kanun kural olarak "karara etki etme" kriteri şeklinde isimlendirilebilecek bir kriter kabul etmektedir. Buna göre kural olarak temyiz edilen kararın verildiği davada yapılmış olabilecek bütün usule aykırılıklar değil sadece karara etki eden usule aykırılıklar bozma sebebi teşkil eder (Ali Cem, Budak / Varol Karaaslan, Medenî Usul Hukuku, 4. Baskı, Ankara 2020, s. 410, 411).
10. İlk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi olup, Yargıtay ise denetim mahkemesidir ve derece mahkemelerince verilen ve temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukuki denetim ve içtihat mercii olup, yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, delil toplanamaz, temyizen gelen dosya ve içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın resen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyadaki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delil görmezden gelinerek karar verilmiş olması, maddi vakıa tespitinin akla aykırı bir konuya ilişkin bulunması, hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukuki sonuca varması hâlinde pek tabi Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı denetleyecektir. Bunların yanı sıra Yargıtay maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir.
11. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde ahenkli bir şekilde uygulanmasını ve içtihat birliğini sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve varlık sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.
12. Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukuki niteliği haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tâbidir. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukuki nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukuki sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukuki sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tabi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukilik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.
13. Yukarıdaki açıklamalar ışığında Özel Daire bozma kararında vurgulanan hususun 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinin birinci fıkrasının a bendinde belirtilen hukukun yanlış uygulanıp uygulanmadığı yönünde yapılan bir denetim olduğu, bir başka deyişle tespit edilen vakıalara bağlanan sonuçların denetiminin hukukilik denetimi kapsamında kaldığı kuşkusuz olup, Bölge Adliye Mahkemesinin direnme gerekçesi yerinde değildir.
14. Tüm bu açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusuna gelindiğinde ise; konu ile ilgili diğer kavram ve yasal mevzuatın incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
15. İcra ve İflas Kanunu'nun 277 vd. madderinde yer alan düzenlemeler karşısında tasarrufun iptali davası; “Borçlunun alacaklısını zarara uğratmak kastıyla mal varlığından çıkarmış olduğu, mal ve hakların veya bunların yerine geçen değerlerin tasarruftan zarar gören alacaklının alacağını elde etmesi amacıyla dava açarak tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlayan bir dava,” kısaca "borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak için yaptığı tasarruflarını, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüzleştirmeye yönelik bir dava" şeklinde tanımlanabilir. İptal davasının amacı bir alacağı ödememek için, mal varlığını azaltıcı veya artışını önleyici nitelikte, borçlu tarafından yapılan bir taraflı hukuki işlemler ve fiillerle, borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kişilerle yaptığı tüm hukuki işlemleri, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüz sayarak işlem konusu mal veya hakkı hâlen borçluya aitmiş gibi, cebrî icra yolu ile alacaklının alacağını almasına olanak sağlamaktır (Ali Güneren: İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, Ankara 2012, s: 39, 40).
16. İcra ve İflas Kanunu'nun 278, 279 ve 280 inci maddelerinde düzenlenen ve iptal davasının konusunu teşkil eden tasarruflar genel olarak üç grupta toplanmıştır. Bunlar; karşılıksız (ivazsız) yapılan tasarruflar, aciz hâlinde iken ve bundan ötürü yapılan tasarruflar ve olağan durumlarda borçlunun yapmayacağı işlemlerle malvarlığında eksiltme yaratan tasarruflardır. Ancak, bu maddelerde iptal edilebilecek bütün tasarruflar tahdidi olarak sayılmış değildir. Kanun iptale tabi bazı tasarruflar için genel bir tanımlama yaparak hangi tasarrufların iptale tabi olduğu hususunun tayinini hâkimin takdirine bırakmıştır ( 2004 sayılı Kanun md 281). Dava dilekçesinde İİK'nın 278, 279 ve 280 inci maddelerinden hangisine istinaden iptal istendiğinin belirtilmesi de zorunlu değildir. Hatta bu maddelerden biri gösterilmiş olsa bile mahkeme bununla bağlı olmayıp, diğer maddelerden birine dayanarak iptal kararı verebilir. Bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.11.1987 tarihli ve 1987/15-381 Esas, 1987/ 873 Karar ; 14.01.2020 tarihli ve 2019/17-16 Esas, 2020/7 Karar sayılı kararında da açıklanmıştır.
17. Bu tür davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin bulunması gerekir. Bu ön koşulların bulunması hâlinde ise 2004 sayılı Kanun'un 278, 279 ve 280 inci maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Özellikle İİK'nın 280 inci maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hâllerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir. Öte yandan 280/3 üncü maddesine göre ön görülen karinenin somut olayda mevcut olup olmadığı değerlendirilmelidir.
18. Eldeki davada; hatalı olarak satış sözleşmesinin vekâleten yapıldığı ve her iki davalı arasında tanışıklık, ticari ilişkinin bulunmadığı belirtilmiş ve akabinde davacı ile davalı arasında önceye dayalı bir tanışıklık, akrabalık ya da ticari ilişki olmadığı sonucuna varılmış ise de; varılan sonuç davalı borçlunun duruşmadaki beyanıyla ve dosya kapsamındaki tanık beyanlarıyla çelişmektedir. Tanık olarak dinlenen davalı üçüncü kişi ...’in eşi ...; davalı borçlu ...'un çalıştığı firma için, kendisinin çalıştığı firmadan elektrik malzemeleri satın aldığını ve bu nedenle tanıdığını beyan etmiştir. Dosya kapsamından davalı borçlu ...’un çalıştığı şirketin kendisine ait olup olmadığı aynı şekilde davalı üçüncü kişi ...’in eşi ...’in elektrik malzemeleri satan şirketinin olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Bu çelişki karşısında dosya kapsamında bulunan bilgi ve belgelere göre davalı üçüncü kişi...’in davalı borçlunun İİK'nın 280 inci madde kapsamında alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığının değerlendirilmesi bakımından eksik inceleme ile sonuca varılmıştır.
19. O hâlde, somut olayda Yargıtay tarafından yapılan denetim ve neticesinde verilen bozma kararının 5235 sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun hükümlerine aykırı olduğunu söyleyebilme olanağı olmadığı ve mevcut beyanlar ile dosya kapsamına göre davalı üçüncü kişi ...’in davalı borçlunun İİK'nın 280 inci maddesi kapsamında alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığının değerlendirilmesi bakımından Özel Daire bozma kararında belirtilen şekilde inceleme ve araştırma yapıldıktan sonra değerlendirme yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
20. Hâl böyle olunca; Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
15.05.2024 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.