ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/1073 E., 2023/1128 K. sayılı kararı

Hukuk Genel Kurulu'nun 2022/1073 E., 2023/1128 K. sayılı kararı
2 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 22.11.2023 tarihli, 2022/1073 E., 2023/1128 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2022/1073 E., 2023/1128 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

SAYISI : 2022/105 E., 2022/200 K.

KARAR : Davanın reddine

ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 22.12.2021 tarihli ve

2021/1236 Esas, 2021/13475 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasında birleştirilerek görülen alacak davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl davada davalılar ... ve ...'ya, birleşen davada davalı ...'a yönelik açılan davaların sıfat yokluğu (pasif husumet) sebebiyle reddine, asıl ve birleşen davada davalı ...'ya yönelik açılan davaların esastan reddine karar verilmiştir.

Kararın davacılar vekili ve tereke temsilcisi ... vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacılar vekili ve tereke temsilcisi ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacılar vekili ve tereke temsilcisi ... vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek temyiz eden davacılar vekili ve tereke temsilcisi ... vekilinin duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. ASIL DAVA

1. Davacılar vekili dava dilekçesinde; 31.03.2009 tarihinde vefat eden müvekkillerinin murisi ... ile kardeşleri olan davalılardan ... ve dava dışı Muammer Yeşilkaya'nın Çekmeköy'de bulunan çok sayıda bağımsız bölümün paydaşı olduklarını, murisin davalı ...'yı, onun da oğlu olan davalı ...'yı ve muhasebecisi davalı ...'ı vekil tayin ettiğini, paydaş olunan bağımsız bölümlerin birçoğunun bu vekâletnameye istinaden 1999-2009 tarihleri arasında satıldığını ancak davalı ... ve tevkil ettiği diğer davalıların, vekâlet ilişkisini kötüye kullanmak suretiyle sattıkları bağımsız bölümlerden payına düşen bedelleri murise ödemediklerini ileri sürerek anılan bağımsız bölümlerin satış tarihlerindeki rayiç bedellerinden murisin payına düşenin faiziyle birlikte müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsilini talep etmiş; 11.05.2011 tarihli ıslah dilekçesiyle de anılan alacağın terekeye iadesine karar verilmesini istemiştir.

2. Davalılar vekili 13.04.2011 tarihli cevap dilekçesinde; davacıların murisi ...'nın kardeşi olan davalı ...'ya genel vekâletname verdiğini, onun da aldığı bu vekâlete istinaden muhasebecisi olan diğer davalı ...'ı vekil tayin ettiğini, bağımsız bölümlerin satışlarının davalı ... tarafından yapıldığını, elde edilen gelirden tapu masrafları düşüldükten sonra payına düşen tutarın muris tarafından verilen talimat nedeniyle ortağı olduğu şirketin muhasebecisi ...’ye ödendiğini, bu kişinin de yapılan ödemeleri murise teslim ettiğini, zamanaşımına uğrayan taleplerin reddi gerektiğini, davalı ... tarafından bir satış yapılmamış olması nedeniyle kendisine husumet yöneltilemeyeceğini, satışların yapıldığı on yıl boyunca muris ile aralarında şikâyet veya alacak iddiası olmadığını, satışlardan haberdar olan muris tarafından vergi dairesine verilen beyannamelerde dava konusu dairelerin satışından elde ettiği gelirin beyan edildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

II. BİRLEŞEN DAVA

1. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin murisi tarafından vekil tayin edilen kardeşi ...'nın paydaş oldukları taşınmazlar için kat karşılığı inşaat sözleşmeleri imzaladığını, edinilen bağımsız bölümlerin de verilen vekâlete istinaden davalı ... tarafından diğer davalı ...'a verilen vekâletname ile üçüncü kişilere satıldığını, taşınmazların değerinin bilirkişi raporu ile 21.000.000,00 TL olarak belirlendiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla şimdilik 21.000.000,00 TL'nin dava tarihinden işleyecek faiziyle birlikte müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsili ile terekeye iadesine karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davalılar vekili 15.04.2014 tarihli cevap dilekçesinde; vekilin geri verme borcunun beş yıllık zamanaşımına tâbi olduğunu, vekâleten işlem yapılan tarih ile davanın açıldığı tarih arasında zamanaşımının dolup dolmadığının, her yapılan işlem bakımından ayrı ayrı dikkate alınması gerektiğini, temsil yetkisinin kötüye kullanıldığından söz edilemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İstanbul Anadolu 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.01.2020 tarihli ve 2010/578 Esas, 2020/82 Karar sayılı kararıyla; davacıların murisinin kardeşi olan davalı ...'yı vekil tayin ettiği, muris ile diğer davalılar ... ve ... arasında sözleşme ilişkisinin bulunmadığı, murisin davalı ...'yı öldüğü tarihe kadar azletmediği, toplam 589 bağımsız bölümden 474 adedinin 1999 ile 2009 tarihleri arasında vekâlet yoluyla satıldığı, yaklaşık on yıl boyunca çok sayıda taşınmaz satılmasına rağmen muris ile davalı ... arasında herhangi bir sorun yaşandığı izleniminin oluşmadığı, bu kadar taşınmazın satılmasından murisin bihaber olmasının düşünülemeyeceği, yapılan satışlara istinaden tahsil edilen paralardan payına düşen tutarın taraflar arasındaki anlaşmaya göre teslim edilmemiş olması hâlinde murisin vekâlet ilişkisini devam ettirmesinin beklenemeyeceği, tarafların kardeş olması nedeniyle tanık dinlenmesinin mümkün olduğu ve tanık ...'nin tahsil ettiği paraları murise teslim ettiğini beyan ettiği, tanığın teslim ettiğini söylediği tutar ile taşınmazların satışından elde edilecek miktarın murisin payı ile orantılı olduğu, kabul edilen hususlar ve itibar edilen tanık anlatımı kapsamında, vekil tayin edilen davalının, tahsil ettiği paraları hisse oranı veya taraflar arasındaki anlaşma kapsamında murise teslim ettiğinin sabit görüldüğü, vekâlet sözleşmesi kapsamında talep edilebilecek herhangi bir bedel olmadığı gerekçesiyle; davalı ... aleyhine açılan asıl ve birleşen davanın, davalı ... aleyhine açılan asıl davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine, davalı ... aleyhine açılan asıl ve birleşen davanın ispatlanamamış olması nedeniyle esastan reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili ve tereke temsilcisi ... vekili istinaf başvurusunda bulunmuşlardır.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 24.11.2020 tarihli ve 2020/1436 Esas, 2020/1748 Karar sayılı kararıyla; davalılar ... ve ... ile davacıların murisi arasında vekâlet ilişkisi bulunmadığından bu davalılar yönünden pasif husumet yokluğundan davanın reddine dair verilen kararın yerinde olduğu, vekâlet verilen davalı ile davacıların murisi arasında akrabalık ilişkisi bulunması nazara alındığında vekâlet akdinin kötüye kullanılıp kullanılmadığı hususunda tanık dinlenilmesinde bir usulsüzlük bulunmadığı, vekâlet akdinin devam ettiği yıllar boyunca vekil edenle vekil arasında güven ilişkisinin sarsıldığına yönelik herhangi bir delil sunulmadığı, vekil edenin taşınmazların satımından kaynaklı bedeli almadığı yönünde sağlığında herhangi bir iddiası bulunmadığı gibi vekâlet akdinin kötüye kullanılması sebebiyle vekilin azline yönelik herhangi bir işlem de yapılmadığı, sadece taşınmaz bedellerin tapu kaydında düşük olmasının vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını ispat için yeterli olmadığı, asıl ve birleşen davanın reddine dair İlk Derece Mahkemesi kararında bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili ve tereke temsilcisi ... vekili temyiz isteminde bulunmuşlardır.

2. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla;

“...Dosyadaki bilgi ve belgelerden; davacıların murislerinin, davalı ...'ı 07/08/1998 tarihli taşınmaz satış yetkisini içeren vekaletname ile vekil tayin ettiği, davalı ...'ın da bu vekaletnamedeki tevkil yetkisine istinaden diğer davalıları vekil olarak atadığı, muris ... ile kardeşleri olan davalı ... ve dava dışı Muammer'in paydaşı oldukları bağımsız bölümlerin satışlarının da bu vekaletlere istinaden yapıldığı anlaşılmaktadır.

Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; hesap vermekle ve müvekkili hesabına kazandığı hakları ve aldığı şeyleri teslim etmekle yükümlü olan vekil, birleşen davalara konu edilen taşınmazların satışı nedeniyle edindiği bedellerden payına düşeni davacıların murisine ödediğini ispatla mükelleftir. Esasen bu husus, derece mahkemelerin de kabulündedir.

Bu noktada uyuşmazlık; davalı vekilin, hesap verme ve bu bağlamda aldığı şeyleri iade etme borcunu yerine getirdiği yönündeki savunmasını ispat edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

Davacıların murisleri ... ile davalı vekil ...'ın kardeş olmaları nedeniyle, HMK’nın 203. maddesi gereğince mahkemece 18/12/2012 tarihli celsede dinlenen davalı tanığı ...; "Ben 1983 Ocak ayından itibaren .... ve .....'nın ortakları olduğu Konya Kumaş SAn. Tic. A.Ş.nin mali müşavirliğini yapmaktayım. Şirket ortakları .... ve müteveffa ...'nin şahsen maliki oldukları Çekmeköy'deki arsalar kat karşılığı inşaat sözleşmesiyle müteahhide verildi ve arsa sahiplerine düşen bağımsız bölümler 1999-2000 tarihinden itibaren satılmaya başlandı. Arsa sahiplerine kaç bağımsız bölüm düştüğünü bilmiyorum. Bağımsız bölümlerin satış bedeli kardeşlerden ...'ya geliyordu. Ben de muris ...'nın hissesine isabet eden parayı .... beyden alıyordum ve Mehmet Remziye teslim ediyordum. Bu para bazen 25.000 dolardı, bazen 50.000 dolardı, bazende 100.000 dolardı. Paraları Hasan'dan paket olarak alıyordum ve yine para paketini ...'ye teslim ediyordum. Kaç dairenin satıldığını bilmiyorum ve benim Hasan'dan alıp Mehmet Remziye teslim ettiğim paranın tutarını da hatırlamıyorum. Yaklaşık 1.800.000 dolar ile 2.000.000 dolar tutarındaki bir parayı Hasan'dan alıp ...'ye teslim ettiğimi sanıyorum. İki kardeş arasında özel bir işlem olduğu için banka sistemi ile çalışmıyorlardı.(...) Ben iki kardeş arasındaki para alışveriş şeklini bilmiyorum. Bana ... ağabeyim Hasan'dan şu kadar para al getir derdi. Bende gider o parayı alır. Getirir. .... teslim ederdim (...) Konya Kumaş A.Ş. Şirketi daha önce kollektif şirketti, kollektif şirket olduğu sürede şahıs vergi beyannamelerini mali müşavir olarak ben doldurdum. Şirket 1995 yılında sonra Anonim şirkete dönüştürüldükten sonra şirket beyannamelerini ben tanzim ettim. Daire satışları ile ilgili gelir vergisi beyannamelerini de ben tanzim ettim." şeklinde beyanda bulunmuştur.

Mahkemece, tanığın teslim ettiğini söylediği miktarların, taşınmaz satışından elde edilecek miktardan murisin payına düşen tutarla orantılı olduğu kabul edilmiş ise de; hükme esas alınan bilirkişi raporlarında, murisin sağlığında vekalete dayalı olarak davalı tarafından satışı yapılan taşınmazlar yanında murisin vefatından kısa bir süre önce (dahası bir gün önce bile davalı vekil tarafından murise vekaleten satıldığı gibi murisin vefatından sonra da icra marifetiyle daire satışlarının yapıldığı) icra marifetiyle satışı yapılan taşınmazların da hükme esas alınan bilirkişi raporunda hesaplamaya dahil edildiği görülmüştür. Yetersiz ve hatalı olan bu rapora bu haliyle itibar edilemez.

Hal böyle olunca mahkemece; öncelikle tanığın beyanında geçen ve davalı tarafça da delil olarak dayanılan, dava konusu taşınmazların satışı nedeniyle muris tarafından verildiği bildirilen gelir beyannameleri getirtilerek, murisin sağlığında vekalete dayalı olarak satışı yapılan taşınmazların satış tarihlerindeki rayiç değerlerinin bilirkişi aracılığıyla tereddüte yer verilmeksizin tespit edilmesi, tespit edilen miktarın tanığın beyanında murise verdiğini belirttiği miktardan mahsubu ile varsa bakiye miktar üzerinden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, bozma gerekçesinin maddi vakıanın gerçeklik örgüsüyle bağdaşmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacılar vekili ve tereke temsilcisi ... vekili temyiz isteminde bulunmuşlardır.

B. Temyiz Sebepleri

Davacılar vekili; asıl davada ... ve ...'ya, birleşen davada ...’a yönelik açılan davaların pasif husumet yokluğu sebebiyle reddine karar verilmesinin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 507/3 üncü maddesine açıkça aykırılık teşkil ettiğini, kararın bu yönden öncelikle usulden bozulması gerektiğini, bozma kararının yol gösterici bir karar olmasına rağmen hukuka aykırı şekilde direnildiğini, dairelerin bedelinin ödendiğine ilişkin ispat yükünün davalı tarafta olduğunu ancak dayanılan gelir vergisi beyannamelerinin sunulmadığı gibi mahkemece de celp edilmediğini, yalnızca tek tanık beyanına itibar edildiğini, ancak bu tanığın tarafsız olamayacağını, yerel mahkemece her ne kadar hayatın olağan akışı mevhumundan hareketle direnme kararı verilmişse de, bulunduğu kat vs itibarıyla birbirinden çok farklı özelliklere sahip taşınmazların aynı bedel üzerinden satılmasının hayatın olağan akışına aykırılık oluşturduğunu, murisin ölümünden bir gün önce yapılan taşınmaz satışının bedelinin ödenip ödenmediğinin de muğlak olduğunu, bu yönüyle de davalının vekâlet görevini kötüye kullandığının açık olduğunu, ayrıca alınan bilirkişi raporlarında taşınmaz sayılarının farklı gösterildiğini belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacıların murisi ...'nın vefatından sonra mirasçıları tarafından açılan, murisin kardeşi davalı ...’ya verdiği vekâletnamelerle 1999-2009 yılları arasında satılan çok sayıdaki taşınmaz bedelinin vekâletin kötüye kullanılması suretiyle murise ödenmediğine, taşınmazların satış bedellerinin tespiti ile terekeye iadesine ilişkin eldeki davada; öncelikle tanığın beyanında geçen ve davalı tarafça da delil olarak dayanılan, dava konusu taşınmazların satışı nedeniyle muris tarafından verildiği bildirilen gelir beyannameleri getirtilerek, murisin sağlığında vekâlete dayalı olarak satışı yapılan taşınmazların satış tarihlerindeki rayiç değerlerinin bilirkişi aracılığıyla tereddüte yer verilmeksizin tespit edilmesinin, tespit edilen miktarın tanığın beyanında murise verdiğini belirttiği miktardan mahsubu ile varsa bakiye miktar üzerinden davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 386. ve 392 nci maddeleri.

2. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 502 ve 508 inci maddeleri.

3. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 203 üncü maddesi.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle vekâlet sözleşmesine ilişkin açıklamalarda bulunmakta fayda vardır.

2. Vekâlet sözleşmesi, 6098 sayılı Kanun'un vekâlet ilişkilerine ait 502 ilâ 525 inci maddelerinde düzenlenmiştir. Kanun'un 502 nci maddesi; "Vekâlet sözleşmesi, vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir.

Vekâlete ilişkin hükümler, niteliklerine uygun düştükleri ölçüde, bu Kanunda düzenlenmemiş olan işgörme sözleşmelerine de uygulanır.

Sözleşme veya teamül varsa vekil, ücrete hak kazanır" şeklindedir.

3. Sözleşme tarihi itibarıyla uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Kanun) 386 ncı maddesinde ise "Vekalet, bir akittirki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler.

Diğer akitler hakkındaki kanuni hükümlere tabi olmayan işlerde dahi, vekalet hükümleri cari olur.

Mukavele veya teamül varsa vekil, ücrete müstahak olur" şeklinde düzenlenmiştir.

4. Türk Hukuk Lûgatı'nda, "Vekilin, vekâlet verenin (müvekkil) bir işini görmeyi ya da işlemini yapmayı üstlendiği sözleşme" olarak tanımlanan vekâlet (Türk Hukuk Lügatı, Ankara, 2021 Baskı, Cilt-I, s. 1173) hakkında doktrinde çeşitli şekillerde tanımlamalar bulunmaktadır.

5. Kapsamlı tanımlardan birini Prof. Dr. Cevdet Yavuz "Vekalet sözleşmesi, vekilin sözleşme ile yükümlendiği iş yönetmeyi ya da hizmet ifasını borçlandığı ve bu iş görmenin kanun hükümleriyle düzenlenen akitlerden herhangi birinin konusuna girmediği, buna karşılık ancak sözleşme veya teâmül olan durumlarda ücrete hak kazandığı iş görme borcu doğuran bir sözleşmedir" şeklinde yapmıştır (Cevdet Yavuz, Borçlar Hukuku Özel Hükümler, İstanbul 2000, s. 351).

6. Borçlar Kanunu'nun vekâlete ilişkin hükümleri genel hüküm niteliği taşımaktadır. Bir işin görülmesinde veya bir işlemin gerçekleştirilmesinde, bilgi ve beceri bakımından kendisini yeterli görmeyen, zaman veya mekan itibarıyla zorlanan veya imkânsızlıkla karşı karşıya olan ya da herhangi bir nedenle söz konusu işi veya işlemi bizzat yapmak istemeyen kişi, bunları güvendiği bir kimseye yaptırma yoluna gitmekte, o iş veya işlemi yapmayı kabul eden de kendisine verilen iş veya işlemi verenin irade ve amacına, talimatına uygun bir biçimde, onun yararına uygun olarak özenle, sadakatla yapma borcu altına girmekte, böylece vekil eden vekil aracılığı ile ekonomik veya hukukun koruduğu bir amaca ulaşmaktadır (Eraslan Özkaya, Vekâlet Sözleşmesi ve Kötüye Kullanılması, Ankara 2016, s. 31-33).

7. Vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme yükümlülüğünden doğar. Aynı zamanda vekil görevini yaparken sadakat ve özen gösterme zorundadır. Vekilin sadakat ve özen borcu da vekil edene karşı önde gelen borçlardandır.

8. Bu borcun bir gereği olarak vekil, vekil edenin daima yararına ve çıkarına hareket etme, vekil edeni zararlandırıcı, onun iradesine aykırı eylem ve işlemlerden kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği yönünde bir açıklık bulunmasa dahi vekilin görevini yaparken vekil edenin yararını ve çıkarını daima gözetmesi, kendi veya üçüncü bir kişinin yararından ve çıkarından üstün tutması gerekir. Hatta vekâlet sözleşmesinde vekil çok geniş yetkilerle donatılsa dahi vekile vekil edenin zararına satış yapma, onu zararlandırma hakkını vermez. Bu husus dürüstlük kuralının ve vekilin sadakat borcunun bir gereğidir.

9. Vekil, vekâlet görevini dürüstlük kurallarına, vekil edenin irade ve amacına uygun olarak, sadakat ve özenle yapma yükümlülüğü altındadır. Vekilin sadakat ve özellikle özen borcunu yerine getirmemesi mutlaka vekâlet görevinin kötüye kullanılması sonucunu doğurmaz. Vekilin vekâlet sözleşmesinde belirtilen yetkilerin dışına çıkması, vekil edenin talimatına uygun hareket etmemesi ve vekâlet görevini iyi bir biçimde yerine getirmemesi elbette sorumluluğunu doğuracaktır. Bu sorumluluk vekil edenin vekile karşı güveninin, vekilin, vekil edenin yararına, irade ve talimatına uygun hareket etme zorunluluğunun, sadakat ve özen borcunun ve dürüstlük kuralının doğal bir sonucudur. Ne var ki vekilin, vekil edenin iradesine uygun hareket etmediği, özen borcunu tam olarak yerine getirmediği ve vekil edenin zarar gördüğü her olay vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı anlamına gelmez. Sadakat borcunun gereği gibi yerine getirilmediği bazı olaylar dahi, vekâlet görevinin kötüye kullanılması şeklinde nitelendirilemez. Bu itibarla vekil temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalmak suretiyle vekâlet görevini kötüye kullanabileceği gibi, her temsil ve talimat dışına çıkma hâli de vekâlet görevinin kötüye kullanılması olarak kabul edilemez. Vekâlet görevinin kötüye kullanılmasından söz edilebilmesi için zararlandırma kastının bulunması ve vekil edenin zararlandırma kastıyla hareket eden vekilin eylem veya işlemlerinden zarar görmesi gerekir. Vekil bilmeden, gerekli özeni göstermeden vekil edenin zararına sebebiyet veren bir işlem yapmışsa, burada vekâlet görevinin kötüye kullanılması değil, vekâlet görevinin gereği gibi yerine getirilmemesi söz konusu olur (Özkaya, s. 1229-1230).

10. Vekilin talimata uygun ifa, sadakat ve özen gösterme borçlarının yanında bir diğer önemli borcu hesap verme borcudur. 6098 sayılı Kanun'un 508 inci maddesinde "Vekil, vekâlet verenin istemi üzerine yürüttüğü işin hesabını vermek ve vekâletle ilişkili olarak aldıklarını vekâlet verene vermekle yükümlüdür.

Vekil, vekâlet verene tesliminde geciktiği paranın faizini de ödemekle yükümlüdür" şeklinde düzenlenen hesap verme borcu, mülga 818 sayılı Kanun'un 392 nci maddesinde "Vekil, müvekkilin talebi üzerine yapmış olduğu işin hesabını vermeğe ve bu cihetten dolayı her ne nam ile olursa olsun almış olduğu şeyi müvekkile tediyeye mecburdur" şeklinde ifade edilmiştir.

11. Hesap verme borcu vekilin başkasına ait iş görmesinin doğal sonucudur. Vekil edenin işin başlayıp başlamadığını, nasıl yürütüldüğünü ve sonucun ne olduğunu bilmeye hakkı vardır. Vekil edenin bu hakkının karşılığı vekilin borçlarını oluşturur. Hesap verme borcunu geniş anlamıyla bilgi vermek, dar anlamıyla vekilin üçüncü kişilerden aldığı para, tazminat ve mal varlığı değerleri ile vekil edenden aldığı ücret, masraf avansın hesabını vermek şeklinde tanımlamak mümkündür.

12. Vekilin bilgi vermek borcu vekâlet sözleşmesinin kurulması ile doğar. Vekâlet sözleşmesinin yerine getirilmesi, uygulamaya konulması, kısaca vekilin işe başlaması şart değildir. Örneğin, vekil vekâlet sözleşmesini yerine getirmeden vekâletten çekilse veya azledilse yahut vekâlet görevi bir başka kişiye devredilse dahi vekilin gerekli bilgileri zaman geçirmeden vekil edene ulaştırması zorunludur. Vekilin bilgi vermek borcu başladığı işleri yürüttüğü sırada da devam eder.

13. Dar anlamda hesap vermek vekilin vekâlet görevinin yerine getirmek için vekil edenden aldığı, masraf, avans ve ücrete ilişkin paralarla üçüncü kişilerden aldığı değerlerin, tahsil ettiği tazminat ve alacakların hesabını vekil edene vermesini ifade eder.

14. Hesap vermenin şekli ve zamanı taraflarca kararlaştırılabileceği gibi işin niteliğine, bu yönde oluşmuş teamüllere göre belirli zamanlarda da yapılabilir. Başka bir anlatımla bu yükümlülük işin belirli kısımlarının veya tamamının yapılması veya taraflar arasında cari hesap ilişkisinin bulunması hâlinde belirli dönemlerinde yerine getirilebilir. Sadakat ve özenle vekâlet görevini yerine getiren vekilin hesap vermekten kaçınmaması hatta vekil eden istemeden dahi hesap vermesi gerekir.

15. Vekilin görülen işin özelliğine ve kapsamına göre hesap vermenin dayanağını oluşturan tüm belge ve bilgileri sistematik olarak toplayıp muhafaza etmesi, fatura, makbuz, rapor, hesap cetvelleri, defter ve kayıtları muntazam olarak tutması, gerektiğinde vekil edenin bilgisine sunmak veya teslim etmek suretiyle hesap verme yükümlülüğünü yerine getirmesi gerekir. Zira hesap verme yükümlülüğü hesap kalemlerinin ayrıntıları ile gösterilmesini ve dayandığı belgelerin ibrazını gerektirir.

16. Vekil edenin ölmesi üzerine vekâlet sona erse dahi onun hesap isteme ve vekilden kazandığı değerlerin kendisine teslim edilmesine ilişkin hakları mirasçılarına geçer. Vekilin ölmesi hâlinde de onun hesap verme ve teslime ilişkin borçlarının mirasçıları tarafından yerine getirilmesi gerekir.

17. Vekilin hesap vermesi üzerine vekil edenin, vekâletin gereği gibi yerine getirilmediği, zarara uğradığı veya vekilin malvarlığında bazı haklarının kaldığı sonucuna vardığı takdirde tazminat yahut alacak davası açmak yoluna başvurabileceği kuşkusuzdur. Böyle bir davada vekil edenin vekildeki tüm belgelerin, defter ve kayıtların mahkemeye ibrazını isteme hakkı da bulunmaktadır (Özkaya, s. 647-650).

18. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendiğinde; davacıların murisi ..., davalılardan ... ve dava dışı Muammer Yeşilkaya’nın üç kardeş oldukları, bu üç kardeşin birlikte hareket ederek İstanbul ili, Çekmeköy ilçesinde altı büyük parsel üzerinde kat karşılığı inşaat sözleşmeleriyle çok sayıda bağımsız bölüme sahip oldukları, birlikte aile şirketi yönettikleri, muris ...'nın ağabeyi davalı ...'ya 07.08.1998 tarihli vekâletname verdiği, onun da bu vekâletnamedeki tevkil yetkisine istinaden diğer davalıları vekil olarak atadığı, anılan taşınmazların 1999-2009 yılları arasında muris ...'nın 31.03.2009 tarihinde vefatına kadar bu vekâletnameye istinaden peyderpey satıldığı anlaşılmaktadır. Mirasçı olan davacılar, vekâleten yapılan tüm bu satışlar nedeniyle elde edilen bedellerin murise verilmediği iddiasıyla eldeki davayı açmışlardır.

19. Davacıların, vekâleten satılan taşınmazların bedelinin terekeye iadesi istemine ilişkin açtıkları eldeki davayı, vekilin hesap verme borcuna dayandırdıkları ve yukarıda açıklandığı üzere vekil eden ölse de vekilin hesap verme borcunun vekil edenin mirasçılarına karşı devam ettiği ve bu borcun yerine getirildiğine ilişkin ispat yükünün vekile ait olduğu açıktır.

20. Davalı taraf savunmasının ispatı için tanık deliline dayanmış; davacıların murisi vekil eden ... ile davalı vekil ...'nın kardeş olmaları nedeniyle 6100 sayılı Kanun'un 203 üncü maddesi gereğince tanık olarak dinlenen ... 18.12.2012 tarihli celsedeki ifadesinde; kendisinin 1983 yılının Ocak ayından itibaren Hasan, Muammer ve ...'nın ortakları olduğu Konya Kumaş San. Tic. A.Ş.nin mali müşavirliğini yaptığını, şirket ortaklarının şahsen maliki oldukları Çekmeköy'deki arsaların kat karşılığı inşaat sözleşmesiyle müteahhide verildiğini ve arsa sahiplerine düşen bağımsız bölümlerin 1999-2000 tarihinden itibaren satılmaya başlandığını, arsa sahiplerine kaç bağımsız bölüm düştüğünü bilmediğini, üç kardeşe ait tüm bağımsız bölümlerin satış bedellerinin kardeşlerden ...'ya geldiğini ve kendisinin de muris ...'nın hissesine isabet eden parayı ...'dan alarak ...'ya teslim ettiğini, bu paranın bazen 25.000 USD, bazen 50.000 USD, bazen de 100.000 USD olduğunu, paraları ...'dan paket olarak alıp teslim ettiğini, tutarı hatırlamadığını, yaklaşık 1.800.000 USD ile 2.000.000 USD olduğunu sandığını, iki kardeş arasında özel bir işlem olduğundan banka sistemi ile çalışmadıklarını, sözü edilen 1.800.000-2.000.000 USD tutarındaki ödemenin sadece ...'nın özel ihtiyaçları nedeniyle teslim edilen para olduğunu, bunlar içinde ...'nın şirketin borçlarına karşılık alıp ödediği tutarın bulunmadığını, müteveffa ... ile abisi ... arasında herhangi bir küslük vs. olmadığını, ...'nın aylık kredi kartı borcunun yaklaşık 20.000 ile 25.000 USD arasında değiştiğini, vefat ettiği tarihte de kredi kartı ve tüketici kredisi borcuna karşılık yaklaşık 150.000,00-200.000,00 TL'nin ... tarafından ödendiğini belirtmiştir.

21. Bu durumda, vekâleten satılan taşınmazların bedelinin vekil edene ödendiğine ilişkin ispat yükü davalı vekilde olduğundan ve tanık ifadesinde "Yaklaşık 1.800.000 dolar ile 2.000.000 dolar tutarındaki bir parayı Hasan'dan alıp ...'ye teslim ettiğimi sanıyorum" şeklinde beyanda bulunduğundan anılan bedel kadar ödeme yapıldığının kabulü gerekir.

22. O hâlde mahkemece, öncelikle davalı vekilin delil olarak dayandığı, vekil edene ait 1999-2009 yıllarına ilişkin gelir beyannamelerinin getirtilmesi ve murisin sağlığında vekâlete dayalı olarak satışı yapılan taşınmaz hisselerinin satış tarihlerindeki rayiç değerlerinin bilirkişi aracılığıyla tereddüte yer verilmeksizin tek tek tespit edilmesi lazımdır. Satılan taşınmaz hisselerinin bedelleriyle ilgili gelir beyannameleri içeriğinde bilgi varsa bu bedellerden, yoksa bilirkişi raporunda belirlenen rayiç değerlerden tanık beyanında belirtilen meblağın mahsubu ile varsa kalan bedel yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekmektedir.

23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, vekil eden ile vekilin kardeş olmaları, paydaş oldukları taşınmazların satılması ve payına düşenin ödenmesi konusunda vekil edenin vefatına kadar on yıl süren ilişkide herhangi bir niza çıkmamış olması nedeniyle mirasçıların açtığı davanın reddine ilişkin direnme kararının onanması gerektiği görüşü ile Mahkemece öncelikle 1999-2009 yıllarına ilişkin vekil edenin gelir beyannamelerinin getirtilmesi, bu beyannamelerde taşınmaz satışlarından elde edilen gelirden bahsediliyor ise; her yıl ayrı ayrı değerlendirilerek anılan yıllara ilişkin vekilin ödeme borcunun yerine getirildiğine ilişkin karinenin varlığı nedeniyle aksinin ispatının davacılara yüklenmesi gerektiği, beyanname bulunmayan yıllar ile murisin 31.03.2009 tarihinde vefat etmiş olması karşısında, 2009 yılı içerisinde vefata kadar 24.02.2009, 26.03.2009, 30.03.2009 tarihlerindeki, fiili ve hukuki olarak beyanname verme imkânı bulunmayan, üç satış yönünden ise; ispat yükünün davalı vekilde kaldığı benimsenenerek, tanık beyanı ödemeye ilişkin açık ve net ifadeler içermediğinden dosya kapsamı itibarıyla ödemenin ispat edilemediğinin kabulü ile yalnızca anılan yıllarda yapılan satışlar değerlendirmeye alınarak taşınmazların satış tarihlerindeki rayiç bedellerinin tespiti ile vekilden tahsili cihetine gidilmesi, dolayısıyla kararın değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

24. Hâl böyle olunca direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacılar vekili ve tereke temsilcisi ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren İlk Derece Mahkemesine, karardan bir örneğin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

22.11.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

"K A R Ş I O Y"

Dava, vekâleten satılan taşınmazların bedelinin terekeye iadesi istemine ilişkindir.

Vekâlet sözleşmesi, somut uyuşmazlıkta sözleşme tarihi itibarıyla uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)'nun 386 ncı maddesinin birinci fıkrasında “Vekâlet, bir akittir ki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül ettiği hizmetin ifasını iltizam eyler” şeklinde tanımlanmıştır.

Vekâlet sözleşmesi ile vekil, müvekkiline karşı iş görme borcu altına girer. Bu bir hizmet edimi, geniş anlamda iş edimi, bir başkası lehine faaliyet de olabilir. Hukuki fiillere ilişkin vekâlette vekil, müvekkilinin menfaatine olarak hukuki işlemler gerçekleştirmek, özellikle subjektif haklar iktisap etmek, kullanmak ve devretmeyi yükümlenir (Türker Yalçınduran: Vekalet Sözleşmesinde Ücret, Ankara 2007, s. 35).

Bu tanımlamadan vekâlet sözleşmesinin unsurları: vekilin, bir iş görme borcunu üstlenmesi; iş görme borcunun, başkasının menfaatine yapılması; iş görme borcunun, müvekkilin iradesine uygun olarak yerine getirilmesi; vekilin, edim sonucunu değil, edim fiilini üstlenmesi; vekilin, iş görme borcunu yerine getirirken bağımsız hareket etmesi ve ücret (ki bu unsur zorunlu değildir) biçiminde sıralanabilir.

Borçlar Kanunu’nun 392 nci maddesinin birinci fıkrası hükmü uyarınca, müvekkilin talebi hâlinde vekil, vekâlet sözleşmesi konusu olan ve yapmış bulunduğu işin hesabını vekil edene vermek durumundadır. Bu borç, sözleşmenin kurulması ile doğar ve mutlak surette sözleşmenin ifasına bağlı değildir, hâlin icabına göre sözleşmenin sona ermesinden sonra da devam edebilir. Söz konusu hesap verme borcu, vekilin göreviyle ilgili malî konularda, daha açık bir anlatımla aldığı mal veya paralar, yaptığı harcamalar hakkında ve aldığı avans ve masrafları nerelerde kullandığı hususlarında hesap vermek ve buna ait belgeleri müvekkile ibraz etmek zorunluluğunu getirir. Bir anlamıyla sadakat borcunun gereği olarak bilgi vermek yükümünün de bir türü olan bu borç vekilin başkasına ait bir iş görmesinin doğal sonucudur; gerçekten, işi görülen kimsenin (müvekkilin) işe başlanıp başlanmadığını, işin nasıl yürütüldüğünü ve sonuçlandırıldığını bilmeye ihtiyacı vardır.

Dosya kapsamından, davacıların murisi ..., davalılardan ... ve dava dışı .....’nın üç kardeş oldukları, bu üç kardeşin birlikte hareket ederek İstanbul ili, Çekmeköy ilçesinde altı büyük parsel üzerinde kat karşılığı inşaat sözleşmeleriyle çok sayıda bağımsız bölüme sahip oldukları, birlikte aile şirketi yönettikleri, muris ...’nin ağabeyi davalı ...’a 07.08.1998 tarihli vekâletname verdiği ve anılan taşınmazların 1999-2009 yılları arasında muris ...’nin 31.03.2009 tarihinde vefatına kadar bu vekâletnameye istinaden peyderpey satıldığı anlaşılmaktadır. Mirasçı olan davacılar, vekâleten yapılan tüm bu satışlar nedeniyle elde edilen bedellerin murise verilmediği iddiasıyla eldeki davayı açmışlardır.

Bu noktada taşınmazların satış bedellerinin sağlığında murise ödenip ödenmediği konusunda ispat yükünün davanın hangi tarafına düştüğünün belirlenmesi gerekir.

Yukarıda değinildiği üzere vekâlet sözleşmelerinde kural olarak vekil, hesap verme borcu çerçevesinde vekâleten gerçekleştirdiği işlemlerde yükümlülüklerini sözleşmeye uygun surette yerine getirdiğini ispatla mükelleftir.

Ne var ki, usulüne uygun şekilde dinlenen ve bir bütün olarak değerlendirilmesi gereken tanık beyanından da anlaşılacağı üzere dosya kapsamından vekâlet sözleşmesinin tarafları olan kardeşler arasında on yılı aşkın süre içerisinde hesap verme borcunun yerine getirilmediğine ilişkin bir ihtilafın çıkmadığı, murisin vefatı sonrasında mirasçıların bu iddiayı ileri sürdükleri çekişmesizdir.

Kardeşler arasındaki anılan ilişki muris ...’nin vefatına kadar kesintisiz on yıl sürmüştür. Davalı taraf, taşınmazlardan elde edilen gelirin vekil edene teslim edildiğini ispat için delil olarak muris ...’nin 1999-2009 yılları arasında bildirdiği gelir vergisi beyannamelerine dayanmıştır. Her ne kadar anılan beyannameler dosyaya kazandırılmamış, bu konuda Mahkemece eksik inceleme yapılmış ve bu hususun tamamlanması gerekmekte ise de anılan tarihler arasında taşınmaz satışlarından gelir elde edildiğini gösterecek şekilde gelir vergisi beyanında bulunulması ve bu süre içerisinde bir niza çıkarılmamış vekâlet ilişkisinin sürdürülmesi, vekilin satışlardan elde ettiği bedelin muris ...’ye teslim edildiğine karine teşkil eder.

Bilinmeyen bir şeyin anlaşılmasına yarayan ipucu manasına gelen karine; bilinen bir olgudan bilinmeyen bir olguyu çıkarmak, anlamak olarak tanımlanmaktadır (Türk Hukuk Lügatı, Ankara, 2021 Baskı, Cilt-I, s. 664). Karinenin varlığı ispat yükünü ters çevirecektir. Aksinin kabulü, taşınmaz satışlarından gelir elde ettiğini, yani vekilden taşınmazların hissesine düşen bedelini aldığını zımnen ifade eden murisin beyanına rağmen, vekilin aynı ödemeyle tekrar mesul tutulması sonucunu doğuracaktır. Bu durumda ortaya çıkan sonuç, adil bir sonuç olmayacaktır.

O hâlde, gelir vergisi beyannamesi bulunan tarihlerdeki taşınmaz satışları yönünden satış bedelinin vekil edene ödenmediğini, vekilin vekâlet görevinin gereklerini ve hesap verme yükümlülüğünü yerine getirmediğini ispat yükünün artık davacılarda olduğunun kabulü gerekir. Ancak doğaldır ki, gelir vergisi beyannamesi bulunmayan tarihlerde yapılan satışlar yönünden vekilin ispat yükü devam edecektir.

Bu kabule göre, mahkemece öncelikle davalının delil listesinde dayandığı 1999-2009 yılları arasında muris ...’nin bildirdiği ileri sürülen gelir vergisi beyannameleri getirtilmelidir. Bu beyannamelerde taşınmaz satışlarından elde edilen gelirden bahsediliyor ise; her yıl ayrı ayrı değerlendirilerek anılan yıllara ilişkin vekilin ödeme borcunun yerine getirildiğine ilişkin karinenin varlığı nedeniyle aksinin ispatı davacılara yüklenmelidir.

Beyanname bulunmayan yıllar ile murisin 31.03.2009 tarihinde vefat etmiş olması karşısında, 2009 yılı içerisinde vefata kadar 24.02.2009, 26.03.2009, 30.03.2009 tarihlerindeki, fiili ve hukuki olarak beyanname verme imkânı bulunmayan, üç satış yönünden ise; ispat yükünün davalı vekilde kaldığı benimsenmeli, tanık beyanı ödemeye ilişkin açık ve net ifadeler içermediğinden dosya kapsamı itibarıyla ödemenin ispat edilemediğinin kabulü ile yalnızca anılan yıllarda yapılan satışlar değerlendirmeye alınarak taşınmazların satış tarihlerindeki rayiç bedellerinin tespiti ile vekilden tahsili cihetine gidilmelidir.

Tüm bu nedenlerle İlk Derece Mahkemesinin direnme kararının değişik gerekçe ile bozulması gerektiği kanaatiyle, direnme kararının Özel Dairenin bozma kararındaki nedenlerin genişletilmesi suretiyle bozulmasına dair değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-20221073-e-20231128-k-sayili-karari