ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/247 E., 2024/186 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/247 E., 2024/186 K. sayılı kararı
3 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 17.04.2024 tarihli, 2022/247 E., 2024/186 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2022/247 E., 2024/186 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

EK KARAR TARİHİ : 31.12.2014

SAYISI : 2021/342 E., 2021/565 K.

KARAR : Davanın kısmen kabulüne

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13.10.2020 tarihli ve

2020/994 Esas, 2020/3369 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen maddi tazminat isteminin kabulüne, manevi tazminat yönünden ise hüküm kesinleştiğinden yeniden karar verilmesine yer olmadığına ilişkin 08.06.2021 tarihli ve 2021/342 Esas, 2021/565 Karar sayılı kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi

2. Davacı vekili, müvekkilinin Batman Kozluk Ünsaldı Jandarma Karakol Komutanlığında görev yapmakta iken 02.06.2003 tarihinde karakola ait hizmet aracının arızalı olması nedeniyle davalı Bakanlık çalışanı ve aynı karakolda görevli dava dışı ...’ın kullandığı özel araç ile kaza yapması sonucunda, araçta yolcu konumunda bulunan müvekkilinin yaralanarak sakat kaldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000,00 TL maddi ve 7.500,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 14.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talebini 284.714,00 TL’ye artırmıştır.

Davalı Cevabı

3. Davalı vekili, davacının yaralanmasına sebep olan trafik kazasının müvekkili idarenin aracında gerçekleşmediğinden müvekkilinin sorumluluğundan söz edilemeyeceğini, 06 PB 400 plakalı sivil aracın görevlendirildiğine dair bir yazının olmadığını, olayın hatır taşımacılığı açısından değerlendirilmesi gerektiğini, davacının talep ettiği tazminat miktarlarının fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı

4. Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.12.2009 tarihli ve 2005/370 Esas, 2009/426 Karar sayılı kararı ile; dava konusu trafik kazasının 02.06.2003 tarihinde gerçekleştiği, beş yıllık zamanaşımı süresinin 02.06.2008 tarihinde dolduğu, davacının Adli Tıp Kurumu’nun düzenlediği 18.06.2008 tarihli rapor ile zararı bütün sonuçları ile birlikte öğrendiği, davacı vekilince ıslah talebinin 14.07.2009 tarihinde yapıldığı, ıslah harcının ise 26.10.2009 tarihinde yatırıldığı, dolayısıyla davada gelişen olaylar nedeniyle davacının gerçek zararı öğrendiği tarihten itibaren yasal bir yıllık süre içinde harcı ödenen dilekçe ile ıslah talebinde bulunulmadığı, davalının ıslah talebine karşı süresi içinde zamanaşımı def'ini ileri sürdüğü, ıslahla artırılan kısmın zamanaşımına uğradığı, davacının dava dilekçesinde talep ettiği 1.000,00 TL maddi tazminat isteminin yerinde olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 1.000,00 TL maddi ve 7.500,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı

5. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuşlardır.

6. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 14.06.2010 tarihli ve 2010/2561 Esas, 2010/7124 Karar sayılı kararı ile;

“…Dava konusu olayda, davacının yaralanmasına yol açan trafik kazasına karışan araç davalı idare adına kayıtlı değildir. Araç diğer bir görevliye ait olup idareye ait hizmet aracının arızalı olması nedeniyle ortaya çıkan zorunluluktan dolayı, görevin yerine getirilmesi amacıyla kullanılmıştır. Bu durumda, davalı idarenin sorumluluğu araç işleteni olmasından değil, idari hizmet eksiğinden kaynaklanmaktadır. İdarenin hizmet kusuru niteliğindeki eylemi sonucu meydana gelen zararlardan dolayı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 2/1-b maddesi gereğince idareye karşı, idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerekir.

Yerel mahkemece açıklanan olgular gözetilerek, yargı yolu bakımından mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddedilmesi gerekirken, işin esasının çözümlenmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı

7. Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.10.2010 tarihli ve 2010/325 Esas, 2010/305 Karar sayılı kararı ile; bozma ilâmına uyularak, davalı idarenin sorumluluğunun araç işleteni olmasından değil, idari hizmet eksikliğinden kaynaklandığı, idarenin hizmet kusuru niteliğindeki eylemi sonucu meydana gelen zarardan dolayı idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerektiği gerekçesiyle yargı yolu nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir.

Uyuşmazlık Mahkemesince; davacı vekilinin aynı olay nedeniyle hem Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesinde hem de Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 2. Dairesinde dava açtığı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun (KTK) 110 uncu maddesine göre davanın adli yargıda çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle dosyanın Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesinin Üçüncü Kararı

8. Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesinin 25.02.2016 tarihli ve 2015/465 Esas, 2016/81 Karar sayılı kararı ile; toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davacının Batman Kozluk Ünsaldı Jandarma Karakol Komutanlığında jandarma uzman çavuş olarak görev yaptığı sırada karakola ait hizmet aracının arızalı olması nedeniyle karakolda görevli çavuş ...'a ait araç ile tabldot dosyasını teslim etmek ve tabldot ile ilgili evrakı almak üzere Kozluk İlçe Jandarma Komutanlığına doğru seyir hâlindeyken kazanın meydana geldiği, kazanın görev esnasında gerçekleştiği, araçta görev sebebiyle yolcu olan davacının kazadan kaynaklı herhangi bir kusurunun bulunmadığı, bilirkişi raporunda davacının maluliyet oranının %43 olarak belirlendiği, iyileşme süresinin on iki aya kadar uzayabileceğinin belirtildiği, bu raporun davacıya tebliğ edildiğine dair dosyada tebligat bulunmadığı, davacının 24.11.2008 tarihinde maaş durumunu bildirir pusulayı ibraz ettiği, en geç bu tarihte raporu öğrenmiş sayılacağı, hesap bilirkişisinin 25.05.2009 tarihli usule uygun raporunda daimi iş göremezlik zararını 284.714,84 TL olarak belirlendiği, kazada üçüncü kişi sayılan davacının hiçbir kusuru olmadığından kazaya sebebiyet verenlerin bu miktardan sorumlu olması gerektiği, kusur durumunun rücu ilişkisinde dikkate alınacağı, hesap bilirkişisi raporunun 26.05.2009 tarihli duruşmada taraflara tebliğ edildiği, davacının 14.07.2009 tarihinde ıslah dilekçesi verdiği, zararın öğrenildiği tarih olarak Adli Tıp Kurumunun raporunu verdiği tarih gösterilmiş ise de, bu raporun davacıya tebliği ile öğrenmenin gerçekleşeceği, tebliğ işleminin yapılmadığı, zararın davacının dilekçe verdiği 14.11.2008 tarihinde öğrenilmiş sayılması gerektiği, bu tarihten itibaren bir yıllık süre içerisinde ıslah dilekçesinin verildiği gerekçesiyle davanın kabulü ile; 284.714,00 TL maddi tazminat ve 7.500,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı

9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

10. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 08.12.2016 tarihli ve 2016/9444 Esas, 2016/11332 Karar sayılı kararı ile;

“…1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı ... vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, trafik kazasında yaralanmadan kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.

818 sayılı BK.nun 41. maddesinde haksız fiil tanımlanmış, 60. maddesinde de haksız fiilden zarar görenin bundan kaynaklanan zararın tazmini istemi ile açacağı davaların, zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren 1 yıl ve herhalde haksız fiil tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi bulunduğu belirtilmiştir.

Buna karşılık, 2918 sayılı KTK.nun 109/1.maddesinde "Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar." hükmüne, yine aynı kanunun 109/2 maddesinde ise, "dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir." hükmüne yer verilmiştir.

2918 sayılı Kanunun anılan madde hükmünde, gözden kaçırılmaması gereken husus, ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin, tazminat talebi ile açılacak davalar için de geçerli olabilmesinin, sadece eylemin Ceza Kanununa göre suç sayılması koşuluna bağlanmış bulunmasıdır. Bu düzenlemenin iki ayrı sonucu bulunmaktadır. Söz konusu yasa hükmü, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için sadece eylemin aynı zamanda bir suç oluşturmasını yeterli görmekte; bunun dışında, fail hakkında mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı, hatta böyle bir ceza davasının açılması ya da zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunmuş olması koşulu aranmamaktadır. Dahası, söz konusu hükümde, ceza zamanaşımının uygulanması bakımından sürücü ve diğer sorumlulular (örneğin işleten) arasında bir ayrım da yapılmamış, böylece kuralın bunların tümü için geçerli olduğu, hepsi için aynı zamanaşımı süresinin uygulanacağı öngörülmüştür. (HGK'nın 10.10.2001 gün 2001/19-652-705 ve HGK'nın 16.04.2008 gün, 2008/4-326-325 sayılı kararları ile uzamış ceza zamanaşımı benimsenmiştir.

Açıklanan ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; kaza 02.06.2003 tarihinde gerçekleşmiş, davacı vekilince ıslah talebi 14.07.2009 tarihinde yapılmış, 26.10.2009 tarihinde ıslah harcı yatırılmış, ıslah dilekçesi davalı ... Bakanlığına tebliğ edilmemiş, ancak davalı ... vekilince 15.07.2009 tarihinde ıslaha karşı zamanaşımı definde bulunulmuştur. Davaya konu trafik kazası sonucunda davacı malul olacak derecede yaralanmış olup, eylem için kaza tarihinde yürürlükte bulunan 765 Sayılı TCK'nun 459/2 maddesi delaletiyle 102/4 maddesinde öngörülen ceza zamanaşımı süresi 5 yıldır. Buna göre davada, kaza tarihiyle ıslah tarihi arasında uzamış ceza zamanaşımı süresi de dolmuştur. Hal böyle iken, mahkemece ıslahla artırılan kısım yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken, mahkemece hükme esas alınan 25.05.2009 tarihli aktüer raporunda hesaplanan 284.714,85 TL üzerinden ıslah edilen davanın yazılı şekilde kabulüne dair hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin Dördüncü Kararı

11. Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.10.2018 tarihli ve 2017/640 Esas, 2018/221 Karar sayılı kararı ile; bozma ilâmına uyularak, dava konusu trafik kazasının 02.06.2003 tarihinde gerçekleştiği, eylem için kaza tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (765 sayılı Kanun) 459 uncu maddesinin ikinci fıkrası delaletiyle 102 nci maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen ceza zamanaşımı süresinin beş yıl olduğu, buna göre davada kaza tarihiyle ıslah tarihi arasında ceza zamanaşımı süresinin dolduğu, maddi tazminat davası açısından sadece dava dilekçesindeki talep olan 1.000,00 TL maddi tazminata hükmedilmesi gerektiği, ıslah ile artırılan miktarın ise zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın kabulü ile 1.000,00 TL maddi tazminat ve 7.500,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Dairenin Üçüncü Kararı

12. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuşlardır.

13. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13.10.2020 tarihli ve 2020/994 Esas, 2020/3369 Karar sayılı kararı ile;

“…Öncelikle bozma ilamına uyulmasına karar verilmiş olmakla, davalı lehine usuli kazanılmış hak doğup doğmayacağı hususunun irdelenmesi gerekmektedir. Usuli kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

1086 sayılı HUMK'nun yürürlükte olduğu dönemde çıkarılan 09.05.1960 tarih, 1960/21 Esas, 1960/9 karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; Yargıtay bozma kararına uyulmakla orada belirtilen biçimde işlem yapılması yolunda lehine bozma yapılan taraf yararına usulî kazanılmış hak, aynı doğrultuda işlem yapılması yolunda yerel mahkeme için de zorunluluk doğacağı, usulî kazanılmış hakka ilişkin açık kanun hükmü olmasa da temyiz sonucu verilecek bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan amacı ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar amacıyla kabul edilmiş bulunması bakımından usulî kazanılmış hak müessesesinin usul hukukunun dayandığı ana esaslardan olup kamu düzeniyle de ilgili olduğu belirtilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda da usulî kazanılmış hakka ilişkin açık bir düzenleme bulunmamakta ise de bu ilkenin uygulanma gerekliliği HMK hükümleri karşısında da varlığını sürdürmektedir. Yargıtay'ın bozma kararına uyan mahkeme, bozma kararı uyarınca işlem yapmak ve hüküm vermek zorundadır. Çünkü, mahkemenin bozma kararına uyması ile, bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulü müktesep hak doğmuştur.

Yargısal ve bilimsel içtihatlarda “usulî kazanılmış hak” ya da “usulî müktesep hak” olarak adlandırılan bu ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 10.02.1998 tarih, 1987/2-520 esas ve 1988/89 karar sayılı ilâmında “Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince işlem yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisinin lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak denilmektedir...” şeklinde tanımlanmakta ve bazı istisnaları bulunmaktadır. Bu istisnalar kısaca şu başlıklarda özetlenebilir.

a) Mahkemenin görevi ile ilgili usulî kazanılmış haktan sözedilemez.

b) Yargıtay'ın bozma kararından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı'nın çıkarılmış olması da usul kazanılmış hakkın istisnasıdır.

c) Karar henüz kesinleşmeden geçmişe etkili olarak çıkarılan bir kanun hükmü de usulî kazanılmış hakkın istisnasını oluşturur.

d) Bir kanun hükmü Anayasa Mahkemesince iptâl edilirse iptâl edilen kanun hükmü usulî kazanılmış hakka aykırı olsa bile uygulanacak öncelik usulî kazanılmış hakta değil Anayasa Mahkemesinin iptâl kararında olacaktır.

e) Usulî kazanılmış hakkın bir diğer istisnası ise kesin hükümdür. Bozmadan sonra usulî kazanılmış hak ile kesin hüküm çelişiyorsa öncelik usulî kazanılmış hakta değil, kamu düzeninden sayılan ve dava şartı olarak re'sen nazara alınması gereken kesin hükümdedir.

f) Kamu düzenine aykırılık da usulî kazanılmış hakkın istisnalarından bir diğeridir.

g) Son olarak maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile de usuli kazanılmış hak doğmaz.

Burada kısaca “maddi hata” kavramından bahsetmek gerekir.

Maddi hata (hukuki yanılma), maddi ve hukuki bir olayın olup olmadığı veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder. Burada belirtilen maddi yanılgı kavramı ile belirtilmek istenen amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır. Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında da uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bahsi geçen maddi hata; açık, tartışmasız ve her türlü değer yargısı dışında hiçbir suretle başka biçimde yorum yapılamayacak nitelikte bir hata olup, o takdirde usuli kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmayacaktır. Bu tür hatalarda ısrarla maddi gerçeğin göz ardı edilmesi, yargıya duyulan güven ve saygınlığı, adalete olan inancı sarsacaktır. Örneğin, dosyada bulunan bir belgenin gözden kaçırılması, bir belgede yer alan hükmün yok sayılması, olmayan bir hususun tam aksine var sayılması, taşınmaz satış tarihinin veya noterden gönderilen belgenin tarihinin belgelerdekinin aksine yanlış belirlenmesi gibi hallerde maddi hatanın varlığı kabul edilerek, bu yöndeki bozmalar usulî kazanılmış hak doğurmayacaktır.

2918 sayılı KTK’nun 109. maddesinin 1. fıkrasında "Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar." hükmüne, yine aynı maddenin 2. fıkrasında ise, "dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir." hükmüne yer verilmiştir.

Dosyadaki bilgi ve belgeler ile yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olaya gelince; mahkemece ilk olarak Ankara Üniversitesi Adli Tıp Anabilimdalı Başkanlığından davacının malüliyet raporunun düzenlenmesi istenilmiş, verilen 05/06/2006 tarihli cevapta, rapor tanzimi için davacının tedavi gördüğü sağlık kuruluşundan tedavinin tamamlanıp tamamlanmadığı, tamamlandı ise sekel mahiyetinde bir arızasının olup olmadığı, varsa eklem hareketlerini ne ölçüde kısıtladığına dair alınacak rapor ile dosyanın gönderilmesi gerektiği bildirilmiş, mahkemece bu kez 10/04/2007 tarihli yazı ile İstanbul Adli Tıp Kurumundan maluliyet raporu tanzimi istenilmiş, 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu 14/05/2007 tarihli cevabında, tüm tetkiklerin temini ve yeni çekilecek pelvis AP ve frog pozisyonunda grafilerle birlikte davacının kurumda hazır bulunması gerektiği bildirilmiş, davacı bu arada Mayıs 2007 tarihinde tekrar ameliyat edilmiş, mahkeme tarafından davacının 12/09/2007 tarihli yazı ile yine Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kuruluna sevki sağlanmış, ancak Kurulca 19/09/2007 tarihinde yapılan muayenesinde davacının Mayıs 2007 de tekrar ameliyat edildiği ve hala rehabilitasyonunun devam ettiği belirlenerek, mahkemeye gönderilen 03/10/2007 tarihli cevapta, davacının en yakın bir üniversite veya devlet hastanesine sevki sağlanarak muayene tarihi olan 19/09/2007 tarihinden 8 ay sonra yeni çekilecek iki yönlü kalça grafileri ile birlikte kurumda hazır bulunması gerektiği bildirilerek dosya iade edilmiş, mahkemece 8 aylık sürenin dolması beklenerek davacı tekrar Kurula gönderilmiş, Kurulun 18/06/2008 tarihli raporunda davacının 02/05/2008 tarihinde terar yapılan muayenesinde sol kalçada cup artroplasti, hareketlerin ½ oranında azaldığı, forse hareketlerin ağrılı olduğunun saptandığı, dosyaya ekli grafilerin kurulca yapılan incelemesinde sol asetabulum kırığı ve solda total kalça protesi izlendiği tespitlerine yer verilerek, davacının sol kalça hareket kısıtlılığı nedeniyle % 43 oranında meslekte kazanma gücünden kaybettiği, bu maluliyet oranının sürekli olduğu, kaza tarihindeki kazayı takiben geri kalan % 57 oranındaki meslekte kazanma gücüne ulaşana kadar geçen ve hastanede tedavilerinin devam ettiği dönem olan iyileşme süresinin 12 aya kadar uzayabileceği bu süre zarfında mesleğini icra edemeyeceği belirtilmiş, ATK 3. İhtisas Kurulunun açıklanan bu raporu 30/10/2008 tarihli duruşmada davacı tarafından öğrenilmiştir. Bu aşamadan sonra yerel mahkemece alınan hesap raporu ise davacıya 26/05/2009 tarihinde tebliğ edilmiş, davacı tarafından 14/07/2009 tarihinde sunulan ıslah dilekçesinde maddi tazminat istemi artırılarak 284.714,00 TL ye çıkarılmış, ıslah harcı ise 26/10/2009 tarihinde yatırılmıştır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle; kaza 02/06/2003 tarihinde meydana gelmiş, davacı zararını Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun 18/06/2008 tarihli maluliyet raporuyla 30/10/2008 tarihli duruşmada öğrenmiş olup, 2918 sayılı Kanunun 109. maddesinin 1. fıkrasındaki 2 yıl ve aynı maddenin 2. fıkrasındaki 10 yıllık süre geçmeden tazminat miktarını 14/07/2009 tarihli ıslah dilekçesiyle artırmış ve 26/10/2009 tarihinde ıslah harcını yatırmıştır. Her ne kadar Yargıtay 17. Hukuk Dairesi bozma ilamında olay tarihinden itibaren 5 yıllık uzamış ceza zamanaşımı süresinin geçtiğinden bahisle ıslahla artırılan kısmın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiği belirtilmiş ve mahkemece de bozmaya uyularak ıslahla artırılan kısmın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş ise de; 17. Hukuk Dairesi bozma ilamında 2918 sayılı Kanunun 109. maddesinin 2. fıkrasındaki 10 yıllık zamanaşımı süresi dikkate alınmamış, bu durum Dairemizce maddi hata olarak değerlendirilmiştir. Maddi hata, bozmaya uyulmakla oluşan usuli kazanılmış hakkın istisnalarından olup, kararın davacı yararına bozulmasına engel teşkil etmeyecektir.

Şu halde; mahkemece davacının maddi tazminat isteminin kabulüne yönelik ilk kararı usul ve yasaya uygun olmakla, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin maddi tazminat isteminin ıslahla artırılan kısmını zamanaşımı yönünden bozması maddi hataya dayandığından, usuli kazanılmış hak teşkil etmeyecektir. Davacının ıslahla artırdığı maddi tazminat istemi yönünden Yargıtay 17. Hukuk Dairesi bozma ilamına uyularak verilen ret kararı usul ve yasaya uygun düşmediğinden, kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin Beşinci Kararı

14. Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.06.2021 tarihli ve 2021/342 Esas, 2021/565 Karar sayılı kararı ile; bozma ilâmına uyularak, tüm dosya kapsamı ve toplanan delillerden Yargıtay bozma ilâmında yalnızca maddi tazminat talebinin zamanaşımına uğramadığından bahisle kabul kararı verilmesi gerektiği hususuna yer verildiği, uyma kararı verilmesi üzerine bu hususun davacı lehine kazanılmış hak teşkil ettiği gerekçesiyle davacının maddi tazminat talebinin kabulü ile 284.714,00 TL’nin olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, manevi tazminat açısından verilen hükmün bozma ilâmı dışında kalarak kesinleştiği anlaşıldığından bu hususta yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Özel Dairenin Dördüncü Kararı

15. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuşlardır.

16. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 06.12.2021 tarihli ve 2021/22489 Esas, 2021/9739 Karar sayılı kararı ile; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna ait olduğu gerekçesiyle dosyanın Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.

II. ÖZÜ

17. Davanın özü; trafik kazasından kaynaklanan bedensel zarardan dolayı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin eldeki davada, ıslahla artırılan maddi tazminat isteminin zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN

18. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce mahkemenin son kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin, Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu hususu ön sorun tartışılmıştır.

19. Belirtmek gerekir ki; 17.04.2013 tarihli ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1 inci maddesiyle 18.06.1927 tarihli 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 16 ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkrada: “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır" şeklinde düzenleme yapılmıştır.

20. Anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı hâlde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay’ın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir…” denilmektedir.

21. Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılması öngörülmüştür.

22. Diğer yandan Hukuk Genel Kurulunun görevi, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır. Bu nedenle, nihai karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.

23. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 294 üncü maddesinin birinci fıkrasında mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Nihai kararlar, usule ilişkin nihai kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Usule ilişkin nihai kararlar, davanın esasıyla ilgili olmayan kararlar olup, başka bir ifade ile mahkemenin maddi hukuk bakımından değil de usul hukuku bakımından verdiği kararlardır. Bu nedenle, mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen usulden ret kararları (HMK md. 115/2) da, usule ilişkin nihai kararlardır.

24. Esasa ilişkin kararlar ise hâkimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (HMK md. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır. Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK md. 303) (Baki Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C: 3, s. 3005).

25. Somut olayda, davanın kabulüne ilişkin olarak verilen ilk kararın, Özel Dairece, ıslahla artırılan kısmın zamanaşımına uğradığından davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulduğu açıktır. Mahkemece, birinci bozma kararına uyularak ıslahla artırılan kısmın zamanaşımı nedeniyle reddine ilişkin verilen karar ise Özel Dairece bu kez davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken maddi hataya dayalı Özel Daire bozma kararına göre davanın kabul edilmiş olmasının doğru görülmediği gerekçesiyle bozulmuştur.

26. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Özel Dairenin ikinci bozma kararı önceki bozma kararını ortadan kaldıracak niteliktedir. Böyle olunca mahkemece verilen son kararın temyiz inceleme görevinin Özel Daireye değil, Hukuk Genel Kuruluna ait olduğuna oy birliğiyle karar verilmiş ve işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

IV. GEREKÇE

27. Bilindiği üzere trafik kazaları bir haksız fiildir. Haksız fiil, kazanın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Kanun) 41 inci maddesinde tanımlanmış, Kanun'un 60 ıncı maddesinde ise haksız fiilden zarar görenin zararının tazmini istemiyle açacağı davaların zamanaşımı süreleri düzenlenmiştir.

28. Belirtilmelidir ki 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) konuya ilişkin 49 ve 72 nci maddeleri de aynı yönde düzenleme içermektedir. Anılan maddeler ile haksız fiillere uygulanacak üç zamanaşımı süresi belirlenmiştir. Bunlar, zarar görenin zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren başlayacak bir yıllık zamanaşımı; fiilin vukuundan itibaren işleyecek on yıllık zamanaşımı ve fiilin aynı zamanda ceza kanunlarında düzenlenmiş olması hâlinde uygulanacak olan ceza zamanaşımı süreleridir.

29. Haksız fiillerin bir kısmı, sadece hukuk açısından değil, ceza yasaları bakımından da sorumluluğu gerektirir; haksız fiilin faili, yani sorumlusu genellikle daha ağır sonuçları olan ceza kovuşturmasına konu olabileceği sürece, zarar görenin haklarını yitirmesinin kabul edilmesi mümkün değildir.

30. Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza kanunları gereğince bir suç teşkil ediyorsa ve ceza kanunları ya da ceza hükümlerini ihtiva eden sair kanunlar bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin etmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı süresine tabi olur. Nitekim bu husus 07.12.1955 tarihli ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır. Buna göre, anılan mevzuat uyarınca ceza zamanaşımı süresinin uygulanabilmesi için öncelikle zarar veren eylemin ceza kanunu veya ceza hükmü taşıyan özel kanunlarda suç olarak düzenlenmesi gerekli olup özel kanunlarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda 818 sayılı Kanun’un 60 (6098 sayılı Kanun’un 72) maddesinde öngörülen zamanaşımının uygulanması gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.10.2013 tarihli ve 2013/4-36 Esas, 2013/1457 Karar).

31. Özel kanun niteliğinde olan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun (2918 sayılı Kanun) 109 uncu maddesinin ilk fıkrasında, yine bir haksız fiil niteliğindeki trafik kazalarından doğan tazminat taleplerinin tabi bulunacağı zamanaşımı süresi yönünden 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesindeki düzenlemeden farklı, özel bir hüküm getirilmiştir.

32. 2918 sayılı Kanun’un “Zamanaşımı” başlıklı 109 uncu maddesi;

“...Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar.

Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.

Zamanaşımı, tazminat yükümlüsüne karşı kesilirse, sigortacıya karşı da kesilmiş olur.

Sigortacı bakımından kesilen zamanaşımı, tazminat yükümlüsü bakımından da kesilmiş sayılır.

Motorlu araç kazalarında tazminat yükümlülerinin birbirlerine karşı rücu hakları, kendi yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdikleri ve rücu edilecek kimseyi öğrendikleri günden başlayarak iki yılda zamanaşımına uğrar.

Diğer hususlarda, genel hükümler uygulanır” hükmünü içermektedir.

33. Buna göre madde ile 818 sayılı Kanun’un 60 (6098 sayılı Kanun’un 72) ıncı maddesindeki bir yıllık zamanaşımı süresi, trafik kazasından kaynaklanan tazminat davaları yönünden iki yıl olarak düzenlenmiş olup, 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesi ile 2918 sayılı Kanun’un 109/2 nci maddesi zamanaşımı süresinin başlangıcı yönünden birbiriyle uyumlu olmakla birlikte, zamanaşımı süresi yönünden birbirlerinden ayrılmaktadır.

34. Belirtilmelidir ki 2918 sayılı Kanun’un 109/2 nci maddesindeki düzenleme ile ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin tazminat talebiyle açılacak davalar için de geçerli olabilmesi, sadece eylemin ceza kanunlarına göre suç sayılması koşuluna bağlanmıştır. Zira sonuçta; haksız eylemin cezayı gerektiren bir fiil teşkil etmesi durumunda o fiil için öngörülen ceza zamanaşımı süresi hukuk yargılamasında da uygulanacaktır.

35. Yukarıdaki ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; 02.06.2003 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu davacının yaralandığı anlaşılmaktadır. Kaza tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Kanun’a göre zamanaşımı süresi beş yıldır. Davaya konu trafik kazası 02.06.2003 tarihinde meydana gelmiş, maddi tazminat istemini içeren dava, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak 04.10.2005 tarihinde açılmıştır. Yargılama sırasında davacı taraf, 14.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 284.714,85 TL’ye artırmış, ıslah harcını 26.10.2009 tarihinde yatırmış ve davalı vekili tarafından ıslah edilen kısma ilişkin olarak 15.07.2009 tarihinde zamanaşımı def'i ileri sürülmüştür.

36. Davacı zararını Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun 18.06.2008 tarihli maluliyet raporuyla 30.10.2008 tarihli duruşmada öğrenmiş olup, 2918 sayılı Kanun’un 109 uncu maddesinin birinci fıkrasındaki 2 yıl ve aynı maddenin ikinci fıkrasındaki 10 yıllık süre geçmeden tazminat miktarını 14.07.2009 tarihli ıslah dilekçesiyle artırmış ve 26.10.2009 tarihinde ıslah harcını yatırmıştır.

37. Bu durumda; zararın tam olarak öğrenildiği tarih ile ıslah edilen tarih arasında zamanaşımı süresinin dolmadığndan ıslaha konu tazminat miktarının zamanaşımına uğramadığı anlaşıldığından mahkemece maddi tazminat isteminin kabulüne yönelik verdiği kararın usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna varılmıştır.

38. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; ıslahla artırılan kısım için zamanaşımının ıslah tarihine göre hesaplanmaması gerektiği, dava veya ek dava sayılmayan ıslahla miktar artırımının ıslah tarihine göre değil, davanın açıldığı ilk tarihe göre hesaplanması gerektiği, ıslahla artırılan kısım için ikinci bozma kararına uyularak ilk dava tarihine göre zamanaşımının dolmadığı kabul edilerek karar verilmesinin sonucu itibariyle doğru olduğu, kararın açıklanan nedenlerle değişik gerekçeyle onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

39. Hâl böyle olunca mahkemece usul ve yasaya uygun olarak verilen karar onanmalıdır.

V. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan kararın ONANMASINA,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440 ıncı maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

17.04.2024 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

''K A R Ş I O Y''

Davacı dava açtığı tarihte maluliyet durumunu bilmekte olup, dilekçe içeriğinden efor tazminatı istemesi de bu yönde zararın varlığından haberdar olduğunu göstermektedir. Kaza tarihi 02.06.2003, dava tarihi 04.10.2005, ıslah tarihi ise 14.07.2009'dur. Zamanaşımı süresi ise 2918 sayılı Kanun'un 109/1 inci maddesi gereğince zararın ve tazminat yükümlüsünün öğrenildiği tarihten itibaren iki yıl ve her hâlde kaza tarihinden itibaren 10 yıldır. Suç teşkil eden eylemden doğuyorsa uzamış ceza zamanaşımı uygulanacaktır. Somut olayda suç teşkil eden eylem söz konusu olduğu için 2 yıllık süre 5 yıl olarak uygulanmalıdır.

Mahkemece alınan 18.06.2008 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunda maluliyet oranı %43 olarak hesaplanmıştır. Mahkemece bu son rapor ile maluliyetin ve zararın öğrenildiği kabul edilerek ıslahla artırılan kısım için zamanaşımının dolmadığı sonucuna varılarak karar verilmiştir.

Oysa ki davacı, dava açtığı tarihte maluliyet durumunu bilmekte olup bunu gösterir şekilde de efor tazminatı olarak dava açmıştır. Davacı hakkında düzenlenen 05.12.2005 tarihli rapor da dosyaya sunulmuş olup 5 yıllık zamanaşımı süresi dolmadan da davacının maluliyetini gösteren bir raporun düzenlenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu raporda maluliyet oranı %40 olarak gösterilmiştir. Son raporda oranın %43 çıkması zararın bu rapor ile öğrenildiği anlamına gelmemektedir.

Zira maddede sözü edilen zararın öğrenilmesi, onun kapsamının değil varlığının öğrenilmesi anlamındadır. Zararın varlığı, niteliği ve esaslı unsurları hakkında dava açmaya, o davayı ciddi ve objektif bir şekilde desteklemeye, gerekçelerini göstermeye elverişli yeterli hal ve şartların öğrenilmesi, öğrenilmiş sayılması için yeterlidir (Örnek: Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 25.09.1978 tarihli ve 1978/11493 Esas, 1978/10367 Karar sayılı ve 04.12.1986 tarihli ve 1986/6073 Esas, 1986/8183 Karar sayılı kararı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06.11.2002 tarihli ve 2002/4-882 Esas, 2002/874 Karar sayılı kararları). Somut olayda davacı 2005 yılında zararın varlığını öğrenmiş durumda olduğundan öğrenmenin 2008 yılında gerçekleştiği kabul edilemez.

Öte yandan zararın öğrenildiği tarihte başlayan 2 yıllık ancak somut olayda ceza zamanaşımı nedeniyle 5 yıllık süre, davanın ilk açıldığı tarihte kullanılan süre olup sonrasında yeni bir 2 veya 5 yıllık sürenin başlayabileceğini kabul edebilmek maddenin içeriği itibarıyla mümkün değildir. 2 veya 5 yıllık sürenin yeniden başlayabilmesi ancak zamanaşımının kesilmesi hâlinde mümkün olup bunun da zararın öğrenilmesi ile başlayan yeni süreyle bir ilgisi bulunmamaktadır.

Açıklanan bu nedenlerle zamanaşımının dolmadığı sonucuna varılması 2918 sayılı Kanun'un 109 uncu maddesindeki zamanaşımı kuralına uygun olmadığından mahkemece buna ilişkin dayanılan gerekçeler yerinde değildir.

Bu gerekçeler yerinde değil ise de ıslah bir usul işlemi olduğundan konuyu medeni usul hukuku yönünden de değerlendirmek somut olay bağlamında uygun olacaktır.

818 sayılı BK 133 üncü (TBK 154) maddede dava yoluyla mahkemeye başvurulmuş ise yani dava açılmışsa zamanaşımının kesileceği düzenlenmiştir. Bu maddenin de yorumunun sonucu olarak yerleşik yargısal uygulamalarda dava açılmakla ancak dava dilekçesindeki miktar için zamanaşımının kesileceği ve sadece dava açılan miktar için dava tarihinde temerrüt olgusunun gerçekleşeceği kabul edilmekte olup mahkemece de bu yorum ve uygulamaya uygun olarak ıslahla artırılan kısım yönünden davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Yargısal uygulamalar bu yönde süregelmiş ise de 24.05.2019 tarihinde verilen 2017/8 Esas, 2019/3 Karar sayılı bir içtihadı birleştirme kararı çıkmış olup yerleşik uygulamadan dönülmesi gerekip gerekmediğinin bu karar kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Sözünü ettiğimiz 24.05.2019 tarihli içtihadı birleştirme kararında "kısmi davada, dava konusu miktarın kısmi ıslahla faiz talebi belirtilmeksizin artırılması hâlinde, artırılan miktar bakımından dava dilekçesindeki faiz talebine bağlı olarak faize hükmedileceği belirtilmiştir.

Bu karar zamanaşımı ile ilgili değilse de İçtihadı Bileştirme Kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı olmakla birlikte gerekçeleriyle de yol gösterici olduğu unutulmamalıdır. Bu yol göstericilik kararın sonuç kısmının yorumlanması, kapsamının belirlenerek uygulanması için gerekli olduğu kadar, dayandığı esasların başka müesseselerin yorumlanıp uygulanabilmesinde de geçerli olacaktır.

Yol göstericilik konusunda kararın tüm gerekçeleri değil; ana sonuçla bağlantılı ve bu sonuca hangi hukuksal nedenlerle varıldığını gösteren temel gerekçeler esas alınmak suretiyle bir sınırlama getirilmesi de içtihadı birleştirme kararlarının mahiyetine uygun bir sonuç olacaktır. Kaldı ki Yargıtay Kanunu 45/5 inci maddede içtihadı birleştirme kararlarının benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlayacağı düzenlenmiş olduğundan benzer konular için de bu içtihadı birleştirme kararının uygulanması bir zorunluluktur.

24.05.2019 tarihli içtihadı birleştirme kararında varılan sonucun temel gerekçesi; ıslahla miktar artırımının ek dava niteliğinde olmayıp dava dilekçesindeki miktarın değiştirilmesi olduğudur.

Bu temel gerekçenin varlığı; kararda yer verilen "...Ek dava ile kısmi dava arasında paralellik mevcut ise de ıslahla ilgili sorunların yine ıslah müessesi kapsamında sonuçlandırılarak değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenle dava değerinin artırılması kısmi ıslah kapsamında olduğundan süregelen davanın devamıdır ki yeni bir dava ve ek dava olarak kabul edilemez. Artırılan tutar için harç yatırılması bir usul işlemidir; yeni bir dava açıldığı şeklinde yorumlanamaz..." biçimindeki açıklamalarda ve "...bu amaçla verilen bir ıslah dilekçesi dava dilekçesindeki istem ve ferilerini ortadan kaldırmayacak, sadece istenilen alacak rakamını değiştirecektir. Hâl böyle olunca ıslahla artırılan tutar, yeni bir dava olmadığından, ilk dava dilekçesinde yer alan bütün unsurlar faiz istemi de dahil olmak üzere, ıslahla artırılan kısım için de uygulanabilir olmalıdır..." şeklinde yapılan açıklamalarda açıkça görülmektedir. Bu ifadeler kararın; sonuç kısmıyla da uyumlu ana ve en temel gerekçeleridir.

Bu karar temel gerekçesinden soyutlanarak yorumlanıp uygulanamayacağına göre, ıslahla miktarın artırılması hâlinde, bu miktar değişikliğinin, zamanaşımının kesilmesine neden olup olmadığı, zamanaşımını kesecek bir işlem ise hangi tarihte zamanaşımının kesileceği konusunda da kararın bu ana gerekçesinden yararlanılmalıdır.

Bu karar ile ıslahla miktar artırımı ek dava olarak görülmemiş ve sadece dava dilekçesinde yazan miktarın değiştirilmesi, diğer bir ifadeyle bu miktarın düzeltilmesi olarak görülmüştür. Bu kararın sonucu olarak miktar artırımına ilişkin yapılan ıslahın da artık ek dava olarak görülmesi mümkün olmayıp dava dilekçesindeki miktar kısmının düzeltilmesi olarak kabul edilmesi gerekir. Düzeltilen dava dilekçesi olduğuna göre davacı tarafından ıslahın teşmil edildiği tarih de ilk dava tarihi olacaktır.

Dava tarihine teşmil edilecek şekilde bir ıslah gerçekleştiğine göre, ıslahla artırılan miktar için de dava tarihinin artık ilk dava tarihi kabul edilmesi ve dava açılmakla zamanaşımının kesileceğine dair BK 133/1 bent 2 (TBK 154/1-bent 2) hükmünün ıslah edilen miktar için de ilk dava tarihi esas alınarak uygulanması gerekir.

Bu maddede dava açılmakla zamanaşımının kesileceği düzenlenmiş ancak ıslah dilekçesi verilmekle zamanaşımının kesileceği düzenlenmemiştir. Islahla miktar artırımının ek dava niteliğinde olmadığı bu kararın gerekçesinde açıkça belirtildiğine göre bu madde; artık ek dava hükümlerine göre ıslahla artırılan miktar için zamanaşımını kesebilecek bir hüküm olarak yorumlanabilmekten çıkmıştır.

Islah yeni bir dava veya ek dava sayılmadığına göre, ıslahın BK 133/1 bent 2 nci maddeye dayalı olarak zamanaşımını kestiği kabul edilemez. Islah bir dava sayılıp zamanaşımını kesmiyorsa artık BK 136/1 inci maddede yer alan "Bir dava veya def’i yoluyla kesilmiş olan zamanaşımı, dava süresince tarafların yargılamaya ilişkin her işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlar." düzenlemesine dayalı olarak da ıslah edilen miktar için her yargılama işleminde zamanaşımı kesilmeyecektir. Bunun sonucu olarak da yargılama sırasında dahi ıslahla artırılan miktarın zamanaşımına uğraması tehlikesi ortaya çıkacağından, bu durum ıslahla miktar artırımlarını yok denebilecek seviyeye getirebilecek ve ıslahla kolaylaştırılmak istenen hak arama hürriyetinin bir başka yönüyle bu kez sınırlanmasına yol açmış olacaktır.

Islahla miktar artırımı dava veya ek dava sayılmadığı için BK 133/1 bent 2 nci madde gereğince zamanaşımı kesilmez ise de yukarıda da belirttiğimiz üzere bu ıslah dava dilekçesindeki miktarın değiştirilmesi ve düzeltilmesi olduğundan ıslahla artırılan yeni istem için de zamanaşımının ilk dava tarihinde kesilmiş sayılması gerektiği sonucuna varılmalıdır.

Dava konusunun tümüyle değiştiği tam ıslahta zamanaşımının ilk dava tarihine göre hesaplananacağı doktrin ve uygulamada tümüyle kabul edilir iken dava konusunun dahi değişmediği ek dava dahi sayılmadığı konusunda açık gerekçe içeren ve bu gerekçeyle sonuca giden içtihadı birleştirme kararına rağmen, ıslahla miktar artırımında zamanaşımının ilk dava tarihine göre hesaplanmaması da çelişkili bir uygulama ve yorum olacaktır.

Diğer yandan aynı usul işlemi olan ıslahla miktar artırımı temerrüt faizi yönünden ek dava sayılmaz iken diğer yandan zamanaşımı için ek dava sayılmış olacaktır. Bu ise aynı usul kurallarının değişik maddi hukuk taleplerinde farklı uygulanması, farklı yorumlara tabî tutularak farklı sonuçlara varılması anlamını taşıyacak ve başka bir boyutta olmak üzere ayrı bir çelişki oluşturacaktır.

Açıkladığımız nedenlerle ıslahla artırılan kısım için zamanaşımının ıslah tarihine göre hesaplanması gerektiği şeklindeki yerleşik uygulamadan 24.05.2019 tarihinde verilen 2017/8 Esas, 2019/3 Karar sayılı bir içtihadı birleştirme kararında varılan sonucun temel gerekçesini oluşturan medeni usul yorumları karşısında artık dönülmesi ve zamanaşımının dava veya ek dava sayılmayan ıslahla miktar artırım tarihine göre değil, davanın açıldığı ilk tarihe göre hesaplanması gerekir.

Açıklanan bu usuli nedenle, ıslahla artırılan kısım için ikinci bozma kararına uyularak ilk dava tarihine göre zamanaşımının dolmadığı kabul edilerek karar verilmesi sonucu itibarıyla doğru olmuştur. Miktar yönünden de bir uyuşmazlık bulunmadığından mahkemece verilen kararın gerekçesi yukarıdaki şekilde düzeltilerek onanması gerekmektedir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle değişik gerekçeyle onama görüşünde olduğumuzdan mahkemenin gerekçeleri tümüyle uygun bulunarak onama yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2022247-e-2024186-k-sayili-karari