Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/450 E., 2023/1075 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 08.11.2023 tarihli, 2022/450 E., 2023/1075 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2022/450 E., 2023/1075 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2021/48 E., 2021/354 K.
KARAR : Davanın usulden reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 24.11.2020 tarihli ve
2018/15288 Esas ve 2020/7510 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki muhdesatın tespiti davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın bir kısım davalılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacılar vekili dava dilekçesinde; davalılar vekili tarafından açılan ortaklığın giderilmesi davasında dava konusu ... ili, ... ilçesi, 5834 ada 3 parsel sayılı taşınmaz üzerinde yer alan binanın ..., ..., ... ... ve ... ... tarafından murisin hiçbir katkısı olmaksızın inşa edildiği iddiasına ilişkin olarak dava açmak üzere 20 günlük kesin süre verildiğini, dava konusu taşınmazın 1960 yılında müvekkilleri ... ve ... ve diğer müvekkillerinin murisi ... ve ... ... ile payını daha sonra kardeşlerine devretmiş olan ... ... tarafından inşa edildiğini, davacıların murisi ...'nun taşınmaz üzerinde ne zilyetlik ne de mülkiyet hakkı bulunmadığını ileri sürerek ... ili, ... ilçesi, 5834 ada 3 parsel sayılı taşınmaz üzerinde yer alan binanın müvekkillerine aidiyetine karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Bir kısım davalılar vekili cevap dilekçesinde; kök muris ...’nun 1960 yılında dava konusu ...’da bulunan fırının yerini bodrum katı ve iki katın betonu atılı ve natamam inşaat hâlinde iken zilyedinden bizzat satın aldığını ve natamam inşaatı tamamlayıp üstüne fırın olarak işletileceği yeri inşa edip çatısını kapattığını, kök murisin bu fırını ölüm tarihi olan 1977 yılına kadar işlettiğini, fırının altında bulunan dairede eşi ..., kızları ... ve oğlu ... ile birlikte ikamet ettiğini, fırının altındaki bodrum katta ve müştemilatı olarak yapılan yerleri de kiraya verdiğini, iddianın gerçeği yansıtmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 06.09.2016 tarihli ve 2013/224 Esas, 2016/321 Karar sayılı kararıyla; dava konusu 5834 ada, 3 parsel üzerinde bodrum+zemin+çatı arası katlı bina olduğu, parsel mülkiyetinin davalı olduğu, tapu kaydında üzerindeki binanın ...'na ait olduğuna dair şerh bulunduğu ve yapıyla ilgili imar affı müracaatının da davacı ... tarafından yapılmasına rağmen binanın davacılara ait olduğu sonucuna varıldığı, davalılar tarafından binanın muris ... tarafından natamam bir şekilde alınarak tamamlandığı iddia edilmiş ise de bu iddiaların ispat edilemediği gerekçesiyle davanın kabulü ile binanın davacılara ait olduğunun tespitine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde bir kısım davalılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 26.04.2018 tarihli ve 2018/335 Esas, 2018/354 Karar sayılı kararıyla; kadastro tespiti sırasında dava konusu taşınmazın davalı olduğu belirtilerek malik hanesinin açık bırakıldığı, yargılama devam ederken 30.01.2015 tarihinde komisyonda itirazlı yerlerin tescili işlemi ile Maliye Hazinesi adına tescil edilerek kayıt oluşturulduğu, muhdesat bilgileri kısmında "Kargir bina ...'na aittir" şerhinin mevcut olduğu, davacı tarafın nizalı parsel üzerindeki binanın taraflarınca inşa edildiği iddiasıyla muhdesatın tespiti talebinde bulunduğu, muhdesatın şahsi bir hak olup [4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (4721 sayılı Kanun) md. 722, 724 ve 729] sahibine arazi mülkiyetinden ayrı bağımsız bir mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak bahşetmeyeceği, taşınmaz üzerindeki kalıcı yapı, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemeyeceği, bu ilke ve esaslara göre kural olarak muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetinin tespiti istenemeyeceği, tespit davalarının görülebilmesi için güncel hukuki yararın bulunması ve dava sonuçlanıncaya kadar da güncelliğini koruması gerektiği, öğretide ve Yargıtay'ın devamlılık gösteren uygulamalarında taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğunun kabul edildiği, somut olayda eldeki dosya davalıları tarafından davacılara karşı ortaklığın giderilmesi davası açılmış ise de, dava konusu taşınmazda paydaş olmadıklarından bu durumun sonuca etkili görülmediği, muhdesatın üzerinde bulunduğu taşınmazın mahallinde kamulaştırma işlemi veya kentsel dönüşüm uygulaması yapıldığı hususunun da ileri sürülmediği, bu durumda davacıların tespit davası açmakta güncel hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"... Dava, muhdesatın tespiti istemine ilişkindir
Tüm dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu 5834 ada 3 parselin, 398 m2 miktarlı arsa vasfıyla davalı olduğu belirtilerek malik hanesinin açık bırakıldığı, yargılama sırasında, 30.01.2015 tarihli kadastro tespiti davalı veya komisyonda itirazlı yerlerin tescili işlemi ile (kesinleşme tarihi 07.03.2013) Maliye Hazinesi adına tescil edilerek kayıt oluşturulduğu, muhdesat bilgileri kısmında "Kargir bina ...'na aittir" şerhinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 684/1. maddesi hükmüne göre, bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur. Aynı Kanun'un 718. maddesine göre ise, arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyet kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere kalıcı yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer. 22.12.1995 tarihli ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulandığı üzere Eşya Hukukunda, muhdesattan, bir arazi üzerinde kalıcı yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe şeklinde dikilen ağaçları anlamak gerekir. Bu nedenle kavak ve ... ağaçları, kendiliğinden yetişebilen ya da ekonomik amaçla yetiştirilen ve kesilip satılabilen ağaçlar olması nedeniyle muhdesat niteliğinde olmayıp, taşınır hükümlerine tabi mal niteliğinde olduğundan, bu tür ağaçlarla ilgili sorunun çözümünün TMK'nin 728. ve 729. maddelerinde aranması gerekir.
Muhdesat, sahibine arazi mülkiyetinden ayrı, bağımsız bir mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak bahşetmez. Muhdesat sahibinin hakkı, sadece şahsi bir haktır (TMK mad. 722, 724 ve 729). Taşınmaz üzerindeki bina, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemez. Açıklanan ilke ve esaslara göre, kural olarak muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetinin tespiti istenemez. Ne var ki; çoğun içinde azda vardır kuralı gereğince, muhdesatın mülkiyetinin aidiyetinin tespiti isteğinin, muhdesatı meydana getirenin tespitini de kapsadığı kabul edilmelidir. Muhdesatın aidiyeti isteğiyle açılan bu tür davalarda, güncel hukuki yararın mevcut olması ve iddianın kanıtlanması durumunda muhdesatın davacı tarafça meydana getirildiğinin tespitine karar verilmesi gerekir.
Kadastro Kanunu ise, kadastro bölge ve çalışma alanlarında üzerinde çalışma yapılan taşınmazlara uygulanan özel nitelikli bir kanundur. 33. maddesinde, Kadastro Kanunu'nun uygulandığı alanların dışında da uygulanabilecek genel nitelikli maddelere yer verilmiş olup. 19. madde ise genel nitelikli maddeler arasında sayılmamıştır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 19/2. maddesi, muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetine ve tapunun beyanlar sütununda gösterilmesine izin veren özel yasal düzenleme getirmiştir. Anılan kanun maddesinde, taşınmaz mal üzerinde malikinden başka bir kimseye veya paydaşlardan birine ait muhdesat mevcut ise bunun sahibi, cinsi, ihdas tarihi ve iktisap sebebi belirtilerek tutanağın ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilebileceği belirtilmiştir. Aynı Kanun'un 12/3. maddesi gereğince, on yıllık hak düşürücü süre içinde kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak genel mahkemelerde açılan davalara 19. madde uygulanır ve iddianın kanıtlanması halinde muhdesatın mülkiyetinin arz malikinden başkasına aidiyeti ile tapunun beyanlar hanesine tesciline karar verilebilir
Somut olayda, Bölge Adliye Mahkemesince, eldeki dosya davalılarının, davacılara yönelttiği dava ile 5834 ada 3 parselde bulunan binadaki ortaklığın giderilmesine karar verilmesini talep ettikleri, ancak dava konusu taşınmazda paydaş olmadıkları, muhdesatın üzerinde bulunduğu taşınmazın mahallinde kamulaştırma işlemi veya kentsel dönüşüm uygulaması yapıldığı hususunun da ileri sürülmediği, bu durumda davacıların tespit davası açmakta güncel hukuki yararı bulunmadığı gerekçesi ile hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmiş ise de, dava konusu 5834 ada 3 parsel sayılı taşınmazın davalı olduğu belirtilerek malik hanesinin açık bırakıldığı, yargılama sırasında, 30.01.2015 tarihli kadastro tespiti davalı veya komisyonda itirazlı yerlerin tescili işlemi ile (kesinleşme tarihi 07.03.2013) Maliye Hazinesi adına tescil edilerek kayıt oluşturulduğu, tespiti talep edilen muhdesatın (binanın) davacı beyanlarına göre 1960 yılında inşa edildiği hususları birlikte değerlendirildiğinde, az yukarıda bahsedilen 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 19/2. maddesinin, başka bir deyişle davacıların taleplerinin tespit öncesi nedene dayanıp dayanmadığı hususunun tartışılmadan karar verildiği anlaşılmaktadır. Şöyle ki, az yukarıda da, açıklandığı üzere, dava konusu muhdesatın kadastro tespit tarihinden önce inşa edildiği tespit edildiğinde, Kadastro Kanunu'nun 19/2. maddesine göre, hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmesi doğru olmayacaktır. O halde, dava konusu taşınmazın kadastro tutanağının ve tescile esas tüm kayıtların dosya arasına alınması, yine dava konusu taşınmazın bulunduğu bölgede ilk tesis kadastro çalışmalarına ait belgelerin getirtilmesi, gelen belgelere göre, binanın inşa edildiği 1960 tarihinin kadastro tespit tarihinden önce ya da sonra olduğunun belirlenmesi, tespitten sonra olduğunun belirlenmesi halinde, şimdiki gibi davanın usulden reddine karar verilmesi, tespitten önce olduğunun belirlenmesi halinde, Kadastro Kanunu’nun 19. maddesi uyarınca hukuki yarar olduğunun kabulü ile, toplanmış ve toplanacak delillerde çerçevesinde bir karar verilmesi olmalıdır. Tüm bu hususlar düşünülmeden, yazılı gerekçe ile davanın usulden reddine karar verilmesi yanlış olup, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir... " gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun (3402 sayılı Kanun) 19 uncu maddesine dayalı dava açıldığının yargılama aşamasında ileri sürülmediği gibi ilgili madde uyarınca öne sürülmesi hâlinde davanın kayıt malikine de yöneltilmesi gerektiği, kayıt maliki Hazineye yöneltilmiş dava olmadığı, İlk Derece Mahkemesinde ileri sürülmeyen hususların istinaf incelemesi sırasında gözönüne alınmasının mümkün bulunmadığı, yine İlk Derece Mahkemesi kararının davacılar tarafından da belirtilen hususun istinaf konusu edilmediği, istinaf yargılaması aşamasında kayıt maliki Hazineye husumet yöneltilmesi suretiyle taraf teşkilinin temini ve dilekçeler aşamasına dönülmesinin de mümkün bulunmadığı, kaldı ki taşınmazın tapu kaydında davacılardan ... lehine muhdesat şerhi bulunduğu, diğer davacıların ise varsa kayıt malikine ve belirtilen şerh lehdarına 3402 sayılı Kanun’un 19 uncu maddesine dayalı isteklerinin hak düşürücü süre içinde açılacak dava ile istenebileceği gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacılar vekili; eldeki davanın davalılar ... ... ve ... tarafından ... 13. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2013/43 Esas sayılı dosyasında açılan ortaklığın giderilmesi davasında mahkemece verilen ara karar gereğince açıldığını, tapudaki muhdesata ilişkin mevcut kaydın gerçeği yansıtmadığının bizzat ... tarafından da kabul edildiğini, bu durumda tapuda sırf ...'na ait bir kaydın bulunmasının açılan davada hukuki yarar bulunmadığını göstermeyeceğini, taşınmaz mülkiyetinin Hazine adına tesciline karar verilmesi istemiyle açılan davada yapılan incelemede muhdesatın ... adına şerhedildiğinin Hazine tarafından öğrenildiği hâlde bu hususa itiraz edilmediğini, muhdesatın Hazine tarafından inşa edilmediğinin kabul edildiğini, bu nedenle Hazineye karşı herhangi bir dava açılmasını gerektirecek bir husus bulunmadığını, 3402 sayılı Kanun’un 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince on yıllık hak düşürücü süre içinde kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak genel mahkemelerde açılan davalara aynı Kanun'un 19 uncu maddenin uygulanacağı ve iddianın kanıtlanması hâlinde muhdesatın mülkiyetinin arz malikinden başkasına aidiyeti ile tapunun beyanlar hanesine tesciline karar verileceğini, dava konusu taşınmaz üzerindeki yapının 1960 yılında inşa edildiğini ve 30.01.2015 tarihinde tespitin kesinleştiğini, yapı kadastro tespit tarihinden önce inşa edildiğinden 3402 sayılı Kanun’un 19 uncu maddesi uyarınca hukuki yarar olduğunun kabulü gerektiğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacıların muhdesatın tespiti davası açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 33, 106, 114 üncü maddesinin birinci fıkrasının (h) bendi, 124 ve 357 nci maddeleri.
2. 4721 sayılı Kanun'un 684 üncü maddesinin birinci fıkrası ve 718 inci maddesi.
3. 3402 sayılı Kanun'un 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası, 19 uncu maddesinin ikinci fıkrası ve 33 üncü maddesi.
2. Değerlendirme
1. Dava, muhdesatın tespiti istemine ilişkindir.
2. Öncelikle hukuki yarar kavramı hakkında açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.
3. Medeni usul hukukunda hukuki yarar mahkemede bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması anlamına gelir. Davacının dava tarihi itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır. Hukuki yarar, 6100 sayılı Kanun'un 114 üncü maddesinin birinci fıkrasının (h) bendi gereğince dava şartlarından olup davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle menfaate, davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Emel Hanağası, Davada Menfaat, Ankara 2009, s. 19-21).
4. 6100 sayılı Kanun'un 114 üncü maddesinin gerekçesinde de "...Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir..." şeklinde açıklanmıştır.
5. Bir davada menfaat (hukuki yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Bu ilkeden hareketle bir davada hukuki menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (... Pekcanıtez, Medeni Usul Hukuku, C.II, ... 2017, s. 946-949).
6. Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesi gerekir. Bilindiği üzere mahkemeden istenen hukuki korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır.
7. Tespit davaları bir hakkın veya bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının yahut bir belgenin sahte olup olmadığının tespitine ilişkin davalardır. Tespit davası, genel olarak 6100 sayılı Kanun'un 106 ncı maddesinde düzenlenmiş olup bunun dışında tespit davalarını düzenleyen bazı özel kanun hükümleri de bulunmaktadır. Tespit davası yolu ile mahkemeden bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığı yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilebilir, dolayısıyla konusunu yalnız hak veya hukuki ilişkiler oluşturur. Bir hukuki ilişki için önemli olsalar bile maddi vakıalar (olaylar ve olgular) yalnız başına tespit davasının konusunu oluşturamazlar. Tespit davalarında davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hak veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup, hak veya hukuki ilişkinin varlığı yahut yokluğu tespit davası açılabilmesi için yalnız başına yeterli değildir. Bundan başka, tespit davasının dinlenebilmesi (esasına girilebilmesi için), konusunu oluşturan hak veya hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının korunmaya değer güncel bir hukuki yararının bulunması gerekir (md. 106/2).
8. Bir hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde hukuki yararın bulunması, şu üç şartın birlikte varlığına bağlıdır: a) Davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı; b) Bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalı; c) Yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen tespit hükmü bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır.
9. Davaya konu uyuşmazlık muhdesatın tespiti istemine ilişkin olup, istemde hukuki yararın bulunup bulunmadığının irdelenmesine gelince;
Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur (4721 sayılı Kanun md. 684/1). Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını da kapsar. Bu mülkiyet kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere kalıcı yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer (4721 sayılı Kanun md. 718). 22.12.1995 tarihli ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulandığı gibi eşya hukukunda muhdesattan, bir arazi üzerinde kalıcı yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe şeklinde dikilen ağaçları anlamak gerekir. Muhdesat, şahsi bir hak olup (4721 sayılı Kanun md. 722, 724 ve 729) sahibine arazi mülkiyetinden ayrı bağımsız bir mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak bahşetmez. Taşınmaz üzerindeki kalıcı yapı, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemez. Açıklanan bu ilke ve esaslara göre, kural olarak, muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetinin tespiti istenemez.
10. 4721 sayılı Kanun'un 1012 nci maddesi hükmüne göre malikin rızasıyla, kamu hukukundan kaynaklanan kısıtlamalar, Tapu Sicil Tüzüğünün belirlediği ayrık durumlar ve özel kanun hükümlerinde saklı hâllerde tapu kütüğünün beyanlar hanesine muhdesatla ilgili şerh verilebilir. Başka bir anlatımla, tapu kütüğünün beyanlar hanesine “beyanda” bulunulabilmesi için 4721 sayılı Kanun veya ilgili özel yasalarda bir düzenlemenin bulunması gerekir.
11. Yukarıda ifade edildiği üzere tespit davası, kendine özgü davalardan olup dava sonucunda istihsal edilecek ilâmın icra ve infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da bu davaların uygulama alanı sınırlıdır. Tespit davalarının görülebilmesi için güncel hukuki yararın bulunması (6100 sayılı Kanun md. 106/2) ve dava sonuçlanıncaya kadar da güncelliğini kaybetmemesi gerekir. Öğretide ve Yargıtayın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun (2942 sayılı Kanun) 19 uncu maddesi hükmünün uygulanma imkânının bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğu kabul edilmektedir (Hukuk Genel Kurulunun 22.10.2019 tarihli ve 2017/8-1854 Esas, 2019/1096 Karar sayılı kararı).
12. Diğer yandan 3402 sayılı Kanun kadastro bölge ve çalışma alanlarında üzerinde çalışma yapılan taşınmazlara uygulanan özel nitelikli bir kanundur. 3402 sayılı Kanun'un 33 üncü maddesinde Kadastro Kanunu'nun uygulandığı alanların dışında da uygulanabilecek genel nitelikli maddelere yer verilmiş olup, 19 uncu madde ise genel nitelikli maddeler arasında sayılmamıştır. 3402 sayılı Kanun'un 19 uncu maddesinin ikinci fıkrası "Taşınmaz mal üzerinde malikinden başka bir kimseye veya paydaşlardan birine ait muhdesat mevcut ise bunun sahibi, cinsi, ihdas tarihi ve iktisap sebebi belirtilerek tutanağın ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilir" hükmünü içermekte olup, muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetine ve tapunun beyanlar sütununda gösterilmesine izin veren özel yasal düzenleme getirmiştir. Kısaca muhdesat şerhi olarak tanımlanan bu kural sadece kadastro tespit gününden önce taşınmaz üzerinde bulunan muhdesatlar yönünden uygulanabilir. Aynı Kanun'un 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince on yıllık hak düşürücü süre içinde kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak genel mahkemelerde açılan davalara 19 uncu madde uygulanır ve iddianın kanıtlanması hâlinde muhdesatın mülkiyetinin arz malikinden başkasına aidiyeti ile tapunun beyanlar hanesine tesciline karar verilebilir.
13. Bu aşamada belirtmek gerekir ki 6100 sayılı Kanun'un 33 üncü maddesi gereğince hukuki tavsif (niteleme) ve uygulanacak kanun maddesinin tespiti hâkime aittir. Ayrıca 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesinde dava sebebi olarak hukuki sebepler değil maddi vakıalar esas alınmıştır. Bu anlamda hâkim tarafların dilekçelerinde ileri sürdükleri maddi vakıalarla bağlıdır; ancak başvuranın bu bağlamda yapmış olduğu hukuksal nitelendirmelerle bağlı değildir. Tarafların ileri sürmüş olduğu maddi vakıaların hukuki nitelendirmesini yapmak yani somut olay ya da ilişki bağlamında işlerlik kazanacak hukuk kurallarını araştırıp bulup uygulamasını gerçekleştirmek, hâkim tarafından kendiliğinden yerine getirilmesi gereken bir görevdir (Süha Tanrıver, Medeni Usul Hukuku, C. 1. Ankara, 2020, s. 383).
14. Somut olayda ise; 5834 ada 3 parsel sayılı taşınmazın davalı olması nedeniyle malik hanesi boş bırakılmasına karşın muris ...'nun bir kısım mirasçıları tarafından diğer mirasçıları aleyhine taşınmaz üzerindeki binanın murise ait olduğu iddiası ile arzdan ayrı olarak salt binanın satılarak ortaklığın giderilmesi istemiyle dava açıldığı, anılan dava sırasında eldeki dosya davacıları tarafından binanın murisin katkısı olmadan bizzat kendilerince inşa edildiğini ileri sürmeleri karşısında mahkemece bu iddia bakımından dava açılmak üzere kesin süre verildiği ve eldeki davanın diğer mirasçılarına husumet yöneltilerek açıldığı konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Dava açıldıktan sonra malik hanesi boş olan 5834 ada 3 parsel sayılı taşınmazın 30.01.2015 tarih ve 1914 yevmiye sayısı ile dava dışı Hazine adına tescil edildiği ve muhdesat bilgileri kısmında da kargir binanın ...'na ait olduğuna dair şerh verildiği açıktır.
15. 4721 sayılı Kanun'un 718 inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca mülkiyetin kapsamına üzerindeki yapılar da dahil olduğundan arzdan ayrı olarak salt yapı için ortaklığın giderilmesi mümkün olmadığı gözetildiğinde hem bahsi geçen davanın hem de eldeki davanın, yapı niteliğindeki muhdesatın muris tarafından mı yoksa bir kısım mirasçılar tarafından mı inşa edildiği hususuna ilişkin olduğu kuşkusuzdur. Her ne kadar Hazine aleyhine husumet yöneltilmemiş ise de davanın açıldığı tarihte taşınmazın malik hanesinin boş olduğu ve tespitin henüz kesinleşmediği dikkate alındığında, davacıların bu davayı açmakta güncel hukuki yararlarının bulunup bulunmadığı değerlendirilirken 3402 sayılı Kanun'un 19 uncu maddesinin de tartışılması gerekmektedir. Zira hem mülga 766 sayılı Tapulama Kanunu'nun 40 ıncı maddesinde hem de yukarıda yer verilen 3402 sayılı Kanun'un 19 uncu maddesinde taşınmaz mal üzerinde taşınmaz malikinden başka bir kimseye ait muhdesat mevcut ise bunun sahibi, cinsi, ihdas tarihi ve iktisap sebebi belirtilerek tutanağın ve tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterileceği öngörülmüştür. Belirtilen bu düzenlemeler ile sahibine kişisel hak sağlayan muhdesatın güvenceli bir duruma kavuşturulması amaçlanmıştır.
16. Muhdesatın gösterilmesi bakımından kanun koyucu tespit anını esas aldığından ancak kadastro tespitinden önce meydana getirilmiş bulunan muhdesatın beyanlar hanesinde gösterilmesi mümkündür. Somut olayda muhdesatın yer aldığı 5834 ada 3 parsel sayılı taşınmazın 30.01.2015 tarihinde arsa vasfı ile Hazine adına tescil edildiği, üzerinde muhdesat şerhi bulunduğu ve davacılar tarafından da tespiti talep edilen muhdesatın 1960 yılında inşa edildiği ileri sürüldüğüne göre binanın inşa edildiği tarihin tespitten önce olduğunun belirlenmesi durumunda davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesi doğru olmayacağı gibi usul ekonomisi ilkesine de uygun olmayacaktır.
17. Somut olayda Bölge Adliye Mahkemesince İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp yeniden esas hakkında hüküm kurulmakla İlk Derece Mahkemesi kararı hayatiyetini kaybettiğinden Bölge Adliye Mahkemesinin artık denetim mahkemesi değil hüküm mahkemesi sıfatıyla hareket ettiği açıktır. Diğer taraftan istinaf incelemesi sırasında yapılamayacak işlemleri düzenleyen 6100 sayılı Kanun'un 357 nci maddesine göre resen gözönünde tutulacak hususlar madde kapsamında olmadığı gibi 6100 sayılı Kanun'un 33 üncü maddesi gereğince hukuki tavsif (niteleme) ve uygulanacak kanun maddesinin tespiti de hakime aittir. Nitekim benzer hususlar Hukuk Genel Kurulunun 27.09.2023 tarihli ve 2023/10-404 Esas, 2023/855 Karar sayılı kararında da benimsenmiştir.
18. Şu hâle göre Bölge Adliye Mahkemesi artık hüküm mahkemesi sıfatıyla hareket ettiğinden davanın açıldığı tarihte dava konusu taşınmazın tapu kaydının bulunmadığı, yargılama sırasında 30.01.2015 tarihinde Hazine adına hükmen tescil edilmek suretiyle tapu kaydı oluştuğuna göre bu hususun 6100 sayılı Kanun'un 124 üncü maddesine göre kabul edilebilir bir yanılgı olduğu, 3402 sayılı Kanun'un 19 uncu maddesinin ikinci fıkrası gereğince Hazinenin davada taraf olması gerektiği gözetilerek, dava konusu taşınmazın kadastro tutanağının ve tescile esas tüm kayıtların dosya arasına alınarak, taşınmazın bulunduğu bölgede ilk tesis kadastro çalışmalarına ait belgelerin getirtilmesi ve gelen belgelere göre binanın inşa edildiği 1960 tarihinin kadastro tespit tarihinden önce ya da sonra olduğunun belirlenerek, tespitten sonra olduğunun belirlenmesi hâlinde hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi, tespitten önce olduğunun belirlenmesi hâlinde ise 3402 sayılı Kanun'un 19 uncu maddesinin ikinci fıkrası uyarınca davacıların hukuki yararının bulunduğunun kabulü gerekir.
19. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; dava açıldığında dava konusu taşınmazın tapuda kayıtlı olmadığı, ortaklığın giderilmesi davasının bu nedenle reddi gerekirken davalılara muhdesatın tespiti davası açılması için süre verildiği, eldeki davada 3402 sayılı Kanun'un 19 uncu maddesinin ikinci fıkrasına dayanılmadığı ve Hazinenin taraf olmadığı, direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
20. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
21. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
08.11.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.