Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/606 E., 2024/95 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 14.02.2024 tarihli, 2022/606 E., 2024/95 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2022/606 E., 2024/95 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2021/202 E., 2021/176 K.
KARAR : Davanın reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 01.10.2020 tarihli ve
2019/2099 Esas, 2020/4710 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Reyhanlı 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin 23.06.2021 tarihli ve 2021/202 Esas, 2021/176 Karar sayılı kararın davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
2. Davacı Hazine vekili, Mahalli İskân Komisyonunun 29.06.1998 tarihli kararıyla 2510 sayılı Kanun uyarınca göçebe olması nedeniyle aile temsilcisi davalı ...'in hak sahibi sayılmasına karar verildiğini ve buna bağlı olarak dava konusu Hatay ili Reyhanlı ilçesi Amik Ovası köyü 436 parsel sayılı taşınmazın adı geçen davalı ve ailesi olan diğer davalılar adına 26.10.2007 tarihinde tescil edildiğini, ancak başvuru tarihinden önce davalı ...'in Bağ-Kur kaydının bulunduğunun tespit edildiğini, tespit üzerine davalıların göçebe olmadıkları gerekçesiyle Mahalli İskân Komisyonunun 15.06.2011 tarihli ve 51 sayılı kararı ile davalıların hak sahipliklerinin iptaline karar verildiğini, davalılar tarafından hak sahipliğinin iptali kararına karşı iptal davası açılmış ise de Hatay İdare Mahkemesinin 04.06.2012 tarihli kararı ile davanın açılmamış sayılmasına karar verildiğini, Mahalli İskân Komisyonu iptal kararı hâlen geçerli olduğundan davalılar adına olan kaydın yolsuz hâle geldiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile Hazine adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
3. Davalı ... vekili, hak sahipliğinin iptaline ilişkin kararın kendilerine tebliğ edilmediğini, yine kendileri tarafından açılmış bir davanın da bulunmadığını, ayrıca 5543 sayılı İskân Kanunu’na eklenen geçici 7 nci maddenin üçüncü fıkrasında mülga 2510 sayılı Kanun döneminde hak sahibi olanların hak sahipliklerinin herhangi bir koşul aranmaksızın devam edeceği hükmünün düzenlendiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
4. Diğer davalılar, usulüne uygun tebligata rağmen davaya cevap vermemişlerdir.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı
5. Reyhanlı Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.04.2014 tarihli ve 2013/421 Esas, 2014/399 Karar sayılı kararı ile; davacıların hak sahibi oldukları tarihte yürürlükte bulunan yasa ve yönetmeliklerde kimlerin göçebe olabileceğine dair açık bir düzenlemenin bulunmadığı, ayrıca davacıların birlikte iskân edildiği göçebe gruba dahil olmaları ve başvuru sırasında ibraz ettikleri belgelerin sahte olduğu iddiası bulunmadığı gibi hileli hareketlere başvurdukları yönünde de bir iddianın bulunmadığı, tescilin yolsuz olduğunun kabulü hâlinde dahi 4721 sayılı Kanun’un 712 nci maddesi uyarınca davacıların taşınmazı kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinimlerinin korunması gerektiği, öte yandan 12.07.2013 tarihinde kabul edilen 6495 sayılı Kanun ile 5543 sayılı İskan Kanunu’na eklenen geçici 7 nci maddenin üçüncü fıkrasında ''Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder'' hükmüne yer verilmesi karşısında Mahalli İskân Komisyonunun hak sahipliğinin iptaline dair kararının usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı
6. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
7. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 27.09.2017 tarihli ve 2016/14390 Esas, 2017/4708 Karar sayılı kararı ile;
“…Somut olayda, davanın açıldığı 12/07/2013 tarihinde taşınmazın (1/3)’er payının davalılar adına kayıtlı olduğu sabittir.
Her ne kadar, Mahalli İskan Komisyonunun hak sahipliğinin iptaline dair karar, davalılara tebliğ edilmemiş ise de, davalıların Hatay İdare Mahkemesi 2011/1746 Esas sayılı dosyası üzerinden kararın iptali istemi ile dava açtıkları, davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği ve 10/09/2012 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleştiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu durumda, iptal kararından davalıların haberdar oldukları kabul edilmelidir.
Hâl böyle olunca; davalılar adına olan tahsis işlemi iptal edildiğine ve bu iptal kararı kesinleştiğine (artık tescilin dayanağı ortadan kalktığına) göre mevcut kaydın yolsuz tescil durumunda bulunduğu gözetilerek davanın kabul edilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı
8. Reyhanlı 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.04.2018 tarihli ve 2018/52 Esas, 2018/263 Karar sayılı kararı ile; bozma ilâmına uyularak, Mahalli İskân Komisyonu kararının iptaline ilişkin karar davalılara tebliğ edilmese de davalılar tarafından açılan Hatay İdare Mahkemesinin 2011/1746 Esas, 2012/854 Karar sayılı dosyasında davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, kararın 10.09.2012 tarihinde kesinleştiği, bu hâliyle davalıların eksik tebligata rağmen Mahalli İskân Komisyonu kararından haberdar oldukları, böylelikle tapudaki tescilin yolsuz tescil durumunda olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile 436 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacı Hazine adına tesciline karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı
9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde bir kısım davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 01.10.2020 tarihli ve 2019/2099 Esas, 2020/4710 Karar sayılı kararı ile;
“…Bilindiği üzere, 5543 sayılı İskan Kanunu’nun Geçici 7/3. maddesinde, “Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder.” düzenlemesi yer almaktadır.
Öte yandan, bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğünün meydana geleceği 09.05.1960 gün 21/9 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı gereğidir. Usuli kazanılmış hak olarak tanımlayabileceğimiz bu hal, usul hukukunun vazgeçilmez temellerinden birisi olup, kamu düzeni ile ilgilidir. Ne var ki, usuli kazanılmış hak kuralının istisnalarından birisi de yanılgıya dayalı bozma kararına uyulmuş olmasıdır.
Bu kapsamda vurgulanmalıdır ki, maddi hataya dayalı olan bir bozma kararına uyulmuş olunması halinde usuli kazanılmış hakka değer verilmesi mümkün değildir. Maddi hataya dayalı bozma kararına uyulmuş olması itibariyle kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için ancak Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç, her türlü değer yargısının dışında, hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddi hata olarak belirlenmelidir.
Somut olayda, yukarıda açıklanan yasal düzenlenmeler karşısında çekişme konusu 436 parsel sayılı taşınmazda davalıların hak sahipliği 5543 sayılı İskan Kanunu’nun Geçici 7/3. yasal hükmü ile herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam edeceğinden Dairenin 27.09.2017 tarih ve 14390-4708 sayılı bozma kararında davanın kabulünün belirtilmiş olması maddi yanılgıya dayalıdır.
Hal böyle olunca, 12.07.2013 tarihinde kabul edilen 6495 sayılı Kanun ile 5543 sayılı İskan Kanunu’na eklenen Geçici 7/3. maddesinde yer alan düzenleme dikkate alındığında davalıların hak sahipliklerinin kayıtsız şartsız devam edeceği gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Üçüncü Kararı
11. Reyhanlı 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.06.2021 tarihli ve 2021/202 Esas, 2021/176 Karar sayılı üçüncü kararı ile; bozma ilâmına uyularak davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Üçüncü Kararı
12. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
13. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14.04.2022 tarihli ve 2022/498 Esas, 2022/3147 Karar sayılı kararı ile; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna ait olduğu gerekçesiyle dava dosyasının Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.
II. ÖZÜ
14. Davanın özü; Mahalli İskân Komisyonunun 15.06.2011 tarihli ve 51 numaralı kararı ile davalıların hak sahipliğinin iptali nedeniyle davalılar adına oluşan tescilin yolsuz hâle gelip gelmediği, 5543 sayılı İskân Kanunu’na eklenen geçici 7 nci maddenin üçüncü fıkrasının somut olaya uygulanma olanağının bulunup bulunmadığı, anılan düzenleme gereğince davalıların dava konusu taşınmaz üzerindeki mülkiyet haklarının devam edip etmediği noktasında toplanmaktadır.
III. ÖN SORUN
15. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.
16. Birinci ön sorun; Mahkemenin son kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin, Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu hususudur.
17. Belirtmek gerekir ki; 17.04.2013 tarihli ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1 inci maddesiyle 18.06.1927 tarihli 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 16 ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkrada: “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır" şeklinde düzenleme yapılmıştır.
18. Anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı hâlde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay’ın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir…” denilmektedir.
19. Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılması öngörülmüştür.
20. Diğer yandan Hukuk Genel Kurulunun görevi, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır. Bu nedenle, nihai karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
21. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 294 üncü maddesinin birinci fıkrasında mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Nihai kararlar, usule ilişkin nihai kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Usule ilişkin nihai kararlar, davanın esasıyla ilgili olmayan kararlar olup, başka bir ifade ile mahkemenin maddi hukuk bakımından değil de usul hukuku bakımından verdiği kararlardır. Bu nedenle, mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen usulden ret kararları (HMK md. 115/2) da, usule ilişkin nihai kararlardır.
22. Esasa ilişkin kararlar ise hâkimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (HMK md. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır. Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK md. 303) (Baki Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C: 3, s. 3005).
23. Somut olayda, davanın reddine ilişkin olarak verilen ilk kararın, Özel Dairece, davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulduğu açıktır. Mahkemece, birinci bozma kararına uyularak davanın kabulüne dair verilen karar ise Özel Dairece bu kez davanın reddine karar verilmesi gerekirken maddi hataya dayalı Daire bozma kararına göre davanın kabul edilmiş olmasının doğru görülmediği gerekçesiyle bozulmuştur.
24. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Özel Dairenin ikinci bozma kararı önceki bozma kararını ortadan kaldıracak niteliktedir. Böyle olunca mahkemece verilen son kararın temyiz inceleme görevinin Özel Daireye değil, Hukuk Genel Kuruluna ait olduğuna oy birliğiyle karar verilmiş ve ikinci ön sorunun incelenmesine geçilmiştir.
25. İkinci ön sorun ise; Mahkemece birinci bozma kararına uyulmakla davacı yararına usuli kazanılmış hakkın oluşup oluşmadığı noktasına ilişkindir.
26. Öncelikle, usuli kazanılmış hak ile ilgili şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır.
27. Mülga 1086 sayılı Kanun’da ve 6100 sayılı Kanun’da “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
28. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 Esas, 1960/5 Karar sayılı ve 09.05.1960 tarihli ve 1960/21 Esas, 1960/9 Karar sayılı ilâmlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtay tarafından verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.
29. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.
30. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilâmına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.
31. Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru, s. 4738 vd.).
32. Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir.
33. Öte yandan 17.04.2013 tarihli ve 6460 sayılı Kanun ile 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm ile Yargıtay Dairesinin iki bozma kararı arasındaki çelişkinin giderilmesi için temyiz inceleme yetkisi Hukuk Genel Kuruluna verilmiştir. Böylelikle aynı Yargıtay Dairesinin birbiriyle çelişen kararlarının Hukuk Genel Kurulunda incelenerek giderilmesi amaçlanmıştır. Bu düzenleme birinci veya ikinci bozma kararı lehine bir doğruluk veya kesinlik karinesi ihdas etmemekte olup, düzenleme ile somut olay ekseninde iki zıt bozma kararından hangisinin uygun olduğuna yahut bunların dışında başka bir çözüm seçeneğinin bulunup bulunmadığına üçüncü defa Özel Daire değil de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu karar verebilecektir. Bu düzenleme, üçüncü kararların türlerine bakılmaksızın temyizen incelenmesi yönünden direnme kararlarındaki rejimi bu kararlara da bir tür teşmil etmektedir. Bu itibarla 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin dördüncü fıkrası olarak eklenen hüküm de esasında usuli müktesep hakkın istisnalarından birini oluşturmaktadır.
34. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında Hukuk Genel Kurulunun yapacağı temyiz incelemesinde usulî kazanılmış hakları ve usulî kazanılmış hakkın istisnalarının da değerlendirerek bir sonuca varılması gerektiği, somut olayda ilk bozma kararına uyulmasıyla istisna teşkil eden durumlardan biri olmadıkça usulî kazanılmış hak oluşacağı, ilk bozma kararında 5543 sayılı İskan Kanunu’nun Geçici 7/3 üncü maddesinin dikkate alınmadığı, bunun çok açık maddi hata olduğu, bu nedenle usulî kazanılmış hakkın bu gerekçe ile somut olayda gerçekleşmediği, dolayısıyla ön sorunun bulunmadığı görüşü ileri sürülmüş ise de bu gerekçe Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
35. O hâlde 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hükmün usuli kazanılmış hakkın istisnasını teşkil etmesi nedeniyle davacı yararına usuli kazanılmış hak doğduğundan söz etmenin mümkün olmadığına karar verilerek ikinci ön sorun da aşılmış, işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
IV. GEREKÇE
36. Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
37. Türk Hukuk Lûgatında iskân kavramı ile ilgili göçmene atıfta bulunulmuş ve göçmen; "Ülkesini gönüllü olarak terk eden, çoğu zaman ekonomik nedenlerle, başka bir ülkede -o ülkenin yetkililerinin bilgi ve izni ile- yerleşip, yaşayan kişi" olarak, göçebe kavramı ise; "Yerleşik olmaksızın yurt içinde çadır, hayvan ve sair araçlarıyla mevsimler ve iklimlere göre yer değiştiren insan topluluğu" şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 421; 593).
38. Öte yandan, Güncel Türkçe Sözlükte iskân; "Yurtlandırma, Yurtlanma" olarak ifade edilmektedir (https://sozluk....tr/, 2022).
39. İskân ile ilgili kapsamlı düzenlemelere ilk kez 14.06.1934 tarihinde kabul edilip 21.06.1934 tarihli ve 2733 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 2510 sayılı İskân Kanunu’nda yer verilmiş, anılan Kanun 26.09.2006 tarihli ve 26301 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5543 sayılı İskân Kanunu’nun 48 inci maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
40. 2510 sayılı İskân Kanunu ile amaçlanan Türkiye’de Türk kültürüne bağlılık dolayısı ile nüfus oturuş ve yayılışının düzenlenmesi olup, 1947 tarihli 5098 sayılı İskân Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Kaldırılmasına, Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Yeniden Bazı Madde ve Fıkralar İlâvesine Dair Kanun’un 1 inci maddesi ile muhacir, mülteciler, göçebeler ve gezginci çingenelerin yurt içinde yerleştirilmelerinin bu kanuna göre ilgili Bakanlık tarafından yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
41. 2510 sayılı Kanun’un 16 ncı ve devamı maddelerinde iskânın nasıl yapılacağı düzenlenmiş, 23 üncü maddesinde; "Bu kanun hükümlerine göre muhacirlere, mültecilere, göçebelere, naklolunanlara ve yerlilere dağıtılan yapı ve toprakların temlikine vali ve kaymakamlar salahiyetlidirler. Dağıtış defter veya kararlarının altı vali veya kaymakamlarca tasdik edilmesi, temliktir. Tasdikli defterlerdeki veya kararlardaki miktarlar muteberdir." şeklindeki düzenleme ile aynî hakların tapu kütüğüne tescil ile doğacağı ilkesinden ayrı dağıtış defter ve kararların ilgili vali veya kaymakam tarafından onaylanması hâlinde mülkiyetin kazanılacağı açıkça belirtilmiştir. Bu durum kanun koyucunun İskân Kanunu ile amaçladığını; hızlı, etkin ve verimli bir şekilde yerine getirmek istediğinin bir tezahürüdür. Benzer bir düzenlemeye 5543 sayılı İskân Kanunu'nun 19 uncu maddesinde de yer verilmiştir.
42. Diğer taraftan, 2510 sayılı Kanun’un ek 27 nci maddesinde; "Verilen arazinin askerlik ve belgelendirilmiş uzun hastalık gibi makbul bir özür olmaksızın üst üste üç yıl işletilmediğinin tespiti halinde Köy İşleri Bakanlığınca, iskan edilene verilen taşınmaz malların geriye alınması mahkemeden istenir…" hükmüne yer verilerek hangi hâlde taşınmazların geriye alınabileceği belirtilmiş ise de, mahalli iskân komisyonu tarafından hak sahipliğinin iptaline karar verilmesi hâlinde tahsis edilen taşınmazların geri alınmasına dair bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
43. Zaman içerisinde ortaya çıkan ihtiyaç ve sorunlar nedeniyle 2510 sayılı İskân Kanunu’nda, 4753 ve 5098 sayılı Kanun’lar ile değişiklikler yapılmış ve 2510 sayılı Kanun’un yürürlükten kaldırılması ile 26.09.2006 tarihinden itibaren 5543 sayılı yeni İskân Kanunu uygulanmaya başlanmıştır.
44. 5543 sayılı Kanun’un 1 inci maddesinde "Bu Kanunun amacı; göçmenlerin, göçebelerin, yerleri kamulaştırılanlar ile millî güvenlik nedeniyle yapılacak iskân çalışmalarını, köylerde fiziksel yerleşimin düzenlenmesine ilişkin uygulamaya esas şartları ve alınacak tedbirleri, iskân edilenlerin hak ve yükümlülüklerini düzenlemektir" şeklinde Kanun’un amacı ortaya konulmuştur.
45. 5543 sayılı Kanun’un 21 inci maddesi; " (1) Bu Kanuna göre verilen taşınmaz mallar, temlik tarihinden itibaren borcun tamamı ödenmeden önce hiçbir suretle satılamaz, bağışlanamaz, rehin edilemez, tapu kütüğüne satış vaadi şerhi konulamaz ve haczolunamaz. Bu taşınmazların tapu kütüklerinin beyanlar hanesine bu yönde belirtme yapılır. Ancak, temlik tarihinden itibaren beşinci yılın sonunda başlamak üzere, borçlandırma bedelinin tamamını ödeyenlerin tapu kaydına yapılan belirtme kaldırılır.
(2) Bu Kanuna göre hak sahiplerine verilen taşınmazların takyit süresi içinde belgelendirilmiş olmak koşuluyla ticari faaliyet dahil geçim imkanının temini, eğitim, yurt dışına çıkış, askerlik, tutukluluk, afet ve uzun hastalık gibi geçerli bir özrü olmaksızın kullanılmadığı, bağışlandığı veya satıldığı tespit olunduğunda, Mahalli İskân Komisyonunca hak sahiplilik durumu iptal edilir, iskân amaçlarında kullanılmak üzere tapu kaydının iptali ile Hazine adına tescili mahkemeden istenir" hükmüne haizdir.
46. Mahalli İskân Komisyonları tarafından iskâna tâbi tutulanların hak sahipliklerinin iptal edilmesi ve göçebe topluluklar ile ilgili sorunların ortaya çıkması üzerine kanun koyucu tarafından uyuşmazlıkların neticelendirilmesinin amaçlandığı, bu kapsamda 12.07.2013 tarihinde kabul edilerek 02.08.2013 tarihli ve 28726 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6495 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 45 inci maddesi ile 5543 sayılı İskân Kanunu'na eklenen geçici 7 nci maddenin üçüncü fıkrasında; "Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder" düzenlemesinin yapıldığı anlaşılmaktadır.
47. Yukarıda yer verilen bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında; Hatay ili Kırıkhan ilçesi çevresinde göçer hayatı yaşayan göçebe grubuna mensup davalılar adına aile temsilcisi sıfatıyla ...’ın taahhütname imzaladığı, Mahalli İskân Komisyonunun 29.06.1998 tarihli ve 16 sayılı kararıyla Veli oğlu 1947 doğumlu ...’ın tarımsal iskân edilmek üzere 2510 sayılı İskân Kanunu ile uygulanmasına dair yönetmelik ve genelgeler çerçevesinde hak sahibi sayılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
48. Dosya içerisinde yer alan nüfus ve tapu kayıtları incelendiğinde; davalı ...’ın 22.09.1975 tarihinde davalı ... ile evlendiği, diğer davalı ...’ın Mehmet-Cennet çiftinin çocukları olduğu, Hatay ili Reyhanlı ilçesi Amik Ovası köyünde bulunan tarla niteliğindeki 436 parsel sayılı taşınmazın tahsis edildiği anlaşılmış, anılan taşınmazın 26.10.2007 tarihli ve 3075 yevmiye numaralı işlemle 1/3’er paylı mülkiyet üzere davalılar adına tescil edildiği tespit edilmiştir.
49. Öte yandan, Mahalli İskân Komisyonunun 15.06.2011 tarihli ve 51 sayılı kararıyla aile temsilcisi ...’ın ve diğer aile bireylerinin hak sahipliği karar tarihinden önce Bağ-Kur kayıtlarının bulunduğu gerekçesiyle tüm davalıların hak sahipliğinin ve 29.06.1998 tarihli ve 16 sayılı komisyon kararının iptal edilmesine karar verilmiş, davacı Hazine tarafından eldeki dava açılmıştır.
50. Yukarıda yer verildiği üzere, 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi sayılan göçebelerin hak sahipliklerinin mahalli iskân komisyonları tarafından iptal edilmesi sonrasında çıkan sorunların çözümü bakımından kanun koyucu yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duymuştur. Bu kapsamda, 6495 sayılı Kanunla 5543 sayılı İskân Kanunu’na eklenen geçici 7 nci maddenin üçüncü fıkrasında; "Mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangi bir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder" düzenlemesi getirilmiştir.
51. Eldeki davada, davalıların 2510 sayılı Kanuna göre edindikleri hak sahiplikleri 15.06.2011 tarihinde iptal edilmiştir. 5543 sayılı İskân Kanunu’na eklenen geçici 7 nci maddenin üçüncü fıkrası ise 02.08.2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan düzenleme ile kanun koyucu, 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hukuki durumunu 2510 sayılı Kanun’un ilk çıkarılış amacına uygun korumayı hedeflediğinden herhangi bir koşul aramaksızın hak sahipliklerinin 5543 sayılı Kanun döneminde de devam edeceğini açıkça belirtmiştir. Dolayısıyla 5543 sayılı Kanun döneminde de hak sahipliklerinin devam edeceği hususu tartışma dışı olup, kanun koyucu yeni düzenleme ile uyuşmazlığı noktalamıştır.
52. Hâl böyle olunca mahkemece usul ve yasaya uygun olarak verilen karar onanmalıdır.
V. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan kararın ONANMASINA,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440 ıncı maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
14.02.2024 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.