ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/589 E., 2023/671 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/589 E., 2023/671 K. sayılı kararı
1 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 21.06.2023 tarihli, 2022/589 E., 2023/671 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2022/589 E., 2023/671 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 28. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2021/1681 E., 2022/50 K.

KARAR : Davanın kısmen kabulüne

Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve yeniden esas hakkında hüküm kurulmasına karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 23.12.2016 tarihinde evlendiklerini, ortak çocuklarının olmadığını, her iki tarafın da ikinci evliği olduğunu, erkek eşin önceki evliliğinden iki, buna karşılık kadının da bir çocuğunun bulunduğunu, evliliğin onuncu gününden sonra davalının gereksiz sebeplerle kavga çıkarmaya başladığını, eşine ve ailesine hakaret ettiğini, erkeğin önceki evliliğinde ihanete uğramasını fırsat bilerek her fırsatta "ben sana fazlayım, sana eski karın gibi seni aldatacak kadın lazım, sen hak ediyorsun" şeklinde sözler söylediğini, ilk evliliğinden olan çocuklarını görmesine izin vermediğini, müvekkilinin annesini evden kovduğunu, sonrasında haklı sebep olmaksızın ortak konutu terk ettiğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına, müvekkili yararına 30.000,00 TL maddi ve 40.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, eşlerin evlendikten sonra davalının ailesi ile aynı apartmanda oturduğunu, bu sebeple ortak konutun manevi bağımsızlığı bulunmadığını, davacı ve ailesinin davalıya hizmetçi gibi davrandıklarını, erkeğin eşine hakaret ettiğini, fiziksel ve cinsel şiddet uyguladığını, önceki evliliğinden olan çocuğu ile görüştürmediğini, müvekkilinin davacı ve ailesi tarafından sürekli olarak erkeğin ilk eşi ile kıyaslandığını, diğer gelinin daha iyi olduğu yönünde sözler söylediklerini, kadının tüm bu baskılara dayanmaya çalışmasına rağmen evden kovulduğunu ve babasının evine bırakıldığını belirterek davanın reddini savunmuş, aksi kanaatte ulaşılması durumunda ise davalı yararına 800,00 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 100.000,00 TL maddi ve 100.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini istemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 14.11.2018 tarihli ve 2017/503 Esas, 2018/1006

Karar sayılı kararı ile; tarafların 23.12.2016 tarihinde evlendikleri, ortak çocuklarının olmadığı, erkeğin tartışma sonrasında eşini ailesinin evine bıraktığı buna karşılık kadının da eşinin önceki evliliğinden olan çocukları ile görüştürmek istemediği, gerçekleşen bu olaylara göre boşanmaya sebep olan olaylarda eşlerin eşit kusurlu oldukları, kadın eşin kayınvalidesini evden kovma olayından sonra evlilik birliğinin devam etmesi nedeniyle bu kusurlu davranışın kadına kusur olarak yüklenemeyeceği, erkeğin ailesinin tarafları aynı konutta oturmaya zorlamaları ve eski eş ile kıyasladığı iddialarının ise hayatın olağan akışına aykırı olduğu, tarafların karşılıklı olarak ileri sürdükleri diğer vakıaların da ispat edilemediği gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, eşit kusur nedeniyle tazminat taleplerinin reddine, kadın eş yararına 250,00 TL tedbir-yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 16.04.2021 tarihli ve 2019/1354 Esas, 2021/640 Karar sayılı kararı ile; İlk Derece Mahkemesince "davacının tartışmalar sırasında eşini ailesinin evine bıraktığı, buna karşın davalının ise davacının önceki evliliğinden olan çocuklarıyla görüşmesini istemediği" gerekçesiyle taraflar eşit kusurlu kabul edilerek boşanmalarına karar verilmiş ise de, yapılan yargılama ve toplanan delillerden Mahkemece kabul edilen ve gerçekleşen kusurlu davranışların yanında erkeğin ailesi ile birlikte yaşama konusunda eşine baskı yaptığı, ailesinin evlilik birliğine müdahalesine sessiz kaldığı, davalıya fiziksel şiddet uyguladığının anlaşıldığı, gerçekleşen bu durum karşısında boşanmaya sebebiyet veren olaylarda davacı erkekğin ağır, davalı kadının ise az kusurlu olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının boşanmaya ilişkin kusur gerekçesi bakımından düzeltilmesine ve kadın eş yararına 10.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "...Türk Medeni Kanunu'nun 166. maddesinde "Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerin her birinin boşanma davası açabileceği" hükme bağlanmıştır. Bu hükmü, tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamak ve değerlendirmek doğru değildir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Diğer taraftan yine böyle bir düşünce tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da madem ki birlik artık sarsılmış diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Öyle ise, Türk Medeni Kanunu'nun 166. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp, daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için, davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu halin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır (TMK m. 166/2).

Mevcut olaylara göre, evlilik birliğinin, devamı eşlerden beklenmeyecek derecede, temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Ne var ki, bu sonuca ulaşılması tamamen “tartışma sonrası eşini ailesi evine bırakan, ailesinin birlikte yaşamaları konusunda baskısı ve olumsuz müdahalesine sessiz kalan ve eşine fiziksel şiddet uygulayan” davacı erkeğin tutum ve davranışlarından kaynaklanmış olup, davalıya atfı mümkün hiçbir kusur gerçekleşmemiştir. Yoğun aile müdahalesi yaşanan bir ortamda erkeğin annesinin beyanlarına itibar edilerek kadına kusur yüklenmesi doğru değildir. Bu durumda açıklanan nedenle davanın reddi gerekirken, yasa hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır,..."

gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; HMK ile benimsenen istinaf kanun yolu incelemesi sonrasında artık Yargıtayın tamamen bir hukuki denetim ve içtihat mercii olduğu, temyiz incelemesinde maddi vakıa ve delil değerlendirilmesine girilemeyeceği, sadece hukuki denetim yapılması gerektiği, HMK’nın 371 inci maddesi ile temyiz incelemesinin kapsamının belirlendiği, bozma sebebi nispi nitelikte ise tespit edilen bozma sebebinin hükmü etkilemesi gerektiği, nitekim karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin mevcut olması hâlinde bunların bozma sebebi sayılabilmesi için ayrıca hüküm sonucunu etkilemiş olmaları gerektiği, buna karşılık dava şartlarının bulunmaması veya taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin yasal bir sebep olmadan kabul edilmemesi hâllerinin ise mutlak bozma sebebi olduğu, somut olaya gelindiğinde ise davacının dava dilekçesinde açıkça eşinin çocukları ile görüşmesini istemediği vakıasına dayandığı, İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılamada bu vakıanın sabit kabul edilerek boşanmaya karar verildiği, yapılan istinaf incelemesinde davacı tanığı ...’nin davalı hakkında ileri sürülen bu vakıa hakkındaki beyanın dava dilekçesindeki anlatım ile bire bir uyumlu olduğu, tarafların evlilik süresi dikkate alındığında tanığın beyanının gerek ilk derece mahkemesi gerek istinaf incelemesi yapan bölge adliye mahkemesince evlilik birliğinin temelinden sarsıldığının kabulüne elverişli, hayatın olağan akışına uygun ve samimi bulunduğu, aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmaları olduğu, akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamayacağı, dosyada davacı tanığının olmamışı olmuş gibi ifade ettiğini kabule dair yeterli delil bulunmadığı, kadının belirtilen kusurlu davranışının sabit olduğu, hâl böyle olunca Yargıtay bozma kararının maddi vakıa denetimine yönelik olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili davanın kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğunu ileri sürerek hükmün bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ilk derece ve bölge adliye mahkemesince tanık deliline dayalı olarak gerçekleştiği kabul edilen vakıa hakkında yapılan temyiz incelemesinin maddi vakıa denetimi ve delil değerlendirmesi niteliğinde olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davanın kabulüne ilişkin hükmü Yargıtay'ın temyiz incelemesi sonucu bozup bozamayacağı noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 371 inci maddesi.

2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 166 ncı maddesi.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

2. Ülkemizde iki aşamalı yargı sistemi uygulanmakta iken, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve 6100 sayılı HMK ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç aşamalı yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.

3. Gerek Türk hukukunda gerekse mukayeseli hukukta, istinaf kanun yolu incelemesi somut olay adaletinin sağlanması ihtiyacı üzerine doğmuş ve uygulanmaya başlanmıştır. Hukuk yargılamasında istinaf; ilk derece mahkemelerinin henüz kesinleşmemiş kararlarının, hem maddi vakıa incelemesi yapan hem de hukukilik denetimi yapma yetkisi bulunan daha üst dereceli mahkemece tekrar incelenmesini, taleplerle belirlenen sınırlar içerisinde ikinci kez görülerek, hatalı hâllerin düzeltilmesi suretiyle karara bağlanmasını istemek olarak tanımlanabilir. İstinaf kavramı, incelemenin içeriği itibari ile dar ve geniş anlamda istinaf olarak ikiye ayrılır. Türk hukuk sisteminde kanun koyucu tercihini dar anlamda istinaf sisteminden yana kullanmıştır. Buna göre; ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararın denetlenmesi anlamında sadece gerekli ve itiraz konusu edilen hususlarda inceleme yapılarak bir karar verilir. Ancak temyiz incelemesinden farklı olarak, dar anlamda istinafta sadece hukuki açıdan değil, maddi açıdan da inceleme yapılır. Nitekim istinaf kanun yoluna duyulan ihtiyaç, somut olay adaletinin sağlanması için hukuki denetim yapılmasının yeterli olmaması nedeniyle temyiz mahkemesinin bu görevi üstlenmesi sonrasında gerçek bir temyiz incelemesi yapılamaması nedeniyle ortaya çıkmıştır.

4. Gerçekten de temelinde içtihat birliğini sağlama amacı bulunan temyiz incelemesinin; istinaf incelemesi bulunmaksızın yapılması hâlinde, hukuk tekniği açısından somut olayda maddi denetim yapılmasını da zorunlu kılar. Oysaki üç aşamalı yargı sistemi sayesinde gerçekleşen istinaf incelemesi ile ilk derece mahkemelerinden verilen kararların, hukuki denetimle sınırlı kalmaksızın maddi olay denetimi yapılmış olduğundan, bu sayede Yargıtay gerçek fonksiyonu olan içtihat birliğini sağlama amacına yönelik olarak sadece hukuki denetim yapacaktır.

5. İstinaf kanun yolunun, temyiz kanun yolundan diğer bir farkı da; bölge adliye mahkemelerinin, denetim mahkemesi olması özelliğinin yanında, aynen ilk derece mahkemeleri gibi bir hüküm mahkemesi olduğu noktasındadır. Bölge adliye mahkemeleri hukuki denetim yapma yetki ve görevi yanında, gerektiğinde ve koşulları var ise maddi vakıaları da inceleme yetkisi olan denetim ve vakıa mahkemesidir. Yargıtay ise maddi vakıa denetimi yapma yetkisi olmayan sadece denetim yetkisi olan üst mahkeme niteliğinde olup, vakıa mahkemesi değildir.

6. Kanun yolları düzeltici ve bozucu kanun yolları olmak üzere ikiye ayrılır. Düzeltici kanun yolunda, ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararda hukuka aykırılık tespit edildikten sonra dosya yeniden karar verilmesi için yerel mahkemeye gönderilmez, aksine üst mahkeme kendisi karar verir. Bozucu kanun yolunda ise, hukuka aykırılık tespit edilirse karar bozulur ve fakat yüksek mahkeme kendisi bir karar veremez, yeni bir karar verilmesi için dosyayı genellikle bölge adliye mahkemesine istisnai hâllerde de ilk derece mahkemesine geri gönderir. Buradan hareketle; temyiz kanun yolu bozucu kanun yolu olup, buna karşılık istinaf kanun yolu ise hüküm mahkemesi sıfatı nedeniyle düzeltici kanun yoludur. Diğer bir söylemle Yargıtay; alt derece mahkemesinin hukuka aykırı hükmünü sadece bozar, yeniden yargılama yapıp bir karar veremez. Bölge adliye mahkemesi ise; ilk derece mahkemesi kararı üzerinde yaptığı denetleme sonucunda hukuka aykırılık tespit ettiği takdirde veya Yargıtayın bozma kararı sonucunda dosyanın kendisine gönderilmesi hâlinde yeniden yargılama yaparak karar vermek zorundadır.

7. Kural olarak, 6100 sayılı Kanun’un 361 inci maddesinde de kabul edildiği üzere; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir. Buna karşılık aynı Kanun’un 362 nci maddesinde temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlara yer verilmiştir.

8. Yargıtayın maddi vakıa ve delil değerlendirmesinin sınırlarının iyi anlaşılabilmesi için öncelikle buna ilişkin kanuni düzenleme ve bu düzenlemenin gerekçesi önem taşımaktadır. 6100 sayılı Kanun'un “Bozma sebepleri” başlıklı 371 inci maddesi;

“(1) Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar:

a) Hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması.

b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.

c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.

ç) Karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikleri bulunması” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Anılan madde ile bölge adliye mahkemelerince verilen kararlara ilişkin temyiz sebepleri belirtilmiştir.

9. Maddenin hükümet gerekçesinde ise;

“Maddede, Yargıtayın hangi sebeplerden dolayı temyiz olunan kararı bozacağı düzenlenmekte ve bozma kararının gerekçeli olacağı belirtilmektedir. Temyiz incelemesini, istinaf incelemesinden ayıran temel özellik, temyiz incelemesinin usûl hukuku veya maddî hukuk yönünden incelemeyi gerektirmesi, maddî vakıaların denetimi ile delil değerlendirmesine girmemesidir. Maddede bu hukukî denetimin hangi sebeplerle yapılacağı açıklığa kavuşturulmuştur. Bugüne kadar istinaf yolunun olmamasından dolayı zaman zaman Yargıtay maddî vakıalara ve delil değerlendirmesine de girmek zorunda kalabilmekteydi, istinafla birlikte artık bu ihtiyaç ortadan kalkmış ve Yargıtay tamamen bir hukukî denetim ve içtihat mercii olmuştur.

Yargıtay, hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanması, dava şartlarına aykırılık bulunması, taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin yasal bir sebep olmadan kabul edilmemesi, karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikleri bulunması durumunda temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozabilir.

Ayrıca maddede, temyiz incelemesi sonunda Yargıtayca bozma sebeplerinin tespit edilmesi hâlinde, hükmün kısmen veya tamamen bozulabileceği ifade edilmektedir. Bozma sebebi nispî nitelikte ise tespit edilen bozma sebebinin hükmü etkilemesi gerekir. Nitekim karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin mevcut olması hâlinde, bunların bozma sebebi sayılabilmesi için, ayrıca hükmün sonucunu etkilemiş olmaları gerekmektedir. Buna karşılık, dava şartlarının bulunmaması veya taraflardan birinin iddiasını ispat için dayandığı delillerin yasal bir neden olmaksızın kabul edilmemesi hâlinde, bu bozma sebepleri mutlak bozma sebebi olup, ayrıca hükmün sonucunu etkileyip etkilemediğinin araştırılması gerekli değildir. Hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması ise hükmün sonucunu etkileyecektir” şeklindeki açıklamalara yer verilmiştir.

10. Görüldüğü üzere, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 428 inci maddesinde yer alan "meselei maddiyenin takdirinde hata" şeklindeki bir temyiz sebebine, istinaf kanun yolunu içeren 6100 sayılı kanun'da yer verilmemiştir. Buradan hareketle, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlamasıyla, daha doğru bir söylemle istinaf incelemesi yapıldıktan sonra yapılacak temyiz incelemesinde, Yargıtayın maddi vakıa ve delil değerlendirmesine giremeyeceği hususu tartışmasızdır.

11. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371 inci maddesi ve bu maddenin hükümet gerekçesine göre bozma sebepleri "maddi hukuka ve usul hukukuna" ilişkin olmak üzere ikiye ayrılır. Bölge adliye mahkemelerinin 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi dışında kalan diğer bentlerinde yazılı bozma sebepleri usul hukukuna ilişkin olarak düzenlenmiştir. Bölge adliye mahkemesince usul kurallarının yanlış uygulanması hâlinde ise yapılacak olan bozma nedeni ikiye ayrılır. Bunlardan ilki, mutlak bozma nedenidir ki bu hâlde yapılan yanlışın karara etkili olduğu kesin olarak kabul edilir. İkincisi ise nispi bozma nedeni olup, burada ilkinden farklı olarak, hükmün bozulması için yapılan yanlışın hükme etkili olduğunun belirlenmiş olması gerekir. Nitekim karara etki etme kriterine göre bir davada yapılmış olabilecek bütün usule aykırılıklar değil, sadece karara etki eden usule aykırılıklar bozma sebebi teşkil eder (HMK md. 371/1-ç).

12. Maddi hukuka ilişkin bozma sebebi, 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde "Hukukun veya tarafların arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması" şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Burada üzerinde önemle durulması gereken nokta; Yargıtayın hukuki denetim yetkisi içinde yer alan "maddi hukuka ilişkin" temyiz incelemesi ile kural olarak inceleme yapma yetkisinin bulunmadığı "maddi vakıa denetimi ile delil değerlendirmesine ilişkin" temyiz incelemesi birbirine karıştırılmamalıdır.

13. Kanun koyucu bilinçli olarak belirli konularda hâkime takdir yetkisi vermiştir. Hukuk düzeni bilerek ve isteyerek; kanunda açık veya örtülü boşluk yaratarak veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrederek hâkime takdir özgürlüğü tanımıştır. İşte maddenin gerekçesinde yer alan maddi vakıaların denetimi ile delil değerlendirmesi kavramı ile hâkimin takdir yetkisi kastedilmektedir. Gelinen aşamada hâkimin hukuk yargılamasındaki takdir hakkı, medeni usul ve maddi hukuk yönlerinden ayrı ayrı ele alınmalıdır.

14. Medeni usul hukuku yönünden hâkim, kanuni istisnalar dışında delilleri serbestçe değerlendirir (HMK md. 198). Hâkimin medeni usul hukukuna özgü kullanacağı takdir yetkisi, delillerin toplanması aşamasında, diğer bir ifadeyle hukuk kuralının uygulanmasından önceki aşamada gerçekleştirdiği, bir değerlendirme ve vakıaları tespit işlemidir. Dolayısıyla, burada söz konusu olan takdire "vakıa tespiti ve delil değerlendirilmesi" denilmektedir. Yargıtay derece veya vakıa mahkemesi değildir. Davayı kural olarak tarafları dinlemeksizin dosya üzerinden inceler. Tahkikat işlemlerinden olan; tanık dinleyemez, keşif veya bilirkişi incelemesi yaptıramaz. Mahkemede ileri sürülmemiş bir vakıa veya dayanılmamış bir delil ilk defa Yargıtayda ileri sürülemez. Bu sebeplerden dolayı Yargıtayın, derece mahkemesi hâkimlerinin yargılama aşamasında edindiği izlenimleri elde etmesinin, maddeten imkânsız olduğu şüphesizdir. Hâkimlerin, vakıalarla ilgili olarak vardıkları gerçeklik yargılarının kesin ve nihai olduğu kabul edilerek, medeni usul hukuku yönünden genel kural, bu izlenimlere sahip derece mahkemesi hâkimlerinin vakıa tespiti ve delil değerlendirmesine ilişkin tespitlerine Yargıtayca dokunulmaması gerektiğine madde gerekçesinde de işaret edilmiştir.

15. Nitekim Yargıtayın bir yüksek mahkeme olarak görevi, kanunların mahkemelerce uygulanması konusunda birliği sağlamaktır. Böyle yüksek bir denetleme organına duyulan ihtiyaç, mahkemelere güvensizlik duygusundan değil hukuki istikrar sağlama amacından doğmaktadır. Yargıtay denetim mahkemesi olduğundan vakıaları inceleyemez, vakıaları inceleme ve değerlendirme yetkisi derece mahkemelerine aittir. Ne var ki Yargıtay, yargıçların vakıa tespitleriyle bağlı olmakla birlikte, bu vakıalardan büsbütün tecrid edilmiş de sayılamaz (Gürdoğan, Burhan; Yargıcın Takdir Hakkının Yargıtayca Denetlenmesi, Ankara-1967, Deneme, s. 31). Hâkim delilleri serbestçe takdir ederken, somut olay ve ilgili vakıalar hakkında mantık biliminin temel ilke ve yöntemlerine başvurur. Ayrıca, gerekli gördüğü ya da görmesi gerektiği hâllerde genel davranış ve tecrübe kurallarının yardımıyla gerçeklik algısına ulaşır. Hâkime kanunen tanınan hareket serbestîsi alanı, mantık ve doğa bilimlerine ait yasaların yanı sıra somut olayın esaslı özelliklerinden çıkarılacak objektif değer ölçüleri ile sınırlandırılmıştır. Bu sınırların aşılması durumunda temyiz mahkemesinin müdahalesi elbette kaçınılmaz olacaktır. Hâkimin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, vakıa tespitinin dava dosyasındaki belgelerle açıkça çelişmesi veya yapılan tespitin aklen imkânsız olması durumlarına münhasır olmak üzere; Yargıtay hukuki bakımdan mevcut bulunan denetim yetkisini, maddi vakıa denetimini kapsayacak şekilde genişletebilir. Zira bahsedilen bu üç istisnai hâlde, davanın asıl amacı olan hukuki himaye gerçekleşmemiş olacağından bu hâllerde Yargıtayın gerekçe göstererek vakıa tespitine dokunabileceğini kabul etmek işin doğasından kaynaklanan bir zorunluluktur.

16. Maddi hukuk anlamında ihtiyaç duyulan hâkimin takdir hakkı ise, TMK’nın 4 üncü maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre hâkim; kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde ahenkli bir şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve vücut sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır (Gürdoğan, Burhan; Yargıcın Takdir Hakkının Yargıtayca Denetlenmesi, Ankara-1967, Deneme, s. 42).

17. Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukuki niteliğe haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tâbidir. Hâkim ilk olarak usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar (tefsir). Hâkim, hukuk kuralının tefsirinde hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukuki nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukuki sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin "hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi" olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetinin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukuki sonucun "takdir hakkının" kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tâbi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır.

18. Özetle; HMK ile düzenlenen takdir hakkı kavramı "hâkimin somut olaydaki hangi vakıaya ispat edilmiş gözüyle bakabileceğine ilişkin" olarak tanımlanabilirken, TMK ile düzenleme altına alınan takdir hakkı "somut olayın hâkim tarafından hukuk ve hakkaniyet ilkelerine uygun olarak nasıl takdir edileceğini" esas alır. Dolayısıyla HMK’nın 371 inci maddesine göre Yargıtay tarafından hâkimin takdir hakkına müdahale edilip edilemeyeceğine ilişkin değerlendirmedeki ölçüt, takdir hakkının "vakıa ile hukuk meselesi" arasından hangisinde kullanılmış olduğu noktasındaki doğru tespite dayanmaktadır.

19. Eldeki dava 4721 sayılı Kanun'un "Evlilik birliğinin sarsılması" başlıklı 166 ncı maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına dayalı boşanma istemine ilişkindir. Madde "Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir" hükmünü taşımaktadır. Genel boşanma sebebinin düzenlendiği bu madde; somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. İşte somut olayda da Bölge Adliye mahkemesi ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; maddenin hâkime tanıdığı takdir hakkından kaynaklandığına göre buradaki takdir hakkının vakıa mı yoksa hukuk meselesine mi dayandığı çözüme kavuşturulmalıdır.

20. Somut olayda; erkek eş tarafından açılan boşanma davasında ilk derece mahkemesince eşler eşit kusurlu olarak kabul edilmiş ve 4721 sayılı Kanun'un 166 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca boşanmalarına karar verilmiştir. Bölge adliye mahkemesi ise kusur tespitinin hatalı yapıldığını, davacı erkeğin mahkemece belirlenen kusurlu davranışlarının yanında ayrıca eşine baskı yaptığı ve fiziksel şiddet uyguladığını da belirterek erkeğin kadına nazaran daha ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle 4721 sayılı Kanun'un 166 ncı maddesinin ikinci fıkrası uyarınca boşanmalarına karar verilmiştir. İlk derece ve bölge adliye mahkemesince "kadının, erkeğin ilk evliliğinden olma çocukları ile görüşmesini istememesi" hususunda kusurlu olduğuna, bunun dışında başka bir kusurlu davranışının bulunmadığına yönelik görüş farklılığı bulunmamaktadır.

21. İlk derece mahkemesince 4721 sayılı Kanun'un 166 ncı maddesinin birinci fıkrasına göre, bölge adliye mahkemesi tarafından ise ikinci fıkrasına göre boşanma kararı verildiğine göre uyuşmazlığın çözümü açısından iki fıkra arasındaki ayrımın da net şekilde ortaya koyulması gerekmektedir. Evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı iddiasıyla boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz, az kusurlu veya eşit kusurlu (TMK md. 166/1) olmaya gerek olmayıp, ağır kusurlu tarafın dahi (TMK md. 166/2) dava hakkı vardır. Maddenin birinci fıkrasının aksine ikinci fıkrası uyarınca boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi zorunlu tutulmuştur. Çünkü tarafların TMK’nın 166/2 nci maddesine göre boşanmalarına karar verilirken dikkat edilmesi gereken husus; az kusurlu durumda olan davalı eşin açılan davaya itiraz hakkı olduğudur. Böyle bir durumda hâkim “ileri sürülen itirazın, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğuna ve ayrıca evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmadığı” kanaatine vardığı takdirde boşanmaya karar verilebilecek, aksi hâlde yani davalı tarafından ileri sürülen itiraz kötüniyetli değilse ve evliliğin devamında korunmaya değer bir yarar varsa davayı reddetmesi gerekecektir. Eldeki temyiz isteminin incelenmesinde davalı kadın boşanmayı istememektedir. Diğer bir ifadeyle aynen kanunda düzenlendiği gibi kendisine göre ağır kusurlu bulunan davacının açtığı davaya itiraz etmektedir. Hâkim, ileri sürülen itirazın kötüniyetli olduğuna ve ayrıca birliğin devamında hukuki yarar kalmadığına kanaat ettiği takdirde boşanma kararı verecek aksi takdirde boşanma talebini reddedecektir.

22. Yukarıda ayrıntıları ile açıklandığı üzere hâkimin hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkı bir hukuk meselesidir. Zira aynen somut olayda olduğu gibi hâkim davalının ileri sürdüğü itirazı hakkında takdir hakkını kullanarak eşlerin boşanmalarına veyahutta evlilik birliğinin devam edeceğine karar vermektedir. Somut olayda hâkim tespit ettiği vakıaya uygulayacağı hukuk kuralını belirlemiş (TMK md. 166/2), gerekçeli kararında tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklamış (tefsir), bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukuki nitelendirmesini (tavsif) yapmış ve hukuki sonuç olarak davalının davaya itirazının haksız olduğunu takdir ederek davanın kabulü ile eşlerin boşanmalarına karar vermiştir. Yargıtay ise yaptığı temyiz incelemesinde davalının davaya itiraz etmesinde haksız olmadığına, dolayısıyla evlilik birliğinin devam etmesini takdir etmiştir. Diğer bir ifadeyle Yargıtayca derece hâkiminin vakıa tespiti ve delil değerlendirmesine ilişkin belirlemelerine dokunulmamış, dosyadaki vakıa ve delillere göre ve de gerekçe gösterilerek varılan hukuki sonucun yanlış olduğuna işaret edilmiştir.

23. Öyle ise somut olayda hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Artık burada hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetinin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukuki sonucun "takdir hakkının" kullanılmış olması sonucunda vardığı hukuki sonuç olduğu gerekçesine dayanarak verdiği kararının Yargıtayın denetimine tâbi olmadığı sonucuna varamaz. Zira yukarıda açıkça belirtildiği gibi, Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır.

24. Tüm bu açıklananların ışığı altında; tarafların 23.12.2016 tarihinde evlendikleri, ortak çocuklarının bulunmadığı, her iki tarafın da ikinci evliliği olduğu ve önceki evliliklerinden çocuklarının bulunduğu, eşlerin fiilen beş ay gibi çok kısa süreyle birlikte kaldıkları, bu süre zarfında bölge adliye mahkemesince de belirlendiği üzere erkeğin tartışmalar sırasında eşini ailesinin evine bıraktığı, kendi ailesi ile birlikte yaşama konusunda eşine baskı yaptığı gibi ailesinin evlilik birliğine müdahalesine sessiz kaldığı, ayrıca davalıya fiziksel şiddet uyguladığı anlaşılmıştır. Buna karşılık davacının annesi olarak dinlenen tanık ...'nin beyanlarından her ne kadar kadının, eşinin eski evliliğinden olan çocuklarıyla görüşmesini istemediği anlaşılsa da, erkeğin ailesinin yoğun baskısı altında geçen beş ay gibi kısa süreli bir evlilikte, erkeğin tespit edilen ağır kusurlu davranışları karşısında birliğin sarsıldığına kabule elverişli beyanlar olmadığı, davalı kadının boşanmaya itiraz etmekte kötüniyetinin bulunmadığı açıktır. Özel Daire bozma kararında isabetli şekilde belirtildiği üzere hükme esas alınamayacağı belirlenen bu tanık beyanının dışında, davalı kadın eşten kaynaklanan kusurlu bir davranışın varlığı da ispat edilememiştir.

25. Öyle ise direnme kararının, Özel Daire bozma kararında açıklanan gerekçe ve nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeple;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 28. Hukuk Dairesine gönderilmesine,21.06.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2022589-e-2023671-k-sayili-karari