ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/202 E., 2023/1138 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/202 E., 2023/1138 K. sayılı kararı
2 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 22.11.2023 tarihli, 2022/202 E., 2023/1138 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2022/202 E., 2023/1138 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2019/248 E., 2019/323 K.

KARAR : Davanın reddine

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 04.07.2019 tarihli ve 2018/2379

Esas, 2019/4330 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı ... fer'î müdahil vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı ... fer'î müdahil vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı ... fer'î müdahil vekilleri tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

1. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili tarafından, damadı Barış’ın ihtiyacı olan 200.000,00 TL'nin temini için bilirkişi raporlarına göre 850.000,00 TL değer biçilen dava konusu 3121 ada 13 sayılı parseldeki 11 nolu bağımsız bölümün teminat olarak tefeci olarak bildikleri dava dışı ....’na şeklen satış suretiyle temlik edildiğini, davalı ...’un devraldığı dava konusu taşınmazı bankaya teminat göstererek 200.000,00 TL kredi çektiğini, çekilen kredi taksitlerinin müvekkilinin damadı Barış tarafından ödendiğini ancak aralarında çıkan anlaşmazlık nedeniyle dava konusu taşınmazın iadesine ilişkin açılacak davalardan kurtulmak amacıyla çekişmeli daireyi muvazaalı olarak davalı ...'a satış göstererek devrettiğini, davalının daireyi hiç görmeden satın aldığını, satış bedeli ile gerçek bedel arasında fahiş fark bulunduğunu ileri sürerek dava konusu 11 nolu bağımsız bölümün tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

2. Fer'î müdahil vekili; dava süreci ve yargılama sonucunda verilecek olan kararın kamu alacaklısı olan müvekkili idarenin hak ve menfaatlerini etkileyeceğinden davaya davacı yanında fer'î müdahil olarak katılma talebinde bulunmuştur.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin taşınmazı internet sitesinde yer alan ilandan bulup satış bedelinin 3.000,00 TL'sini kaparo olarak elden verip 457.000,00 TL'sini satıcının banka hesabına yatırdığını, kalan kısım için de bankadan konut kredisi kullandığını, müvekkilinin tapu kaydına güvenmek suretiyle taşınmazı iyiniyetle satın alan üçüncü kişi konumunda olduğunu, davacı ile yapılan satış işleminin üzerinden üç buçuk yıl geçtikten sonra müvekkilinin taşınmazı satın aldığını, dava dışı ...ile davacı arasındaki ilişkilerin ve şahsi def'ilerin müvekkili açısından bağlayıcı olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 11.07.2017 tarihli ve 2015/145 Esas, 2017/188 Karar sayılı kararıyla; davacı tarafından dava dışı ...ile aralarındaki inançlı işlem iddiasını ispata yarar yazılı bir belge sunulmadığı, sunulan tarihsiz ve imzasız belgenin inançlı işlemin belgesi olarak kabul edilemeyeceği, davalının dava dışı .... ile birlikte hareket ettiğinin kanıtlanamadığı, davalının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun, TMK) 1023 üncü maddesi koruyuculuğundan yararlanacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı ... fer'î müdahil vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 27.03.2018 tarihli ve 2018/145 Esas, 2018/536 Karar sayılı kararıyla; davalının bir taşınmazını satıp ve kredi kullanarak taşınmazı aldığı, buna yönelik tapu senedi ve kredi sözleşmesinin bulunduğu, davalının alımdan sonra davacıya men'i müdahale davası açtığı ve kazandığı, taşınmazın alımından iki yıl sonra tahliye edildiği, alındığı tarihteki değeri ile alım değeri arasında ekspertiz raporu ve bilirkişi raporuna göre fark olduğu, ancak taşınmazın sorunlu olması sebebiyle o tarihte ederinden uyguna satılmasının normal olduğu, gelen iletişim kayıtlarında davalı ile üçüncü kişi ...arasında herhangi bir iletişimin tespit edilemediği, tanık anlatımlarına göre ...ile davalı ... eşi arasında önceye dayalı bir çıkar ve iş birliği ilişkisi olduğunun tespit edilemediği, dolayısıyla davalının tapu kaydına güvenerek taşınmazı alan iyiniyetli üçüncü kişi konumunda olduğu, davacının dava dışı ...ile arasında taşınmaz satışından kaynaklı inanç sözleşmesine dayalı şahsi hakkının bu davanın konusu olmadığı gerekçesiyle istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı ... fer'î müdahil vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"...Davacı ...’in maliki olduğu dava konusu 11 no’lu bağımsız bölümü 27.08.2010 tarihinde dava dışı ...’na, ...’un da 24.12.2013 tarihinde davalı ...’a satış suretiyle temlik ettiği kayden sabittir.

Bilindiği üzere, muvazaa, kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazen aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine ... olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemektedirler (nisbi muvazaa) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir.

Her ne kadar, muvazaayı düzenleyen B.K.nun l8. maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmiyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir.

Hemen belirtmek gerekir ki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Medeni Kanunun 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşai) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasi) bir hüküm durumundadır.

Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb'an dava açan kişi Medeni Kanunun 6. maddesi gereğince bu iddiasını isbat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288 ve 290. maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı kanunun 293. maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi muvazaanın yazılı delille isbat edilmesi gerekir.Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde dahi olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle 5.2.l947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.

Somut olaya gelince; bilindiği gibi iptal ve tescil davalarının taşınmazın kayıt malikine karşı açılması zorunludur. Nitekim, eldeki dava da kayıt maliki ... aleyhine açılmıştır.

Ancak, somut olayın özelliği itibariyle, taşınmazın son maliki bakımından iddianın incelenebilmesi için, davacı ile ilk el durumundaki dava dışı ...arasındaki hukuki ilişkinin muvazaalı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması zorunludur. Ne var ki, davacının çekişmeli taşınmazı devrettiği ilk el durumundaki ... davada yer almamıştır.

Öncelikle belirtilmelidir ki, bir davanın birden fazla kişi tarafından veya birden fazla kişi aleyhine açılabilmesi için aynı tarafta yer alanlar arasında hukuksal bir bağlantının bulunması gerekir. Hukukumuzda bu bağlantı karşılığını dava arkadaşlığı kurumunda bulmakta; zorunlu ve ihtiyari dava arkadaşlığı olmak üzere iki ana başlık altında; zorunlu dava arkadaşlığı da yine kendi içinde maddi ve şekli olmak üzere ikili ayrımla düzenlenmektedir.

Dava konusu olan hak, birden fazla kişi arasında ortak olup da bu hukuki ilişki hakkında mahkemece bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hallerde dava arkadaşlığının maddi bakımdan mecburi olduğunun kabulü gerekir. Diğer bir ifadeyle, bir hakkın birden fazla kişi tarafından birlikte veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasının, zorunlu olduğu hallerde, bu hak dava konusu edildiği zaman o hakla ilgili birden fazla kişi zorunlu dava arkadaşı durumundadır. Dava arkadaşlığının hangi hallerde mecburi olduğu maddi hukuka göre belirlenir. Zorunlu dava arkadaşlığında; dava arkadaşları arasındaki ilişki çok sıkı olduğundan, davada birlikte hareket etmek durumundadırlar. Mahkeme ise, dava sonunda zorunlu dava arkadaşlarının hepsi hakkında aynı ve tek bir karar verecektir. Zorunlu dava arkadaşlığında dava konusu olan hak tektir ve dava arkadaşı sayısı kadar müddeabih bulunmamaktadır.

Bazı hallerde ise, birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı halde, kanun; gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için, birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır ki, bu durumda şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur. Böyle bir davada, dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez.

Açıklanan bu mecburi dava arkadaşlığı halleri dışında ise dava arkadaşlığı ihtiyaridir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun “Mecburi Dava Arkadaşlığı” başlıklı 59.maddesine göre; “(1) Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hallerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır.” hükmü bulunmaktadır.

Şu durumda; maddede açıkça sayılan, dava konusu hak ve borcun ortak olması, birden fazla kişinin ortak bir işlem (örneğin sözleşme) ile borç altına girmiş olması, davanın birden fazla kişi hakkında aynı (veya benzer) sebepten doğmuş olması, hallerinde birden çok kimsenin birlikte dava açması olanaklı olduğu gibi, birlikte aleyhlerine de dava açılabilir.

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacı ile ilk el durumundaki dava dışı ... arasındaki hukuki ilişkinin açıklığa kavuşturulabilmesi için dava dışı ...’un davada yer almasının zorunlu olduğu gözetilmeden sonuca gidilmiş olması hatalıdır.

Hal böyle olunca, ilk el durumundaki ...’nun davada yer almasının sağlanması, ondan sonra yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca davacı ile ... arasındaki temlikin inançlı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, davacı tarafından ...’a yapılan temlikin inançlı olduğunun saptanması durumunda, son kayıt maliki davalı ...’nın 4721 sayılı TMK'nın 1023. maddesi koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacağının değerlendirilmesi, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, bu hususlar gözetilmeksizin yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir..." gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davanın dava dışı ...ile davacı arasındaki işlemin inançlı işlem olduğundan bahisle iptali yönünde açılmış dava olmaksızın ...ve davalı arasındaki 24.12.2013 tarihli satışın muvazaalı yapıldığına ilişkin olarak açıldığı, davacı tarafın dava dışı ...ile arasındaki inançlı işlemden doğan talep hakkı ile ...ve davalı arasındaki işlemin muvazaalı olduğundan bahisle iptali talebinin iki ayrı dava konusu olduğu, muvazaalı işlem sebebi ile tapu iptali ve tescil davasının, inançlı işlemden bağımsız ikinci bir akit olması sebebi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun, HMK) 59 uncu maddesindeki zorunlu dava arkadaşlığı söz konusu olmadığından tapu malikine karşı açılması gerektiği, davacı tarafın her ne kadar dava dışı ...ile arasındaki akdin inançlı işlem olduğunun tespiti davası açmakta hukuki yararı mevcut ise de 6100 sayılı Kanun'un 24 üncü maddesi uyarınca kanunda açıkça belirtilmedikçe hiç kimsenin kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamayacağı, yine 25 inci madde uyarınca kanunda öngörülenler dışında hakim iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alıp hatırlatabilecek davranışlarda bulunamayacağı ve kendiliğinden delil toplayamayacağı, 124 üncü maddesi uyarınca da maddi bir hatadan kaynaklanan ya da dürüstlük kuralına aykırı olmayan tarafın yanlış ve eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanan hâller ve zorunlu dava arkadaşlığı, iştirak hâlinde mülkiyet gibi kanunda yer alan özel hükümler dışında, bir davada taraf değişikliğinin ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkün olduğu ve ıslah yolu ile dahi olsa davaya taraf eklenemeyeceği, davada zorunlu dava arkadaşlığı bulunmadığı gibi iştirak hâlinde mülkiyet söz konusu olmadığından ...'nun davaya dâhil edilemeyeceği, bu yönde karar verildiğinde davacı tarafça davaya dâhil edilmediği taktirde, taraf teşkili sağlanmadığı için davanın usulden reddedilmesinin gerekeceği, davacı tarafın muvazaalı işlemle adına tapu tesis edilen malike karşı dava açması nedeniyle taraf eksikliğinden davanın reddinin mümkün olmadığı, davacı tarafça ...ile arasındaki devrin inançlı işleme dayandığına dair yazılı delil veya delil başlangıcı sunulmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı ... fer'î müdahil vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

1. Davacı vekili; bozma kararıyla yol gösterilmesine rağmen, mahkemece birbiriyle çelişen ifadelere yer vererek hatalı gerekçe ile direnme kararı verildiğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

2. Fer'î müdahil vekili; dosya kapsamı ve toplanan delillerden üçüncü kişi ile davalı arasındaki muvazaa ilişkisinin kanıtlandığını ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacı ile ilk el durumundaki dava dışı ...arasındaki hukuki ilişkinin açıklığa kavuşturulabilmesi için dava dışı ...’nun davada yer almasının zorunlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6100 sayılı Kanun'un 59 uncu maddesi

2. 4721 sayılı Kanun'un 6 ncı maddesi

3. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun, TBK) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Kanun, BK) 18 inci] maddesinin birinci fıkrası

4. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 05.02.l947 tarihli ve 20/6 sayılı kararı 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı

2. Değerlendirme

1. Dava inançlı işlem ve muvazaa hukuksal nedenine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

2. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal mevzuatın irdelenmesinde fayda bulunmaktadır.

3. Sözleşmeler kural olarak tarafların karşılıklı ve ... iradeleri ile meydana gelir. Ancak bu irade ile beyan her zaman birbiri ile örtüşmeyebilir. Bu uygunsuzluk hâli istem dışı oluşabileceği gibi, taraflar bilerek ve isteyerek de iradeleri ile beyanları arasında uygunsuzluk yaratabilirler.

4. Muvazaa olarak adlandırılan bu ikinci durum öğreti ve uygulamada çok çeşitli şekillerde ifade edilmiştir. Muvazaa, Türk Hukuk Lûgatında; “Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belge, danışıklı işlem” olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı:Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, s. 819). Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına” muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa; “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (7.10.1953 tarihli ve 8/7 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır”.

5. Yukarıdaki tanımların ortak noktasından yola çıkıldığında muvazaalı bir hukukî işlemden bahsedebilmek için; tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti, taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesinin bulunması gerektiği muhakkaktır.

6. Muvazaa, “mutlak muvazaa”, “nispi muvazaa” gibi çeşitli türlere ayrılır. Tarafların gerçekte bir işlem yapmayı düşünmemelerine rağmen, sırf üçüncü kişilere karşı onları aldatmak amacıyla, işlem yapmış gibi gözükmek için, görünürde bir işlem yapmalarına “mutlak muvazaa” denir. Nispi muvazaada ise; taraflar aralarında yaptıkları bir sözleşmeyi kendi iç iradelerine uymayan ve dışarıya karşı yaptıkları başka bir işlemle gizlerler. Eş söyleyişle, nispi muvazaada taraflar görünürdeki işlem arkasında gerçek iradelerine ... olmayan gizli bir işlem yaparlar (Fikret, Eren: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2018, s. 370).

7. Pozitif hukukumuzda muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçlarını düzenleyen bir kanun metni bulunmamaktadır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) “Sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler” başlıklı 19 uncu maddesinde; bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradelerinin esas alınacağı hüküm altına alınmıştır. 6098 sayılı Kanun'un 19 uncu maddesi ile sadece nispi muvazaa düzenlenmiş olup, bu maddede mutlak muvazaa hükme bağlanmamıştır. Toplum ihtiyaçlarının zorlaması ile mutlak muvazaa öğreti ve uygulamada yerini almış, bu husustaki ilkeler yargısal içtihatlarla şekillenmiştir (Eraslan, Özkaya: Açıklamalı- İçtihatlı İnançlı işlem ve Muvazaa Davaları, Ankara 2020, s. 184 vd.).

8. Muvazaalı sözleşmeler yapıldıkları andan itibaren geçersiz olduğundan kural olarak taraflar arasında herhangi bir hüküm ve sonuç doğurmazlar. Bu nedene dayalı olarak açılan dava sonucunda mahkemece verilecek kararlar yenilik doğurucu değil açıklayıcı niteliktedir. Hükümsüzlüğe bağlanan bu sonuç muvazaalı sözleşmenin taraflarına ilişkindir. Kural olarak üçüncü kişiler muvazaalı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukukî işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilir. Çünkü muvazaalı bir hukukî işlem ile üçüncü kişilere zarar verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir.

9. Öte yandan, 4721 sayılı Kanun'un 1022 nci maddesinde belirtildiği üzere ayni haklar tapu kütüğüne tescil ile doğar; sıra ve tarihlerini de bu tescile göre alır. Başka bir ifadeyle tapulu bir taşınmazın mülkiyeti sebebe bağlı bir işlemle kazanılır ve dayanak yapılan bu hukuki sebep tapu kütüğünün bir parçasını oluşturur. Bu nedenle de bu hukuki sebebin varlığını ve geçerliliğinin korunması zorunludur. Muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir ve tapu kaydının da Medeni Kanun'un 1025 inci maddesine göre iptali gerekir. Elbette bu kuralın istisnalarından biri de 4721 sayılı Kanun'un 1023 ve 1024 üncü maddelerinde düzenlenen ve tapu sicilindeki kayda iyiniyetle güvenerek ayni hak kazanan kişinin kazanımının korunmasıdır.

10. İnançlı işlem ise kavram olarak, Türk Hukuk Lûgatında; "hukuki sonuçları taraflarca bilinen ve ekonomik amaçları aşan, böylece hak edinilecek kişiyi durumu bilmeyen üçüncü kişiler önünde ya da karşısında daha iyi duruma getiren hukuki işlem, itimada müstenit hukuki muamele" şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 573).

11. Bilindiği üzere Türk Hukukunda inançlı işlemleri de doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Ancak uygulama ve öğretide, 6098 sayılı Kanunu’nun 26 ncı (mülga 818 sayılı Kanunu’nun 19 uncu) maddesinde yer alan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi kapsamında inançlı sözleşmelerin düzenlenebileceği ve geçerliliği kabul edilmektedir. İnançlı işlemlerde inanan ve inanılan taraf, inanç sözleşmesinin konusunun mülkiyetinin önce inanılana geçmesi; ardından inanana geri dönmesi hususunda anlaşırlar. Hukuk Genel Kurulunun 17.05.2000 tarihli ve 2000/2-888 Esas, 2000/885 Karar sayılı kararında belirtildiği gibi inançlı işlemler, bir kimsenin menfaatinin başkası tarafından korunması veya teminat sağlamak amacıyla ona bazı hakları ciddi olarak devrettiği, ancak hakları iktisap edenin bunlardan doğan bazı yetkileri hiç kullanmaması, bazılarını da ancak önceden hak ve hâlen menfaat sahibi olanın gösterdiği biçimde kullanmak zorunda olması hususunda tarafların anlaştığı işlemlerdir. Görüleceği üzere inançlı işlem güven esasına dayanan bir hukuki işlemdir. Taraflar birbirlerine duydukları güven sonucu bir malın mülkiyetini sözleşmenin karşı tarafına geçirir ve daha sonrasında bu malın kendisine geri döneceğine güvenir. Hatta inanan, malın kendisine döneceğine güvenen kişi olarak tanımlanır.

12. İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi hâlinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

13. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere mal varlığına dâhil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

14. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı inanç sözleşmesi ile alan kimsenin ise borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır. Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez. İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine ... bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir (6098 sayılı Kanun, md. 97). Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 26 ve 27 nci (818 sayılı Kanun md. 19 ve 20 ) maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

15. Ancak, Türk hukukunda taşınmazlara ilişkin tasarruf işlemleri tapu müdürlüklerinde resmî şekilde yapılabilmektedir. Bu nedenle taşınmaz mülkiyetinin nakli tapuda inançlı temlik yoluyla yapılamamaktadır. Bu durum da taşınmazların inançlı devrinin muvazaa ile karıştırılmasına neden olmakta ve pek çok sakıncayı beraberinde getirmektedir. Hak sahipleri, taşınmazı inançlı olarak devretmek istemelerine rağmen tapu müdürlüklerinin bu işlemi yapamaması nedeniyle taraflar tapuda işlemi genellikle satış sözleşmesi şeklinde yapmakta, gerçek iradelerini yansıtan ve gizli işlem olarak gözüken inanç sözleşmesi ise şekil şartını taşımadığından taşınmazların inanç sözleşmesiyle devri mümkün olmamaktadır.

16. Bu nedenle taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde, inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağı ve sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi hâlinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağı önem taşımakta olup, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.

17. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hâllerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekâlet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmî senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Kanunu’nun 18 inci maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına ... düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna hükmolunmuştur.

18. İçtihadı birleştirme kararlarının konularıyla sınırlı, gerekçeleri ile yol gösterici ve sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması hâlinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

19. İnançlı işlem, muvazaadan ayrı bir kavramdır ancak muvazaalı işlem ile birlikte yapılabilir. Yine inançlı işlem konusu taşınmazın muvazaalı devredildiği iddiasıyla da tapu iptali ve tescil davası açılabileceği gibi inançlı işlemden kaynaklı istek yanında başka isteklerin de dava konusu edilmesi mümkündür.

20. Eldeki davada, davacı taraf dava dışı ...ile yapılan inanç sözleşmesi gereğince taşınmazın bu kişiye satış suretiyle temlik edildiğini, adı geçen kişinin de inanç sözleşmesine aykırı ve muvazaalı olarak taşınmazı davalıya satış suretiyle temlik ettiğini ileri sürerek kayıt maliki olan davalıya karşı tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Davacı ...’in maliki olduğu dava konusu 11 no.lu bağımsız bölümü 27.08.2010 tarihinde dava dışı ...’na, ...'nun da 24.12.2013 tarihinde davalı ...’a satış suretiyle temlik ettiği dosya kapsamından kayden sabittir. Bu durumda gelinen aşama itibari ile muvazaa davasının kimlere karşı açılabileceği ve davalılar arasındaki ilişkinin niteliği üzerinde durularak konunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

21. Bir davada davacı ... davalı olmak üzere daima iki taraf bulunur. Davada taraf olarak gösterilen bu kişilerin gerçekten o dava ile ilgili olup olmadığı ise taraf sıfatı ile ilgilidir. Sıfat, dava konusu subjektif hak olan dava hakkı ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti, davayı takip yetkisi davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı dava konusu subjektif hakka yöneliktir. Bir subjektif hakkı dava etme yetkisi kural olarak o hakkın sahibine ait olduğundan davacı sıfatı (aktif husumet), yani davacı olma yetkisi de o hakkın sahibine ait olacaktır. Bir subjektif hak kendisinden davalı olarak istenebilecek kişi ise, o hakka uymakla borçlu olan kişiye (davalı sıfatı, pasif husumet) ait olacaktır ( Baki, Kuru: Medeni Usul El Kitabı, Ankara 2020, C.I, s. 332). Mahkemenin de taraflar arasındaki dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için bu kişilerin o davada gerçekten davacı ... davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ... davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemeyeceğinden, dava sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu subjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak görünen kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def'i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir olgudur. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 27.01.2016 tarihli ve 2014/13-684 Esas, 2016/106 Karar; 30.11.2021 tarihli ve 2018/(20)8-343 Esas, 2021/1515 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

22. Bazen bir davanın bir ya da her iki tarafında, birden fazla kişi bulunabilir. Bir tarafta bulunan birden fazla kişiye “dava arkadaşları”, bunlar arasındaki ilişkiye de “dava arkadaşlığı” denir (Kuru, s.936).

23. Dava arkadaşlığı, “mecburi dava arkadaşlığı” ve “ihtiyari dava arkadaşlığı” olarak ikiye ayrılırken, hükmün etkisi bakımından mecburi dava arkadaşlığı ise; “maddi bakımdan mecburi dava arkadaşlığı” ve “şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı” olarak ikiye ayrılmaktadır. Maddi bakımdan mecburi dava arkadaşlığı, maddi hukuka göre bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesinin zorunlu olduğu hâllerde söz konusu iken; şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı ise, kanunun özel hükümleri ve davanın niteliğinden kaynaklanan, birden fazla kişiye karşı dava açılmasının ve yürütülmesinin zorunlu olduğu durumlarda oluşur. Şekli dava arkadaşlığı, gerçeğin tam olarak ortaya çıkarılması ve taraflar arasındaki ilişkinin doğru karara bağlanmasını sağlamak için kabul edilmiştir. Bu durumda, dava konusu hukuki ilişki hakkında bütün dava arkadaşlarına yönelik tek ve aynı doğrultuda bir karar verme zorunluluğu yoktur. Ayrıca dava arkadaşlarının yaptıkları usuli işlemler birbirinden bağımsızdır. Dava arkadaşlığının hangi hâllerde zorunlu (mecburi) olduğu hususu ise tamamen maddi hukuka göre belirlenecektir.

24. Dava, bütün mecburi dava arkadaşlarına karşı değil de bunlardan birine veya bir kaçına karşı açılmış ise, davalı durumundaki kişinin veya kişilerin, bu davada yalnız başına davalı sıfatı yoktur; davalı sıfatı mecburi dava arkadaşlarının tümüne aittir. Ancak bu hâlde, dava sıfat yokluğundan hemen reddedilmez. Mahkemenin, davayı diğer mecburi dava arkadaşlarına da teşmil etmesi için davacıya kesin süre vermesi, davacı bu süre içinde davayı diğer mecburi dava arkadaşlarına da teşmil ederse, davaya devam etmesi gerekir (Kuru, s. 947).

25. Bilindiği üzere tapu iptali ve tescil davaları kural olarak tapu sicilinde adına tescil işlemi gerçekleştirilmiş kişi ya da kişiler aleyhine açılır. Bu husus tapunun iptaline karar verilmesi hâlinde kararın infazının temini bakımından zorunlu olup, duruma göre ilgili köy, belediye veya orman yönetimi ya da Hazineye husumet yöneltilmesi de gerekebilir. Yine kayıt malikinin ölmesi durumunda husumetin mirasçılarına yöneltilmesi gerekir. Hasmın doğru belirlenebilmesi için her somut olayın özelinde inceleme yapılması gerekmektedir.

26. Muvazaa davalarında mahkemelerin görev ve yetkisi, taraf ve dava ehliyeti gibi konular genel usul hükümlerine tabidir. Muvazaanın tespiti sözleşmeyi yapan kişilerin gerçek iradelerinin belirlenmesine dayandığından sadece kayıt malikinin değil, sözleşmenin tüm taraflarının (devreden borçlu ile devralıp şeklen kayden görünen malik) davalı olarak gösterilmesi gerekmektedir. Çünkü, muvazaalı sözleşmeyi yapanlar, üçüncü kişiler aleyhine el birliği içerisinde bir haksızlık yaparak onları zarara uğratmışlardır. Bu nedenle, üçüncü kişilerin açtıkları muvazaa davalarında, muvazaalı sözleşmeye iştirak eden tüm tarafların hasım gösterilmesinde, olayın daha iyi aydınlatılması ve ispat bakımından fayda vardır. Ayrıca, hukuki işlemin taraflarının tümü yönünden muvazaa olgusunun kanıtlanması gerekir. Muvazaalı temlik edilen mal veya taşınmaz birçok defa el değiştirmiş ise somut olayın niteliğine göre kötüniyet zincirinin tespiti, araya iyiniyetli kişilerin girmesi suretiyle bu zincirin kopup davacı ile son malik arasında mülkiyet yönünden hukuki irtibatın kesilip kesilmediğinin, ara malik ile yapılan sözleşmenin de muvazaalı olup olmadığının tespiti bakımından, son kayıt maliki yanında diğer ara maliklerin tümünün davalı gösterilmesinde de fayda, hatta zorunluluk vardır (Özkaya, 234). Bu zorunluluk talebin özünden doğan şekli biçimsel zorunluluktur. Davalılar davaya konu edilen hukuki ilişki nedeniyle şekli bakımdan mecburi dava arkadaşı olup, elbette bütün davalılar hakkında aynı şekilde tek bir karar verme zorunluluğu yoktur. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.02.2022 tarihli ve 2019/(17)4-854 Esas, 2022/200 Karar sayılı kararında da benimsenmiştir.

27. Yine somut olayda olduğu gibi, inançlı işlem konusu olduğu iddia edilen mal, üçüncü kişiye devredilmişse, davanın kayıt maliki yanında inanılana da yöneltilmesi gerekmektedir. Zira inançlı işlem konusu malın muvazaalı olarak devredildiği iddiası nedeniyle son kayıt maliki aleyhine (eldeki davada ikinci el) açılan davanın dinlenebilmesi için öncelikle davacı ile ilk el arasındaki temlikin inanç sözleşmesine dayalı olduğunun kanıtlanması gerekmektedir. Öncelikle inanç ilişkisinin ispatı gerektiğinden davanın, inanılana da yöneltilmesi veya ayrı bir dava açması, açtığı takdirde dava dosyasının birleştirilmesi gerekmektedir.

28. Yukarıda açıklanan nedenlerle, ilk el durumundaki ...’nun davada yer almasının sağlanması, ondan sonra yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca davacı ile ...arasındaki temlikin inançlı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, davacı tarafından ...’a yapılan temlikin inançlı olduğunun saptanması durumunda, son kayıt maliki davalı ...’nın 4721 sayılı TMK'nın 1023 üncü maddesi koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacağının değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.

29. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; tapu iptali ve tescil davalarının kural olarak son kayıt malikine açılması gerektiği, davacının bu davada inançlı işlemin varlığını ve davalının taşınmaz ediniminin iyiniyetli olmadığını bilebilecek durumda olduğunu ispatlayarak tapunun iptal edilmesini sağlayabileceği, ispat yükü kurallarına göre önceki malik ...'un davada yer almasınının zorunlu olmadığı gibi gerek maddi hukuk kuralları gerekse mecburi dava arkadaşlığına ilişkin usul kurallarının da bunu gerekli ve zorunlu kılmadığından direnme kararının ... olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

30. Hâl böyle olunca İlk Derece Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı ... fer'î müdahil vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,

22.11.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

"K A R Ş I O Y"

Dava arkadaşlığı birlikte dava açılmasının bir çeşidi olup subjektif dava birleşmesi niteliğindedir. Subjektif dava birleşmesi sayılan dava arkadaşlığında davacı veya davalı tarafta birden fazla kişi bulunmakta bu durum dava arkadaşlığı olarak adlandırılmaktadır.

Dava arkadaşlığı ihtiyari dava arkadaşlığı ve mecburi dava arkadaşlığı olarak ikiye ayrılır. Mecburi dava arkadaşlığı, maddi hukuk kurallarının usul hukukuna yansıması niteliğinde olup asıl kaynağını maddi hukuk kuralları oluşturur. Bir hakkın birlikte kullanılması zorunlu ise davacılar arasında, bir hakkın birden fazla kişiye karşı ileri sürülmesi zorunlu ise davalılar arasında mecburi dava arkadaşlığı vardır.

Maddi bakımdan mecburi dava arkadaşlığı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 59/1 inci maddede düzenlenmiş olup, maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır.

Mecburi dava arkadaşlığından söz edebilmek için birlikte dava açılmasını zorunlu kılan bir hükmün varlığı gerekir. Örneğin el birliği mülkiyetinde el birliğiyle malik olanların birlikte dava açması veya tüm el birliği maliklerine birlikte dava açılması hâli mecburi dava arkadaşlığıdır. Buradaki mecburi dava arkadaşlığının asıl nedeni maddi hukuk kurallarının hakkın özündeki bütünlük nedeniyle dava arkadaşlarını birlikte hareket etmekle yükümlü tutmuş olmasıdır.

Maddi hukukun maddi içerikli kurallarında bu şekilde hakkın özünde bütünlük içeren bir hüküm bulunmadığı hâlde, maddi hukukun şekli içerikli kuralları nedeniyle (Örnek: TMK 713/3 üncü madde) birlikte dava açılmasını gerekiyor ise o takdirde şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusu olacaktır.

Davanın birden fazla kişiye karşı birlikte açılması gereken hâllerde davada taraf olarak yer almayan kimselerin davaya dâhil edilmesi gerekir. Bu durumda hâkim bu kişilerin davaya dâhil edilmesi için davacı tarafa süre verebilecek ve bu kişilerin davaya dâhil edilmemesi hâlinde taraf teşkili sağlanmamış olacaktır.

Mecburi dava arkadaşlığı taraf sıfatıyla da ilgili olduğundan, taraf sıfatı (husumet) üzerinde de durulmalıdır. Taraf sıfatı maddi hukuktan kaynaklanan, uyuşmazlığa konu hakkın sahibi ve yükümlüsünün kim olduğuyla ilgili bir kavramdır. Bir hakkın alacaklısı ve borçlusu maddi hukuka göre belirlenecek ise de bu hak bir davaya konu edildiğinde hakkın alacaklısı davacı, hakkın borçlusu yani yükümlüsü ise davalı durumunda olacaktır.

Dava açan kişi bu hakkın alacaklısı olmadığı hâlde dava açmış ise davacı sıfatının yokluğu, hakkın borçlusu yani yükümlüsü olmayan kişiye dava açılmış ise davalı sıfatının yokluğu söz konusudur. Davacı sıfatının yokluğu aktif husumet yokluğu, davalı sıfatının yokluğu ise pasif husumet yokluğu olarak da adlandırılır. Davalının taraf sıfatı bulunmadığı bir itiraz olarak anlaşılmış ise artık davanın esası için delillerin toplanmasına gerek olmayacağından doğrudan husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekecektir.

İleri sürülen hak, birlikte hareket etmek zorunda olan bir topluluğa ait ise bu toplulukta yer alan kimselerin tamamı taraf sıfatına sahip olacak ve husumetin de tamamına yöneltilmesi gerekecektir. Bu durumda davalılar arasında mecburi dava arkadaşlığı bulunmakta ise de ileri sürülen hakkın birlikte hareket etmek zorunda olan topluluğa ait olmadığı durumlarda mecburi dava arkadaşlığı bulunduğundan söz edilemeyeceğinden diğer kişilerin davaya dâhil edilmesi zorunluluğundan da söz edilemez.

Tapu iptali ve tescil davalarında davalı sıfatı tapu kaydında taşınmazda malik görünen yani hakkın sahibi görünen kişiye ait olup öncesinde taşınmazı devretmek suretiyle malik olmaktan kayden malik olmaktan çıkmış bulunan ara maliklerin davaya dâhil edilmesi gerekmemektedir. Zira ara malikler ile son malik arasında hakkın sahibi olmak konusunda bir ortaklık bulunmadığı gibi, taşınmazı devretmekle hakın sahibi olmaktan çıkan kimsenin taraf sıfatı da ortadan kalkmaktadır.

Ara maliklerin davaya dâhil edilmesi gerekip gerekmediğini ispat yükü kurallarıyla da değerlendirmek gerekir. Davacı açtığı davada taşınmazı devreden önceki malike karşı ileri sürebileceği bir hakkın varlığını (irade bozukluğu, inançlı işlem, muris muvazaası vb.) kayıt maliki olan davalıya karşı da ileri sürüp ispatlayabilecek bunun yanında son kayıt malikinin iyiniyetli olmaksızın bu taşınmazı edindiğini de ispatlamak durumunda olacaktır.

Taşınmazı devreden ara malikin son kayıt maliki aleyhine açılan davada taraf olarak yer alması davacı veya davalı bakımından bir avantaj veya dezavantaj da sağlamayacaktır. Zira ara malik davada yer alsa ve gerek ikrar nitelikli beyanda bulunma gerekse yeminden kaçınma suretiyle davacı lehine deliller ortaya çıksa bile davacı diğer davalı yönünden bu delillerden yararanamayacak ve bu davalıya karşı aynı iddiaları ispat yükü altında olacaktır. Zira davacının asıl ispat yükü altında olduğu kişi tapuda hakkın sahibi olarak gözüken son kayıt maliki olup ara malikin savunma biçiminden ortaya çıkan delillerle bu ispat yükünün son kayıt malikine karşı da yerine getirilmiş sayılması mümkün değildir.

Davacı son kayıt malikine karşı ispat yükü altında olduğuna göre ara malikin davada yer almasını yargılama usulü bakımından bir yarar getirmeyeceği de açıktır. Yargılama usulü bakımından gerekmediği hâlde davacının ara maliki davaya dâhil etmeye zorlanması davanın reddine karar verilmesi hâlinde kendisine fazladan yargılama gideri külfeti de yükleyecektir. Özellikle ret sebebinin farklı olması hâlinde ayrı vekâlet ücreti verilebilecek olması bu külfeti daha da ağırlaştıracaktır.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davacı taraf dava dışı ...ile aralarında taşınmazın daha sonra iade edilmesine yönelik verilen güvene dayalı olarak bu kişiye devir yapıldığını belirterek aralarnda inançlı işlem bulunduğunu ancak davalının da hiç görmeden taşınmaz satın aldığını belirterek son kayıt maliki davalıya husumet yönelterek dava açmıştır. İleri sürülen inançlı işlem davalı ... ile olmayıp önceki malikle davacı arasında ise de davacının ileri sürdüğü hakkın kayden sahibi görünen ve bu nedenle taraf sıfatına sahip olan kişi davalıdır.

Davacı bu davada inançlı işlemin varlığını ve davalının taşınmaz ediniminin iyiniyetli olmadığını bilebilecek durumda olduğunu ispatlayarak tapunun iptal edilmesini sağlayabilecektir. İspat yükü kuralları önceki malik ...’un davada yer almasını zorunlu kılmadığı gibi gerek maddi hukuk kuralları gerekse mecburi dava arkadaşlığına ilişkin usul kuralları da bunu gerekli ve zorunlu kılmamaktadır. Bu durumda dava dışı önceki malikin davaya dâhil edilmesi zorunluluğu bulunmadığından bu yöndki bozmaya karşı önceki hükümde direnilmesi isabetli olmuştur.

Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme ... bulunarak işin davalı ... yönünden esası incelenmek üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan davaya dâhil edilme zorunluluğu olduğu kabul edilerek özel daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2022202-e-20231138-k-sayili-karari