Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/1268 E., 2023/1189 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 29.11.2023 tarihli, 2022/1268 E., 2023/1189 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2022/1268 E., 2023/1189 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2022/267 E., 2022/895 K.
KARAR : Temyiz dilekçesinin kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 23.12.2021 tarihli ve
2021/8666 Esas, 2021/9958 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasında birleştirilerek görülen boşanma davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince her iki davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı-birleşen davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulüne karar verilerek; İlk Derece Mahkemesi kararının kusur belirlemesi, tazminatlar ve yoksulluk nafakasına ilişkin hükümlerinin kaldırılmasına ve yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle taleplerin reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı-birleşen davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı-birleşen davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
1. Davacı 12.01.2016 tarihli dava dilekçesinde; davalı ile 31.10.2013 tarihinde evlendiklerini, ortak bir çocuklarının bulunduğunu, eşinin ailesinin sözünden çıkmadığını, kendisini küçük gördüğünü, çıkan anlaşmazlıklarda kendisini korumadığını, ailesinin yanlışlarına rağmen "onlar büyük" diyerek ailesini savunduğunu, evlilik birliğinin devamı için kendisi tarafından gösterilen çabanın davalı tarafından gösterilmediğini, ortak çocuk doğduğunda davalı ile iki ay ayrı yaşadıklarını, yeni ... bebeğini düşündüğü için eve geri döndüğünü, davalının verdiği sözlerde durmadığını, en küçük şeylerden kavga çıkararak kendisini "babanı ve abini öldürürüm, çocuğunu sana göstermem" şeklinde sözlerle tehdit ettiğini, sürekli aşağılayarak evdeki huzur ortamını yok ettiğini, eve döndükten sonra yaşanan bu olaylara ancak üç ay dayanabildiğini, sonrasında evden ayrılarak ailesinin yanına yerleştiğini, hamile olduğu dönemde dahi davalının kendisine şiddet uyguladığını, sancılı hâlde iken bile dövdüğünü ileri sürerek davalı ile boşanmalarına, velâyetin kendisine verilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
2. Davalı 06.04.2016 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkarla, davacının ailesinin evliliğe onay vermemesi nedeniyle eşi ile kaçarak evlendiklerini, eşinin ailesi ile görüşmediği iki yıllık dönemde hiçbir sorunlarının bulunmadığını, ne var ki görüşmeye başladıktan sonra davacıyı kendisine karşı kışkırttıklarını, evliliğe müdahale ettiklerini, ayrıca davacının evde yalnız olduğu zamanlarda evde dolaşan birilerinin olduğundan bahsederek bundan korktuğunu söylediğini, bu nedenlerle ilaç tedavisine başlandığını, davacının hamileyken ve çocuk doğduktan sonra annesinin yardımlarıyla rahat edeceğini söyleyip baba evine gittiğini, başlangıçta bu duruma olumlu baktığını ancak gün geçtikçe davacının kendisini arayıp sormamaya başladığını, ortak çocuğu kendisine göstermediğini belirterek kendisinin de davacıdan boşanmak istediğini ancak küçük çocuğun velâyetinin kendisine verilmesini savunmuştur.
3. Davacı vekili 26.04.2016 tarihli cevaba cevap dilekçesinde; müvekkilinin muhasebeci olduğunu, evlilik süresince çalışması karşılığı elde ettiği gelirinin eşi tarafından elinden alındığını, davalının müvekkiline psikolojik, ekonomik, sözel ve fiziksel şiddet uyguladığını, başının açık olması nedeniyle kapanması için baskı yapıldığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, velâyetin anneye verilmesine, çocuk yararına 400,00 TL tedbir-iştirak, müvekkili yararına 400,00 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 50.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BİRLEŞEN DAVA
1. Davalı-birleşen davacı vekili 23.05.2016 tarihli birleşen dava dilekçesinde; tarafların 31.10.2013 tarihinde evlendiklerini, ortak bir çocuklarının bulunduğunu, severek evlenen eşlerin ilk iki yıl çok mutlu olduklarını, bu arada kadın eşin yalnız olduğu zamanlarda evde dolaşan birilerinin olduğundan bahsederek müvekkiline yalnız kalmaktan korktuğunu söylediğini, bu rahatsızlığı nedeniyle tedaviye başlandığını, evlendikten sonra ailesi ile görüşmeyen kadın eşin hamilelik ve yeni doğum sürecinde ailesi ile görüşmeye başladığını, bundan sonra eşine karşı olan tavırlarının değiştiğini, ortak konutu ihmal ederek ailesinin yanında yaşamaya başladığını, evlilik süresince eşinin ailesinin müşterek haneye gelmesine izin vermediğini, ev işlerini müvekkiline yaptırdığını, eşini sürekli aşağıladığını, haklı bir sebep olmaksızın evi terk ederek ailesinin yanına gittiğini, fiili ayrılık döneminde ortak çocuğu babasına göstermediğini, 03.05.2016 tarihinde tarafların hastanede karşılaştıkları bir anda kadının eşine "seni boşayacağım, çocuğu göstermeyeceğim, senden tazminat ve nafaka alacağım, paranı ailemle çatır çatır yiyeceğim" şeklinde sözler sarfettiğini, sonrasında karakola giderek müvekkili hakkında asılsız iddialarda bulunduğunu ileri sürerek tarafların boşanmalarına, velâyetin babaya verilmesine, müvekkili yaraına 60.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
2. Davacı-birleşen davalı vekili 28.07.2016 tarihli birleşen davaya cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, dava ve cevaba cevap dilekçelerini tekrar ettiklerini belirterek birleşen davanın reddine, asıl davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 05.06.2018 tarihli ve 2016/21 Esas, 2018/368 Karar sayılı kararı ile; tarafların 31.10.2013 tarihinde evlendikleri, ortak bir çocuklarının bulunduğu, toplanan bütün bilgi ve belgeler ile özellikle tanık anlatımları birlikte değerlendirildiğinde kadının kayınvalidesini evde istemediği ve bunu açıkça dile getirdiği, buna karşılık erkeğin de eşini tehdit ettiği, hakaret ve şiddet uyguladığı, eşinin ailesini küçük gördüğü, hâl böyle olunca boşanmaya sebep olan olaylarda kadının az erkeğin ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle her iki davanın kabulüne, tarafların boşanmalarına, velâyetin anneye verilmesine, çocuk yararına 250,00 TL tedbir-iştirak, kadın yararına 400,00 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 20.00,00 TL maddi, 15.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı-birleşen davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 09.06.2021 tarihli ve 2018/3370 Esas, 2021/992 Karar sayılı kararı ile; taraf dilekçeleri ve tüm dosya içeriğinden kadının çocuğun doğumundan sonra evden ayrıldığı ve çocuk iki aylık olduktan sonra geri döndüğü, nüfus kaydının incelenmesinde çocuğun 04.08.2015 doğumlu olduğunun anlaşılması karşısında kadının erkek kardeşi olan tanık ...’ın beyanlarında kardeşinin ortak konuttan 2015 Şubat veya Mart ayı gibi ayrıldığının belirtildiği, yine kadının annesinin beyanları ile kadının diğer tanıklarının beyanlarının şiddet ve hakarete yönelik olaylar yönünden çeliştiği, tarih ve yer olarak soyut olduğu, olayların tarafların barışmalarından sonraki dönemde gerçekleştiğinin açık ve net bir şekilde belli edilmediği, yine ...’ın ifadesindeki telefon konuşmasında geçen hakaret ve tehditlerden sonra erkeğin eşini ve çocuğunu alarak götürdüğünün beyan edildiği, hâl böyle olunca kadın tarafından barışmadan sonraki döneme ilişkin ileri sürülen fiziksel şiddet iddiasının kanıtlanamadığı, buna karşılık kadının eşi hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına yapmış olduğu "hakaret, basit yaralama ve müşterek çocuğa kötü muamelede bulunma" gibi suçlamalara ilişkin şikâyetler hakkında takipsizlik kararı verildiği, dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde tarafların karşılıklı olarak ortak çocuğu birbirlerine göstermemekle tehdit etmelerinin yanında, kadının kayınvalidesini müşterek haneye istemediği, eşine karşı kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararlarla sonuçlanan suçlamalarda bulunduğu, buna karşılık erkeğin de tarafların ayrı yaşamaya başlamalarından sonra kadının istememesine rağmen kadını konuşmaya zorladığı, gerçekleşen olaylara göre eşlerin eşit kusurlu oldukları, eşit kusurlu eş yararına tazminat ödenmesine karar verilemeyeceği, ayrıca kadının düzenli gelir elde ettiği bir işte çalışması nedeniyle eşi ile ekonomik anlamda denk olduğu gerekçesiyle, davalı-birleşen davacı erkek vekilinin kusur belirlemesi, kadın eş yararına hüküm altına alınan tazminatlar ve yoksulluk nafakasına yönelik istinaf talebinin kabulü ile yoksulluk nafakasının reddine, eşit kusur nedeniyle de tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir.
VI. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı-birleşen davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "...1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davacı-davalı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Mahkemece, tarafların eşit kusurlu olduğu kabul edilerek boşanmalarına karar verilmiş ise de; yapılan yargılama ve toplanan delillerden, mahkemece tarafların belirlenen ve gerçekleşen kusurlu davranışları yanında davalı-davacı erkeğin süreklilik arzeder şekilde kadına yönelik şiddet, hakaret ve tehdidinin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna göre evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda erkeğin kadına nispeten ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu husus gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu tarafların eşit kusurlu kabulü doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.
3-Yukarıda 2. bentde açıklandığı üzere; boşanmaya sebebiyet veren vakıalarda davalı-davacı erkek ağır kusurlu olup, bu kusurlu davranışlar aynı zamanda davacı-davalı kadının kişilik haklarına zarar verici niteliktedir. TMK 174/1-2 nci madde koşulları kadın yararına oluşmuştur. Tarafların ekonomik ve sosyal durumları, kusurun ağırlığı ve hakkaniyet kuralları gözetilerek kadın yararına uygun miktarlarda maddî ve manevî tazminata hükmedilmesi gerekirken yanılgılı kusur belirlemesine bağlı olarak bu taleplerin reddi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
4-Boşanan eş yararına yoksulluk nafakasına hükmedebilmek için, nafaka talep eden eşin boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olması gerekir (TMK m. 175). Bölge adliye mahkemesi ilgili hukuk dairesince davacı-davalı kadının sosyal güvenceli ve düzenli geliri bulunan bir işte çalıştığı, yoksulluk nafakası şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle kadının yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmişse de; davacı-davalı kadın hakkında yapılan ekonomik ve sosyal durum araştırma tutanağında, kadının çalışmadığı, gelirinin bulunmadığı belirtilmiştir. Sosyal güvenlik kurumu kayıtlarından kadının çalıştığı anlaşılmaktadır. O halde, kadının çalıştığı anlaşılan kurumdan gerekli araştırma yapılarak; kendisini yoksulluktan kurtaracak düzeyde düzenli ve sürekli bir gelirinin olup olmadığının, işten ayrılmışsa kendi isteği ile mi yoksa zorunlu olarak mı ayrıldığı hususları araştırılarak boşanma yüzünden yoksulluğa düşüp düşmeyeceğinin belirlenmesi, gerçekleşecek sonucuna göre kadının yoksulluk nafakası talebi hakkında karar verilmesi gerekirken, bu konuda eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir,..."
gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; somut olayda tarafların barışıp evlilik birliğini sürdürmeleri sonrasında yeni bir şiddet olayı olmadığı gibi yer ve zaman belirtmeyen soyut tanık beyanlarıyla erkeğin süregelen bir şiddet uyguladığının ispatlanamadığı, yerleşik içtihatlar dikkate alındığında barışma neticesinde affedilen veya en azından hoşgörü ile karşılanan olayların taraflara kusur olarak yüklenemeyeceği hususunun tartışmasız olduğu, ayrıca yoksulluk nafakasının reddine ilişkin bozma kararına karşı da kadının resmî kayıtlarla çalıştığının ispatlandığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı-birleşen davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı-birleşen davalı vekili temyiz dilekçesinde; kusur belirlemesi, tazminatlar ve nafaka yönünden kararın hatalı olduğunu ileri sürerek hükmün bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olup olmadıkları, buradan varılacak sonuca göre kadın eş yararına Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 174 üncü maddesinde yazılı maddi-manevi tazminat ile 175 inci maddesinde yazılı yoksulluk nafakası koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
Türk Medeni Kanunu'nun 166, 174 ve 175 inci maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili kanun maddelerinin incelenmesinde yarar görülmektedir.
2. Bilindiği üzere TMK’nın "Evlilik birliğinin sarsılması" başlıklı 166 ncı maddesinin 1 ve 2 nci fıkraları;
"Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir" hükmünü taşımaktadır.
3. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. Bu bağlamda evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davası açan davacının, davasının kabul edilerek, boşanma kararı elde edebilmesi için iki koşulun gerçekleştiğini kanıtlamış olması gerekir. Bunlardan ilkinde davacı; kendisinden, evlilik birliğinin devamı için gereken "ortak hayatın sürdürülmesi" olgusunun artık beklenmeyecek derecede birliğin temelinden sarsıldığını, ikinci olarak "temelden sarsılmanın" karşı tarafın kusurlu davranışları sonucu gerçekleştiğini ispatlamak zorundadır.
4. Belirtmek gerekir ki; söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki "birlik artık sarsılmıştır" diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (4721 sayılı Kanun md. 2). Nitekim benzer ilkeye Hukuk Genel Kurulunun 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 Esas, 2015/2795 Karar sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (4721 sayılı Kanun md. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir.
5. Yargıtay kararlarında boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, fer'îleri ve boşanmanın mali sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusur durumlarının "kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş" şeklinde belirlenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da "kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine" karar vererek her bir boşanma davasında tarafların boşanmaya esas teşkil eden kusur durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.
6. Diğer yandan, boşanma, bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup, boşanma kararının kesinleşmesiyle evlilik birliği sona erer. Boşanmanın eşler bakımından kişisel ve mali olmak üzere bir takım sonuçlarının bulunduğu kuşkusuzdur. Maddi ve manevi tazminat talepleri de boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarındandır.
7. Türk Medeni Kanunu’nun "Maddi ve manevi tazminat" başlıklı 174 üncü maddesinde "Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir." hükmü düzenleme altına alınmıştır. Görülüyor ki hâkim, boşanmaya sebep olan olaylarda kusursuz veya az kusurlu bulunan eş yararına tazminat ödenmesine karar vermek yetkisine sahiptir.
8. Maddi tazminat, mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan talep ettiği tazminattır. Maddi tazminatın ön koşulu, talep edenin boşanma yüzünden mevcut veya beklenen menfaatlerinin zedelenmesi, boşanma ve maddi zarar arasında nedensellik bağının bulunmasıdır. Başka bir sebepten kaynaklı kayıplar maddi tazminat kapsamında yer alamaz. Mevcut menfaatlerin belirlenmesinde evliliğin taraflara sağladığı yararlar göz önünde bulundurularak tarafın maddi tazminat talebi değerlendirilir. Evliliğin boşanma ile sona ermesi hâlinde taraflar birliğin sağladığı menfaatlerden ileriye dönük olarak faydalanamayacaklardır. Beklenen menfaatler ise evlilik birliği sona ermeseydi kazanılacak olan olası çıkarları ifade eder.
9. Türk Medeni Kanunu’nun 174 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında düzenlenen manevi tazminata boşanmaya sebep olan olayın, kişilik haklarına saldırı teşkil etmesi hâlinde hükmedilir. Manevi zarar ise, insan ruhunda kişinin iradesi dışında meydana gelen acı, ızdırap ve elem olarak ifade edilmektedir. Manevi tazminat da, bozulan manevi dengenin yerine gelmesi için kabul edilen bir telafi şeklidir. Hukuka aykırı ve kusurlu bir davranış sonucu hakkı ihlal edilenin zararının giderilmesi, menfaatinin denkleştirilmesi hukukun temel ilkesidir. Ancak TMK’nın 174/2 nci maddesi genel tazminat esaslarından ayrılmış, aile hukukunda getirilmiş, kendine özgü bir haksız fiil düzenlemesidir. Haksız fiil tazminatının temel unsuru olan "gerçek zararın belirlenmesi" koşulu, aile hukukunda, borçlar hukukundaki düzenlemeden farklıdır. Eşler arasındaki ilişkinin özelliği itibariyle burada gerçek zararı tam olarak belirlemek zordur. Bu özelliği nedeniyledir ki; yasa, menfaati zedelenen eşe uygun bir tazminat verileceğini açıklamıştır. Bu nedenle hâkim; manevi tazminatın miktarını belirlerken, kişilik haklarına yapılan saldırının niteliği ve tarafların ekonomik ve sosyal durumlarını dikkate alarak takdir hakkını kullanmalıdır.
10. Eldeki davaya gelince; tarafların 31.10.2013 tarihinde kadın eşin ailesinin izni olmaksızın kaçarak evlendikleri, 04.08.2015 tarihinde ortak çocuklarının dünyaya geldiği, asıl davanın 12.01.2016 birleşen davanın ise 23.05.2016 tarihinde açıldığı, İlk Derece Mahkemesince boşanmaya sebep olan olaylarda kadının kayınvalidesini evde istemediği ve bunu açıkça dile getirdiği, buna karşılık erkeğin de eşini tehdit ettiği, hakaret ve şiddet uyguladığı, eşinin ailesini küçük gördüğü belirtilerek kadının az erkeğin ağır kusurlu olduğu kabul edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince yapılan yargılamada ise tarafların barışıp evlilik birliğini sürdürmeleri sonrasında yeni bir şiddet olayının ispatlanamadığı, gerçekleşen olaylara göre tarafların karşılıklı olarak ortak çocuğu birbirlerine göstermemekle tehdit etmelerinin yanında, kadının kayınvalidesini müşterek haneye istemediği, eşine karşı kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararlarla sonuçlanan suçlamalarda bulunduğu, buna karşılık erkeğin de tarafların ayrı yaşamaya başlamalarından sonra kadının istememesine rağmen kadını konuşmaya zorladığı belirtilerek eşlerin eşit kusurlu oldukları kabul edilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Özel Daire, erkeğin süreklilik arzeder şekilde kadına yönelik şiddet, hakaret ve tehdit eylemlerinin bulunduğu gerekçesiyle erkeğin ağır kusurlu olduğuna işaret ederek hükmü bozmuştur. Öyle ise Bölge Adliye Mahkemesi ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık erkeğe kusur olarak yüklenen şiddet, hakaret ve tehdit eylemlerinin süreklilik arz eder şekilde gerçekleşip gerçekleşmediği noktasından kaynaklanmaktadır.
11. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; erkek eşe yüklenen şiddet, hakaret ve tehdit eylemleri ile ilgili olarak kadının abileri ... ve ... ile annesi ...'ın görgüye dayalı beyanda bulundukları, buna göre ...'ın eşlerin barışmalarından sonra şahit olduğu bir olayda "bir gün kardeşim ve bebeği bize geldiler, sonra davalı arayıp kendi akrabalarına gitmeleri gerektiğini çocuğa altın takılacağını söyledi, bu sırada ben de davacının yanındaydım ve telefonda konuşulanları duyuyordum, kardeşim eşine yorgun olduğunu isterse çocuğu alıp götürebileceğini söyleyince ;davalı kardeşime geri zekalı, senin kafanda kırılmadık yer bırakmayacağım şeklinde sözler sarf etti, bunun üzerine kardeşim telefonu kapattı akabinde de davalı geldi eşini ve çouğunu alıp götürdü, ... tarafların yeniden bir araya gelmelerinden sonraki dönemde davalının rahatsızlık verici davranışları oldu, yanında yine insanlar olduğu halde bizim evimizin karşısındaki bakkalın önünden bizim eve doğru bağırıyordu amcası da yanındaydı, -karımı bırakın, ben karımla barışacağım, siz izin vermiyorsunuz- diye bağırmaktaydı, aşağıya indiğimizde bize saldırmaya çalıştılar, akabinde biz babamla yukarı çıktık, daha sonra abim gelip onları göndermiş" şeklinde beyanda bulunduğu, ...'ın "davacı kaçarak evlendi, kırgın olduğum için müşterek konutlarına hiç gitmedim, bir müddet annemlerde kaldılar o dönemde de yine annemlere gitmemeye özen gösterdim, ... kardeşim eve döndükten bir hafta sonra dayak yiyip geri geldi, dayak yediğini söyledi, yüzünde de kızarık şeklinde darp izleri vardı, akabinde yine annemde kalmaya devam ettiler ben kırgınlığım ve kızgınlığım nedeni ile onlar var diye gitmedim ancak davalı sadece kardeşimi değil beni de ciddi anlamda taciz etti sürekli amca çocukları ile evimin etrafında dolaştılar gelip kapıyı tekmelediler uzaklaştırma kararı olmasına rağmen eylemlerini sürdürdüler, sürekli davacıyı, annemi takip ettiriyor, evin etrafında dolanıyorlar, beni ölümle, dövmekle bizzat kendisi tehdit etti" dediği, ...'ın ifadesinde "taraflar kaçarak evlendiler, doğumdan önceki üç ay ve doğumdan sonraki bir hafta boyunca taraflar benim konutumda kaldılar, çocuğun doğumundan bir hafta sonra davalıyı kızımı döverken yakaladık bunun üzerine evimizden çıkarttık, ... biz de kaldıkları dönemde başlangıçta kollarını sıktığını, elini kaldırdığını görüyordum, ilk zamanlar şaka yaptığını sandım sonra baktım ki kızımın gözleri yaşarıyor ve ağlıyor ciddi şekilde kolunu sıktığını anladım, tuvalete kilitleyip dövdüğüne bunun yanında başına vurduğuna bizzat şahit oldum, bizim yanımızda da davacıyı çocuğu ondan alacağını söyleyerek tehdit ederdi, ... kızım dışarı çıktığında sürekli davalı onu takip ediyor, huzursuzluk veriyor, davalı bize siz fakirsiniz diyerek aşağılardı" şeklinde beyanda bulunmuştur. Her ne kadar takipsizlik kararı ile sonuçlanmış olsa da dosyada mevcut 14.09.2015, 03.05.2016 ve 12.06.2016 tarihlerinde meydana gelen olaylara ilişkin ifade tutanaklarının incelenmesinde eşler arasında ağır hakaret, tehdit ve küfürler içeren olayların yaşandığı anlaşılmaktadır. Toplanan bu delillere göre erkeğin kusurlu davranışlarının gerçekten de evlilikte ağır ve süreklilik arzeder şekilde gerçekleştiği görülmektedir. Gerçekleşen bu duruma göre taraflarü gerekir. Hâl böyle olunca tarafların eşit kusurlu olduklarının kabulü ile dosya kapsamına uygun düşmeyen bu kusur belirlemesine bağlı olarak kadın eşin tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
12. Davacı-birleşen davalı kadın eşin boşanma yüzünden yoksulluğa düşüp düşmeyeceğine ilişkin olarak yapılan değerlendirmede ise; 4721 sayılı Kanun'un "Yoksulluk nafakası" başlıklı 175 inci maddesi ile "Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz" hükmü düzenleme altına alınmıştır. Maddede geçen "yoksulluğa düşecek" kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarihli ve 1998/2-656 Esas, 1998/688 Karar; 16.05.2007 tarihli ve 2007/2-275 Esas, 2007/275 Karar; 20.06.2019 tarihli ve 2017/2-2424 Esas, 2019/751 Karar sayılı kararlarında; "yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim" gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların "yoksul" kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir. Başka bir ifadeyle, geçimini kendi mali kaynakları ve çalışma gücüyle sağlama imkânından yoksun olan taraf diğer koşulları da varsa yoksulluk nafakası talep edebilecektir.
13. Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğinde olan yoksulluk nafakasının özünde, sosyal ve ahlâki düşünceler yer almaktadır. Yoksulluk nafakası, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır.
14. Yoksulluk nafakasıyla, boşanma sonucunda yoksulluk içine düşen eşin asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanması düşünüldüğünden, yoksulluk nafakasının amacı hiçbir zaman nafaka alacaklısını zenginleştirmek olamaz. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için nafaka talep eden eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olmasının yanı sıra, nafaka talep edilen eşin de nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, yoksulluk nafakasının sosyal ve ahlaki düşüncelere dayanması özelliği, sadece nafaka talep eden tarafa nafaka verilmesinde değil, aynı zamanda nafaka talep edilen tarafın nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması koşulunda da kendisini göstermektedir. Dolayısıyla boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacını taşıyan yoksulluk nafakası, hiçbir surette nafaka yükümlüsüne yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde olmamalıdır.
15. Eldeki davaya gelince; İlk Derece Mahkemesince, kadın eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşeceği kanaatine varılarak yoksulluk nafaka talebinin kabulüne karar verildiği, Bölge Adliye Mahkemesinin bu kabulü yerinde görmeyerek düzenli gelir elde ettiği bir işte çalışması nedeniyle eşi ile ekonomik anlamda denk olan kadın yararına yoksulluk nafakası koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar verildiği, Özel Daire tarafından ise kadın hakkında yapılan ekonomik ve sosyal durum araştırma tutanağına göre kadının çalışmadığı ve gelirinin bulunmadığı belirtildiği hâlde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kayıtlarından kadının çalıştığının anlaşılması karşısında, kadının bu çalışma durumunun araştırılması, sürekli ve düzenli gelirinin olup olmadığının belirlenmesi, işten ayrılmış ise kendi isteği ile mi yoksa zorunlu olarak mı ayrıldığının tespit edilerek boşanma yüzünden yoksulluğa düşüp düşmeyeceği sonucuna göre yoksulluk nafakası hakkında karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
16. Yoksulluk nafakasının şartları 4721 sayılı Kanun'un 175 inci maddesinde belirtilen hususların öğreti ve yargısal uygulamalar ile yorumlanması sonucunda şekillenmiştir. Maddeye göre boşanma sonucu yoksulluğa düşecek olan eşin diğer taraftan nafaka isteyebileceği düzenlenmiştir. Buna göre, yoksulluk nafakası, boşanmanın gerçekleşmesine bağlıdır. Boşanma davası sırasında talep edilen yoksulluk nafakası, boşanmanın fer'î niteliğinde olduğu için boşanmanın gerçekleşmesi şarttır.
17. Dolayısıyla yoksulluk nafakasının talep edilebilmesi için boşanma olgusunun gerçekleşmesi arandığından, yoksulluğun doğup doğmayacağı da boşanmanın gerçekleşeceği dönem itibariyle incelenmelidir. Zira yoksulluk nafakası, boşanmanın kesinleştiği tarihten sonraki dönem için geçerlidir. Diğer bir ifadeyle yoksulluk nafakası boşanma kararının kesinleşmesi ile birlikte hüküm ifade edeceğinden, talepte bulunan eşin, boşanma hâlinde yoksulluğa düşmüş veya düşecek olması gerekir. Aksi takdirde, yeterli ve sürekli geliri olan eş yararına yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilemez. Zira yoksulluk nafakasının amacı, boşanma sonucunda yoksulluğa düşecek olan ve boşanmada daha fazla kusuru bulunmayan eşin, asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanmasıdır. Öyleyse hâkim, somut olayın özelliğine göre, boşanma kararının verildiği zamanda boşanma olgusuna dayalı olarak, eşin yoksulluğa düşeceğini öngörüyorsa yoksulluk nafakasına hükmetmelidir.
18. Her ne kadar kadın eş hakkında yapılan ekonomik ve sosyal durum araştırma tutanağında; ev hanımı olduğu, çalışmadığı, gelirinin ve mal varlığının bulunmadığı belirtilmişse de; yargılama aşamasında kadının çalıştığının ileri sürüldüğü ve davacıya ait SGK hizmet dökümünün dosyaya sunulduğu anlaşılmaktadır. Ancak Mahkemece kadının çalıştığı anlaşılan kurumlardan gerekli araştırma yapılmamış, durum açıklığa kavuşturulmamıştır.
19. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; yoksulluğa düşme hâlinin boşanma davası sırasındaki duruma göre belirlenmesi gerektiğinden, mahkemece kadının çalışıp çalışmadığı, çalışıyorsa yoksulluktan kurtaracak düzeyde düzenli ve sürekli bir gelirinin olup olmadığı, işten ayrılmışsa kendi isteği ile mi yoksa zorunlu olarak mı ayrıldığı hususları araştırılarak boşanma yüzünden yoksulluğa düşüp düşmeyeceğinin tespiti ile sonucuna göre yoksulluk nafakası konusunda bir karar verilmesi gerekirken, bu konuda hatalı gerekçe ve eksik inceleme ile yoksulluk nafakası talebinin kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.
20. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
21. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davacı-birleşen davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca direnme kararını veren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
29.11.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.