ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/544 E., 2023/1117 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/544 E., 2023/1117 K. sayılı kararı
2 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 22.11.2023 tarihli, 2022/544 E., 2023/1117 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2022/544 E., 2023/1117 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2020/357 E., 2021/45 K.

KARAR : Asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulüne

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 05.02.2020 tarihli ve

2020/288 Esas, 2020/588 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil ile el atmanın önlenmesi ve ecrimisil davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, Adana 7. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen asıl davanın reddine, birleştirilen davanın kabulüne ilişkin karar davacılar-birleştirilen davada davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı asıl davada davacılar (davacı ve temlik alan) vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun (1086 sayılı Kanun) 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun'la değişikliği öncesi hâliyle 438 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacılar vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

ASIL DAVADA;

Davacı İstemi

4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkili şirketin malî durumu kredi çekmeye elverişli olmadığından nakit ihtiyacını gidermek amacıyla dava konusu 128 parselde bulunan taşınmazın 60623/96627 hissesini teminat amaçlı olarak 98.100,00 TL bedel göstererek davalı ...’e devrettiğini, taşınmazı devretmeden önce yapılan 21.01.2013 tarihli inanç sözleşmesinde kredi işleminden sonra taşınmazın bedelsiz olarak iade edileceğinin belirtildiğini, dolayısıyla yapılan tescil işleminin muvazaalı ve yolsuz tescil niteliği taşıdığından yok hükmünde olduğunu, müvekkili ... ...’ın ise çocuklarının nakit ihtiyacını gidermek amacıyla ve onların talimatıyla dava konusu 128 parselde bulunan taşınmazın 36004/96627 hissesini teminat amaçlı olarak 58.000,00 TL bedel göstererek 06.02.2013 tarihinde davalı ...’e devrettiğini, devirden önce yapılan 06.02.2013 tarihli inanç sözleşmesinde taşınmazın kredi işleminden sonra bedelsiz iade edileceğinin belirtildiğini, aynı şekilde yapılan tescil işleminin de yok hükmünde olduğunu, davalı ...’in dava konusu taşınmazı teminat göstererek kredi kullandığını ancak aldığı krediyi müvekkillerine iade etmediği gibi tapuyu da iade etmediğini, taşınmazı 05.03.2014 tarihinde kötüniyetle ve muvazaalı olarak alacaklılarından kurtulmak amacıyla 212.600,00 TL bedelle davalı ...’e devrettiğini, taşınmazın değerinin bölge rayicine göre 3.500.000,00 TL’den aşağı olmadığını, müvekkilin eşi ile davalı ...’in devir işleminden bir ay önce taşınmazın satışı amacıyla görüştüğünü, dava konusu taşınmaz ile davalı ...’nin çiftliği ve fabrikasının komşu parselde bulunduğunu, müvekkili ile davalı ...’nın kırk yıldır tanıştığı ve birlikte tarımsal faaliyet gösterdiğini, müvekkilinin eşi ... ile davalı ...’in ... ... Paketleme A.Ş.’de kurucu ortaklığının dahi bulunduğunu, davalı ...’nin dava konusu bahçenin fidanlarını temin ettiğini ve dikimini de birlikle yaptıklarını, müvekkilleri ile davalı ...’nin aile gibi yakın ilişki içinde olduğunu, yapılan görüşmelerde taşınmazın teminat amaçlı olarak davalı ...’e devredildiğinin söylendiğini, taşınmaz teminat amaçlı satıldığı için bahçenin müvekkilleri tarafından kullanılmaya devam edildiğini ileri sürerek davalı ...’e yapılan muvazaalı satış işleminin ve kötüniyete dayalı olarak davalı ...'ye yapılan devir işleminin iptali ile taşınmazın ... ... adına 36004/96627, Şirket adına 60623/96627 hissesi oranında kayıt ve tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar Cevabı

5. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; öncelikle eksik harcın tamamlattırılması gerektiğini, ... ile ...'in taşınmaz alımına aracılık ettiklerini, satın alma ve ipoteğin fekki şartlarında mutabakat sağlanması üzerine taşınmazın satın alındığını, müvekkili ile diğer davalı ... arasında 04.03.2014 tarihli gayrimenkul sözleşmesi imzalandığını, bu sözleşme uyarınca taşınmazın 2.125.000,00 TL bedel ile satıldığını, taşınmaz üzerindeki 1.100.000,00 TL tutarındaki borcun alıcı tarafından bankaya ödenerek ipoteğin kaldırılması işleminin zaman alması nedeniyle taşınmazın ipotekli olarak alınması, satın aldıktan sonra ipotek bedelinin alıcı tarafından bankaya ödenmesi ve bakiye bedelin de satıcıya ödenmesi hususlarında anlaştıklarını, tapudaki satış bedelinin düşük gösterilme gerekçesinin harç ve resmi masrafların az ödenmesi amacından kaynaklandığını, taşınmaz üzerinde meyve ağacı bulunduğundan 01.03.2015 tarihine kadar meyve ağaçlarının bakım masrafı kendisine ait olmak üzere semeresinin satıcıya ait olmasının kararlaştırıldığını, müvekkili tarafından önce Ziraat Bankasında bulunan hesabından Şekerbank Gazipaşa Şubesinde adına hesap açılarak 05.03.2014 tarihinde 2.125.000,00 TL EFT yapıldığını, aynı gün tapuda gösterilen satış bedeli nedeniyle Nurettin’in aynı şubedeki hesabına 212.600,00 TL virman yapıldığını, bakiye 1.912.400,00 TL'nin de Özler Holding'de yatırım ve satın almadan sorumlu genel müdür yardımcısı ...'e aynı gün nakit olarak ödendiğini, bu kişinin de tapu işlemlerinde Nurettin’in vekiline aynı gün nakit olarak teslim ettiğini, vekilin 1.100.000,00 TL'yi ipoteğin kaldırılması için kullandığını, 807.588,00 TL'nin ise nakit olarak aynı anda Öz Kamil Çekem Lojistik Nakliyat Ticaret ve Sanayi Limited Şirketinin aynı şubedeki hesabına nakit olarak yatırıldığını, bu şirket çalışanı Volkan Bulgan tarafından da ...'e 05.03.2014 tarihinde e-posta yolu ile bildirildiğini, müvekkilinin iyiniyetli olduğunu, tescilin yolsuz olduğunun iyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı ileri sürülebileceğini belirterek haksız davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin maddi sıkıntı içerisinde olan şahsının ve sahibi olduğu şirketin itibarının zedelenmemesi amacıyla taşınmazı adına tescil ettirip üzerine ipotek koydurduğunu, malî durumunun kötüye gitmesi üzerine durumu davacılara bildirerek taşınmazı bir an önce devralmalarını istemesine rağmen sonuç alamadığını, sözleşme görüşmelerinden önce diğer davalı ile davacılar vekili ... arasında satışa ilişkin görüşme yapıldığı konusunda müvekkiline bilgi verildiğini, diğer davalı tarafından müvekkilline davacılar ile 10-15 yıldır komşu ve arkadaş oldukları beyan edilerek ...'ın satışa nazlandığını ancak tapu devir işlemi yapılır ise muvafakatinin alınabileceğini belirttiğini ve davacıların muvafakatini almak için sözleşmede bir yıl bedelsiz kullanacağına ilişkin taahhütte bulunduklarını, taşınmazın satış işleminin bu koşullar altında gerçekleştirildiğini, diğer davalının davacıların bir yıl daha kullanımına müsaade etmemesi ve taşınmazdan bir an önce çıkmasını istemesi üzerine ihtilaf çıktığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

BİRLEŞTİRİLEN DAVADA;

Davacı İstemi

7. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalılar ile Nurettin Tamer arasında imzalandığı ileri sürülen inanç sözleşmelerinden müvekkilinin bilgisi ve ilgisi olmadığını ileri sürerek davalıların taşınmaza el atmalarının önlenmesi ile 01.03.2015 tarihinden başlamak üzere 12.000,00 TL ecrimisil bedelinin yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı

8. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; birleştirilen davadaki iddiaları kabul etmediklerini belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı

9. Adana 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 27.04.2016 tarihli ve 2015/345 E., 2016/172 K. sayılı kararı ile; davacılar ile davalı ... arasında her ne kadar yazılı bir inanç sözleşmesi düzenlenmiş ise de bu inanç sözleşmesini davalı ...'nin bildiği, kötüniyetli olduğu, davacılara zarar verme kastı bulunduğunun ispat edilemediği, davalı ...’nin sınır komşusu olan ...'ı tanıması ve narenciye bahçesinin ... veya ... ... veya ... tarafından kullanılmasının tek başına davalı ...’nin iyiniyetli olmadığını göstermeyeceği gerekçesiyle; asıl davada inançlı işlem nedeniyle tapu iptali ve tescil isteğinin reddine, birleştirilen davada bahse konu narenciye bahçesi ... ... ve ... tarafından 01.03.2015 tarihinden sonra kullanıp ürünü topladığından men'i müdahale ve ecrimisil talebinin kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl davada davacılar vekili asıl dava yönünden temyiz isteminde bulunmuştur.

11. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 05.02.2020 tarihli ve 2020/288 Esas, 2020/588 Karar sayılı kararı ile;

"...Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; 7 ada 128 parsel sayılı taşınmazdaki (96.627m2, narenciye bahçesi) davacı şirketin 60623/96627 payının tamamının 21.01.2013 tarihinde 98.100,00 TL bedelle; davacı ...'nın 36004/96627 payının tamamının ise 06.02.2013 tarihinde 58.000,00 TL bedelle davalı ...'e satış suretiyle temlik edildiği, Nurettin Tamer tarafından taşınmazın 05.03.2014 tarihinde üzerindeki ipotekle birlikte 212.600,00 TL bedelle diğer davalı ...'ye devredildiği kayıtlarla sabittir. Davacılar ile davalı ...'in imzalarını taşıyan, 21.01.2013 tarihli "belge" başlıklı; 06.02.2013 tarihli "protokol" başlıklı belgelerde, taşınmazın ziraai kredi temin etmek için teminat amaçlı davalı ...'e devredildiği, bu nedenle davacılar tarafından kullanılacağı, kredi işlemleri tamamlandıktan sonra davacılara iade edileceği, davalı ...'in taşınmazı başka kişilere satmayacağı, taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunmayacağı hususlarına yer verilmiştir.

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.

Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nın 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden ... üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nın 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.

İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların yazılı delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, yazılı delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.

Somut olaya gelince, tüm dosya kapsamından, davacı tanıklarının beyanlarından, davacı ...'nın eşi aynı zamanda davacı şirketin yetkilisi olan ... ile son kayıt maliki davalı ...'nin okul arkadaşı oldukları, komşu taşınmazlarda faaliyet gösterdikleri, dava dışı Starpark Tarım Ürünleri şirketinin kurucu ortakları arasında yer aldıkları anlaşılmakla, davalı ...'nin inançlı işlem sonucu taşınmazın devredildiğini bilen ve bilmesi gereken kişi konumunda bulunduğu, dolayısıyla TMK'nun 1023. maddesi anlamında iyi niyetli müktesip kabul edilemeyeceği kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, davacıların inançlı işlem kapsamında davalı ...'e borçlarının olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, borçları var ise miktarının saptanıp mahkeme veznesine depo ettirilmesi için davacılara süre verilmesi ve bu husus yerine getirildiğinde sonucuna göre bir karar verilmesi; borçları yok ise davalı ...'nin iyiniyetli olmadığı hususu gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken değinilen hususlar göz ardı edilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı

12. Adana 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.01.2021 tarihli ve 2020/357 Esas, 2021/45 Karar sayılı kararı ile; teminat amaçlı inançlı işlemlerde inanılan mülkiyeti hukuken geçerli olarak kazandığı için tescilin yolsuz olmadığı, bu nedenle taşınmazı inanılandan devralan üçüncü kişiler iyiniyetli olmasalar dahi aynî hak olan taşınmaz mülkiyetinin üçüncü kişilerce kazanımının korunacağı, zira teminat amaçlı inançlı işlemlerde inanılanın taşınmazın maliki olduğu ve taşınmaz üzerinde tam bir tasarruf yetkisine sahip olduğu, üçüncü kişi taşınmazın malikiyle işlem yaptığından kişinin iyiniyetli olmasının aranmayacağı, davanın inançlı işlemin bilinmesine rağmen kötüniyetli ve muvazaalı olarak satışın gerçekleştiği iddiasına dayalı olduğu, davalı ...'nin inançlı işlemi bilmesi veya iyiniyetli olup olmamasının bir önem taşımadığı, zarara uğratmak amacıyla taşınmazı inanılandan devraldığının ise davacı tarafça ispat edilemediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

13. Direnme kararı süresi içinde asıl davada davacılar (davacı ve temlik alan) vekili tarafından asıl dava yönünden temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından üçüncü kişi davalı ...’in 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 1023 üncü maddesi kapsamında iyiniyetli müktesip olarak kabul edilip edilemeyeceği, davalının taşınmazın inançlı işlem sonucu devredildiğini bilmesi veya bilmemesinin ya da iyiniyetli olup olmamasının kazanımın korunması bakımından sonuca etkili olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacıların inançlı işlem kapsamında davalı ...'e borçlarının olup olmadığı hususu açıklığa kavuşturularak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

15. İnançlı işlem kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; "hukuki sonuçları taraflarca bilinen ve ekonomik amaçları aşan, böylece hak edinilecek kişiyi durumu bilmeyen üçüncü kişiler önünde ya da karşısında daha iyi duruma getiren hukuki işlem, itimada müstenit hukuki muamele" şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 573).

16. Eldeki davada; 7 ada 128 parsel sayılı taşınmazdaki (96.627m2, narenciye bahçesi) davacı şirkete ait 60623/96627 payın tamamını da 21.01.2013 tarihinde 98.100,00 TL bedelle; davacı ...'ya ait 36004/96627 payın tamamının ise 06.02.2013 tarihinde 58.000,00 TL bedelle davalı ...'e satış suretiyle temlik edilmiş, Nurettin Tamer tarafından ise taşınmaz 05.03.2014 tarihinde üzerindeki ipotekle birlikte 212.600,00 TL bedelle diğer davalı ...'ye devredilmiştir.

17. Davacılar ile davalı ...'in imzalarını taşıyan, 21.01.2013 tarihli "belge" ve 06.02.2013 tarihli "protokol" başlıklı belgelerde; taşınmazın ziraai kredi temin etmek için teminat amaçlı davalı ...'e devredildiği, bu nedenle davacılar tarafından kullanılacağı, kredi işlemleri tamamlandıktan sonra davacılara iade edileceği, davalı ...'in taşınmazı başka kişilere satmayacağı, taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunmayacağı hususlarına yer verilmiştir. Mahkeme ve Özel Daire arasında davacılar ile davalı ... arasında düzenlenen inanç sözleşmeleri gereği devirlerin bedelsiz yapıldığı, çekilen krediye müteakip iade edileceğinin kararlaştırıldığı hususunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacılar, davalı ...'in dava konusu taşınmazı teminat göstererek kredi kullanmasına rağmen çektiği krediyi vermediği gibi tapuyu da iade etmediğini ve dava konusu taşınmazı kötüniyetli ve muvazaalı olarak alacaklılarından kurtulmak amacıyla taraflar arasındaki durumu bilen ve yakın arkadaşlıkları hatta ortaklıkları da bulunan davalı ...'ye devrettiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. İddianın içeriği ve ileri sürülüş biçimine göre davada, inançlı işlemden kaynaklı yolsuz tescil hukuksal nedenine dayanıldığı kuşkusuzdur.

18. Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

19. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya iade olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

20. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır. Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana(alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.

21. İnanan, inanç sözleşmesinden kaynaklanan bu kişisel hakkını ancak akidine karşı ileri sürebilmekte, inanç konusunun üçüncü kişilere devredilmesi hâlinde kural olarak onlardan istiyebileceği bir hakkı bulunmamaktadır. Ancak inanılan ile üçüncü kişinin, inananın inanç borcunu tekrar alma hakkını ortadan kaldırmak amacıyla el ve düşünce birliği içerisinde muvazaalı bir işlem (sözleşme) yapmaları hâlinde inananın söz konusu sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersiz olduğundan bahisle üçüncü kişi aleyhine dava açabileceği de kuşkusuzdur.

22. İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır. Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi hâlinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.

23. Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayan, diğer yandan mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda, koşulların oluşması hâlinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

24. Öte yandan TMK'nın 1023 üncü maddesinde; tapu kütüğüne dayanarak mülkiyet veya diğer bir ayni hakkı kazanan üçüncü kişilerin korunacağı belirtilmiş, 1024 üncü maddede ise ediminde iyi niyetli olmayan üçüncü kişilerin bu tescile dayanamayacakları hüküm altına alınmıştır. Söz konusu hüküm aynen; "Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz. Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.Böyle bir tescil yüzünden aynî hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir" düzenlemesini içermekte olup, üçüncü kişinin edinmek istediği mülkiyet ya da diğer ayni haklarla ilgili tescilin yolsuz olduğunu biliyor ya da bilmesi gerekiyorsa iyiniyetli sayılmayacağı açıktır. Kötüniyet iddiasının ise def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.1991 tarihli ve l990/4 Esas, l99l/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiştir.

25. Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı ... vekilinin cevap dilekçesinde; müvekkilinin malî durumunun kötüye gitmesi ve bir çok icra takibi ile karşı karşıya kalması üzerine durumu davacılara bildirerek taşınmazı bir an önce devralmalarını istediğini ancak sonuç alamadığını, bu sırada diğer davalı ile taşınmaz satımına ilişkin görüşme yapıldığını, bu görüşmeden davalı ile arkadaş ve komşu olan ...'a da haber verildiğini, davalı ...'nin, ...'ın satışa nazlandığını, ancak devir yapılır ve bir yıl bedelsiz kullanılacağına ilişkin taahhüt verilirse muvafakatlerinin alınabileceğini söylediğini ve devrin de bu koşullar altında yapıldığını belirtmiştir. Her iki davalı arasında düzenlenen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinde; hâlihazırda satıcıya ait meyve ağaçlarının bulunması sebebiyle, mülkiyet hakkına engel olmayacak şekilde satıcıya 01.03.2015 tarihine kadar meyve ağaçlarının bakım, kullanım ve semerelerinden yararlanma hakkı verilmiş, 10 uncu maddede ise satıcının taşınmazın tapu kaydının her türlü muvazaadan arî olarak kendi adına kayıtlı olduğunu beyan ve kabul ettiği, tescilinden sonra, herhangi bir şekilde taşınmazın aynıyla ilgili olarak hukuki bir ihtilaf çıkması durumunda, çıkabilecek ihtilaf nedeniyle alıcının uğrayacağı her türlü zararı karşılayacağını kabul ve taahhüt ettiği hususu kararlaştırılmıştır. Yine asıl davada davacı ...'nın eşi aynı zamanda davacı şirketin yetkilisi olan ... ile son kayıt maliki davalı ...'nin okul arkadaşı oldukları, komşu taşınmazlarda faaliyet gösterdikleri, dava dışı Starpark Tarım Ürünleri şirketinin kurucu ortakları arasında yer aldıkları, belgelerde davalı ...'in taşınmazı üçüncü kişilere devretmeyeceği açıkça kararlaştırıldığı, kayıt maliki olan davalı ...'nin taraflarla olan bu yakın ilişkisi karşısında devir yasağını da bildiği, hâl böyle olunca iktisabının korunamayacağından davacıların mülkiyet hakkına üstünlük tanınması gerektiği, tüm bu olgular bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davalı ...'nin inançlı işlem sonucu taşınmazın devredildiğini bilen ve bilmesi gereken kişi konumunda bulunduğu, dolayısıyla iyiniyetli kabul edilemeyeceği, taşınmazın bedelini ödemiş olmasının da kötüniyetli olduğu gerçeğini değiştirmeyeceği sonucuna varıldığından, asıl davada davacıların inançlı işlem kapsamında davalı ...'e borçlarının olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, borçları var ise belirlenen miktarın mahkeme veznesine depo ettirilmesi için davacılara süre verilmesi ve bu husus yerine getirildiğinde sonucuna göre bir karar verilmesi; borçları yok ise davalı ...'nin iyiniyetli olmadığı gözetilerek asıl davanın davacıları bakımından davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği yönündeki bozma kararı yerinde bulunmuştur.

26. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

27. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacılar vekilinin asıl dava yönünden temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Aynı Kanun'un 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

22.11.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2022544-e-20231117-k-sayili-karari