Hukuk Genel Kurulu'nun 2019/2 E., 2022/242 K. sayılı kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 03.03.2022 tarihli, 2019/2 E., 2022/242 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
2019/2 E., 2022/242 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali ve tahliye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Amasra Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı dava dilekçesinde; müvekkilinin taşınmazında kiracı olarak oturan davalının 2013 yılına ait üç aylık toplam 1.800TL kira borcunu ödememesi üzerine başlatılan icra takibinde borca ve kira sözleşmesindeki imzaya haksız itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaline ve icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiş; davacı vekili ıslah dilekçesi ile tahliye isteminde bulunmuştur.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili ile davacı arasında kira akdi yapılmadığını, kira kontratındaki imzanın müvekkiline ait olmadığını, müvekkilinin davacıya borcunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Amasra Sulh Hukuk Mahkemesinin 26.02.2015 tarihli ve 2013/261 E., 2015/50 K. sayılı kararı ile; davalının dava konusu taşınmazda hâlen oturmakta olduğunun tespit edildiği, ödeme emrinin davalıya tebliğinden itibaren yasal süresi içinde kira borcunun ödenmediği gerekçesiyle davanın kabulüne, alacağın likit olması nedeniyle icra inkâr tazminatına karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 02.06.2016 tarihli ve 2016/5888 E., 2016/4339 K. sayılı kararı ile; “…Davalı kira sözleşmesi altındaki imzaya karşı çıkmıştır. Mahkemece davalının imza örnekleri alınarak ve örnek imza örnekleri getirtilerek bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Adli Tıp Kurumu Fizik İnceleme İhtisas Dairesi Başkanlığına ait 09/07/2014 tarihli rapora göre kira sözleşmesi altındaki imzanın davalının eli ürünü olmadığı tespit edilmiştir. Kira parasının dava dışı Ali Turan Pekin tarafından ödendiği davalının da bu kişinin eşi olduğu dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Kural olarak kiracılık ilişkisinin varlığını kiraya veren kanıtlamalıdır. Davacı iddiasını HMK 200. maddesi ve yıllık kira miktarına göre ancak yazılı olarak kanıtlayabilir. Davacı iddiasını yazılı olarak kanıtlayamamıştır. Davacı yemin deliline de dayanmadığına göre davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken davalının halen kiralanan evde oturduğundan bahisle davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir.
Hüküm bu nedenle bozulmalıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Amasra Sulh Hukuk Mahkemesinin 07.03.2017 tarihli ve 2016/159 E., 2017/45 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) döneminde “yazılı delil başlangıcı” olan senetle ispat zorunluluğuna getirilen istisnanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) döneminde “delil başlangıcı” olarak yer aldığı, HMK’nın 202. maddesine göre davalının taşınmazda oturmaya devam ettiğine dair duruşmada verdiği imzalı beyanının hukukî işlemin varlığını muhtemel gösteren bir delil başlangıcı olduğu ve bu durumda tanık beyanlarına itibar edilebileceği, netice itibariyle taraflar arasında kiracılık ilişkisinin varlığının kabulünün gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacının taraflar arasındaki kiracılık ilişkisini ispatlayıp ispatlayamadığı, buradan varılacak sonuca göre davanın kabulüne karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle kira sözleşmesinin hukuksal niteliğinin açıklanmasında yarar vardır.
13. Kira sözleşmesi kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanılmasıyla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşmedir. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere kira sözleşmesi karşılıklı edimleri içerir.
14. Başka bir anlatımla kira sözleşmesi, bir bedel karşılığında geçici bir süre için tarafa veya başkasına ait taşınır veya taşınmaz malın veya bir hakkın kullanımını sağlayan sözleşmedir. Kira sözleşmesi karşılıklı iradelerin birleşmesi suretiyle oluşur. Kira sözleşmesinin tarafları, kiraya verilen maldan bedel karşılığı yararlanan kiracı ile yararlanmaya razı olan kiraya verendir.
15. Kira sözleşmesinde kiracının asli edim yükümü, kira bedelini ödemesi; kiraya verenin asli edim yükümü ise, kiralananı kira süresince kiracının kullanımına hazır bulundurmasıdır.
16. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 313. maddesine göre; “Kiracı, kira bedelini ödemekle yükümlüdür”. Kira bedeli kiraya veren için bir semere olup, kiracının, kiralananı kullanmasına karşılık olarak, belirli tarihlerde kiraya verene ifa etmeyi taahhüt ettiği bir edimdir. Kiracı, aksine sözleşme ve yerel âdet olmadıkça, kira bedelini ve gerekiyorsa yan giderleri, her ayın sonunda ve en geç kira süresinin bitiminde ödemekle yükümlüdür. Kira bedelinin ödenmesi konusunda sözleşmede bir hüküm bulunması hâlinde sözleşmedeki hükme göre hareket edilir.
17. Kira sözleşmesine ilişkin bu açıklamalardan sonra kira sözleşmesinin varlığının ispatı üzerinde durulması yerinde olacaktır.
18. Kural olarak kira sözleşmelerinde şekil serbestisi bulunmakla beraber sözleşmenin inkârı hâlinde, özellikle sözlü sözleşmelerde, varlığının ispatı önem kazanır. Sıhhat için şekil aranmasa da ispat için şekil aranır.
19. İspat konusu HMK’nın 187. maddesinde; “(1) İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir.
(2) Herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz” şeklinde düzenlenmiştir.
20. İspat yükü ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür”, HMK’nın 190/1. maddesinde ise “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” şeklinde düzenlenmiştir.
21. Bu düzenlemelere göre davacının kiracı veya kiraya veren olmasına göre, davasındaki talebin sonucunu “kira sözleşmesinin” varlığına bağlayan taraf, karşı tarafın sözleşmeyi inkârı hâlinde kira sözleşmesinin varlığını ispat yükü altındadır.
22. Ancak HMK’nın 191. maddesi uyarınca “Diğer taraf, ispat yükünü taşıyan tarafın iddiasının doğru olmadığı hakkında delil sunabilir. Karşı ispat faaliyeti için delil sunan taraf, ispat yükünü üzerine almış sayılmaz”. Bu düzenleme ile ispat yükü kendisinde olan tarafından iddia edilen hususları karşı tarafın inkârı hâlinde inkâr edenin kanıt göstermesi, asıl iddianın kanıtlanması yükünün üstlenilmesi mahiyetinde olmayacaktır.
23. Açıklandığı üzere kural olarak, kira ilişkisinin varlığını ve koşullarını kanıtlama yükümlülüğü TMK’nın 6. maddesi uyarınca varlığından menfaat sağlayacak olan, bunu ileri süren tarafa aittir. Ancak uygulamada genellikle kiraya verenlerin kiracılara karşı açtıkları davalar nedeniyle kira sözleşmesini kanıtlama yükümünü kiraya verenler üzerine almaktadır (Kanık, Hikmet; Kira Hukuku Davaları, Ankara 2021, s. 253-254).
24. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 200. maddesi uyarınca yıllık kira tutarı 2500TL’nin (2013 yılı için 2500TL) üzerindeki işlemler (kira sözleşmesinin varlığı) senetle (kesin delillerle: yemin, ikrar, kesinleşmiş mahkeme kararı veya senet-yazılı sözleşme) ispat edilmek zorundadır, tanıkla kanıtlanamaz.
25. Senetle ispat zorunluluğu sadece hukukî işlemler için geçerlidir. Hukukî işlem sayılmayan durumlar, takdirî delillerle ve özellikle tanıkla ispat edilebilir. Senetle ispat kuralının da istisnaları HMK’nın 203. maddesinde açıklanmıştır. Senedin alınmasının imkânsız olduğu hâllerde senetle ispat zorunluluğuna istisnalar getirilmiştir (Kanık, s. 256).
26. Senetle ispat zorunluluğu yerine aslında “kesin delille ispat zorunluluğu” denilmesi daha doğrudur. Ancak, senet kesin delillerin en önemlisi olduğundan, bu “senetle ispat zorunluluğu” olarak ifade edilmektedir. Fakat, senetle ispat zorunluluğu hakkındaki açıklamaların, diğer kesin deliler için de geçerli olduğunu belirtmek gerekir. Senetle ispat zorunluluğu “tanıkla ispat yasağı” olarak da ifade edilir. Bunun da aslında “takdiri delille ispat yasağı” olması gerekir. Fakat tanık en çok başvurulan önemli bir takdiri delil olduğundan buna “tanıkla ispat yasağı” denilmektedir. Tanıkla ispatı yasak (kesin delille ispatı zorunlu) olan bir hukukî işlem, diğer takdirî delillerle de ispat edilemez. Senet (kesin delil) ile ispat zorunluluğuna ilişkin kanun hükümleri başka bir deyimle tanıkla ispat yasağı, kamu düzeni düşüncesiyle kanuna konulmuş değildir. Bu nedenle, bunun hilafına sözleşme (delil sözleşmesi) yapılabilir (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder; Medeni Usul Hukuku, Ankara 2014, s. 388-389).
27. Senet (kesin delil) ile ispatı gereken bir hukukî işlem, bunun hakkında bir delil başlangıcı varsa, tanıkla ispat edilebilir (HMK m. 202/1).
28. Delil başlangıcı, HMK m. 202/2 de tarif edilmiştir: “Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya kendisine gönderilmiş belgedir.”
29. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 202. maddesi, HUMK m. 292’den farklı olarak, “yazılı delil başlangıcı” ibaresindeki, “yazılı” kelimesini benimsememiş ve “delil başlangıcı” ibaresini kullanmıştır. Bu sebeple, bir belgenin delil başlangıcı olabilmesi için, (artık) yazılı olması şart değildir.
30. Buna göre, bir belgenin delil başlangıcı sayılabilmesi için aşağıdaki iki şartın birlikte bulunması (gerçekleşmesi) gerekir.
a) Bu belgenin aleyhine ileri sürülen tarafından verilmesi veya gönderilmesi (onun tarafından verilmesi) gerekir. Fakat, delil başlangıcı olan belgenin mutlaka karşı tarafa yöneltilmiş bir irade açıklamasını taşıyan bir belge olması gerekli değildir.
b) Bu belge varlığı iddia edilen hukukî işlemi tam olarak ispata yeterli olmamakla beraber, o hukukî işlemin muhtemelen yapıldığını (onun varlığını) göstermelidir.
31. Bir hukukî işlem hakkında HMK m. 202’deki şartlara uygun bir delil başlangıcı varsa o hukukî işlem hakkında tanık dinlenebilir. Böylece, delil başlangıcı, senetle ispat zorunluluğuna ilişkin kuralın istisnalarından biridir (Kuru/Arslan/Yılmaz, s. 396-397).
32. Somut olayda davalı 16.01.2015 tarihli celsede verdiği beyanında “…Ben hâlen davacının evinde kalmaktayım…” ifadesini kullanmış, Mahkemece bu ifade delil başlangıcı olarak değerlendirilerek tanık beyanıyla da desteklenmesi suretiyle davalının kiracılık ilişkisinin varlığı kabul edilmiştir.
33. Davalının beyanının değerlendirildiği bu noktada “ikrar” kavramına değinmekte fayda vardır.
34. İkrar bir tarafın, diğer tarafın ileri sürdüğü bir vakıanın doğru olduğunu bildirmesidir. Davalı davacının ileri sürdüğü vakıaları ikrar edebileceği gibi, davacı da davalının ileri sürdüğü vakıaları ikrar edebilir (Kuru/Arslan/Yılmaz, s. 366).
35. İkrar, yargılama usulü bakımından, açıklayan tarafından hasmının karara bağlanmasını istediği hakkın veya hukukî durumun meydana gelmesine esas olan ve hasmınca ileri sürülen maddi olayların tümünün veya bir bölümünün doğru olduğunun bildirilmiş olması demektir.
36. Çekişmeli konuda tarafın kendisi veya vekilinin ikrarı hâlinde çekişmeli vakıalar çekişmeli olmaktan çıkacağından ispatı gerekmeyecektir (HMK m. 188).
37. Sadece, tarafların iddia ve savunmalarını dayandırdıkları maddi vakıalar ikrara konu teşkil edebilir. Fakat, herkesin kullandığı ve anlamı herkesçe bilinen hukukî terimler, bunların dayanağı olan vakıaları da kapsamak üzere ikrar olunabilir; mesela, kira, satış, mülkiyet, vekâlet gibi; misal: davalı, kiracı olduğunu bildirirse, bununla dava konusu gayrimenkulü davacıdan kiralamış olduğu vakıasını ikrar etmiş olur (Kuru, Baki; Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt II, Ankara 2001, s. 2038-2040).
38. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı, mülkiyetindeki taşınmazında davalının kiracı sıfatıyla oturduğunu, 2013 yılına ait üç aylık kira bedelini ödemediğini ileri sürerek bu bedelin tahsili amacıyla yazılı kira sözleşmesine dayanarak icra takibi başlatmış, davalının itirazı üzerine itirazın iptali davasını açmış, davalı ise davacı ile arasında kiracılık ilişkisinin bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Dosya kapsamı itibariyle davacının dosyaya sunduğu yazılı kira sözleşmesi altındaki imzanın davalıya ait olmadığı hususu yapılan imza incelemesi sonucunda netlik kazanmıştır. Ne var ki, kira sözleşmesinin sözlü de olabileceği gözetildiğinde diğer delillerin değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Davalı kiracılık ilişkisini reddetmekle birlikte 16.01.2015 tarihli celsede davacının taşınmazında oturduğunu, eşinin kendisini terk ettiğini beyan etmiştir. Mahkemece, anılan beyan delil başlangıcı olarak değerlendirilmek suretiyle sonuca gidilmişse de, davacının dayandığı kira sözleşmesindeki imzanın davalıya ait olmaması, bir kısım kira bedellerinin davalının kocası tarafından ödenmiş olması, davalının duruşmadaki alınan beyanının davacı ile davalı arasında kira ilişkisi kurulduğuna dair ikrar niteliğinde olmaması ile yukarıdaki açıklamalar ışığında alınan beyanın delil başlangıcı olmadığı sonucuna varılmıştır. Buradan hareketle davacının iddiasının ispatı için tanık dinlenmesi de kabul edilemez.
39. Hâl böyle olunca, davacının iddiasını HMK’nın 200. maddesi kapsamında yazılı olarak kanıtlayamadığına işaret eden Özel Daire bozma kararına uyulması suretiyle hüküm tesisi gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
40. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davalının 16.01.2015 tarihli celsede verdiği “…Ben hâlen davacının evinde kalmaktayım…” şeklindeki ifadesinin kiracılık ilişkisinin varlığının ikrarı mahiyetinde olduğu, davacının başkaca delile dayanmasına gerek bulunmadığı, davaya konu taşınmazda fuzuli şâgil olarak oturmadığı belli olan davalının kira borcunu ödemesi gerektiği, bu nedenle direnmenin uygun olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
41. Diğer taraftan, dava tarihi 22.11.2013 olduğu hâlde direnme kararının başlık kısmında 14.07.2016 olarak hatalı yazılmış ise de bu durum mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde olduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
42. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03.03.2022 tarihinde yapılan ikinci görüşmede ve oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Uyuşmazlık, somut olayda davacının taraflar arasındaki kiracılık ilişkisini ispatlayıp ispatlayamadığı, buradan varılacak sonuca göre davanın kabulüne karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davacı, davalı aleyhine örnek 13 ihtarlı ödeme emri göndererek 2013 yılı Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarına ait kira bedelinin ödenmesini istemiş, davalı icra takibine itirazında borcun tamamına itiraz ettiğini ve kira sözleşmesindeki imzanın da kendisine ait olmadığını bildirmiştir.
Davacının genel mahkemede itirazın iptali davası açması ve tahliye istemesi yerindedir; çünkü, alacaklı olan davacı noterlikçe re’sen düzenlenmiş veya noterden onaylı bir kira sözleşmesine dayanmamaktadır. Dosyaya sunulan adi yazılı şekilde düzenlenmiş kira sözleşmesindeki imzayı davalı inkâr ettiğinden icra mahkemesinden itirazın kaldırılması ve tahliye kararı verilmesi istenemez.
İcra mahkemesi, önüne gelen itiraz ve şikâyetleri İcra İflas Kanunu’nda düzenlenen usul kurallarını uygulayarak takip hukuku bakımından hükme bağlar; sınırlı ve biçimsel olarak incelemeye ve karar vermeye yetkili olup, genel mahkemeler gibi geniş yetkili bir mahkeme değildir. İtirazın iptali davası ise yargılama usulü bakımından genel hükümlere tabidir. İtirazın iptali davasında da alacaklı, takipte dayanmadığı belgelere dayanamaz (HGK’nın 11.02.2020 tarihli ve 2017/19-2076 E., 2020/117 K. sayılı kararı).
Davacı takipte her ne kadar kira sözleşmesine dayanmamış ise de davalı takibe itirazında kira sözleşmesindeki imzanın kendisine ait olmadığını bildirerek sözleşmedeki imzaya itiraz etmiştir. 09.07.2014 tarihli Adli Tıp Kurumu raporu ile de 15.10.2009 başlangıç tarihli kira sözleşmesindeki imzanın davalının eli ürünü olmadığı anlaşılmıştır.
Eldeki dava, itirazın iptali davası olmakla, takipte dayanılan belgelerle bağlı olunduğundan, takipte yazılı kira sözleşmesine dayanılmamış olunması, takibin sadece “1.800,00TL üç aylık kira bedeli” açıklamasıyla yapılması önem arzetmektedir. Bilindiği üzere kira sözleşmesi yazılı olabildiği gibi sözlü de yapılabilir. Davacının ispat için dosyaya sunduğu yazılı kira sözleşmesinden davalının sorumlu olmaması, taraflar arasında sözlü kira akdinin varolmadığına delil teşkil etmez. Gelinen noktada davacı, davasını yazılı kira sözleşmesine hasretmediğinden, yazılı değilse sözlü kira sözleşmesinin varlığını kanıtlamak suretiyle iddiasını ispat edebilecek, kira bedeline ilişkin alacak talebinde bulunabilecektir.
Davacı alacağını dayandırdığı kira ilişkisini ispatla mükelleftir. Yıllık kira bedelinin tutarı senetle ispat sınırının üzerinde olduğundan tanık dinlenilemez, iddia ancak yazılı delille ispatlanabilir. Yazılı delil ise kesin deliller arasında sayılmaktadır. Kesin deliller; ikrar (HMK m. 188), kesin hüküm ( HMK m. 303), senet (yazılı delil) (HMK m. 199 vd.) ve yemin (HMK m. 225 vd.) olmak üzere dört tanedir (Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder/ Taşpınar Ayvaz, Sema/ Hanağası, Emel; Medeni Usul Hukuku, Ankara 2020, 6. Baskı, s. 401).
Davalı 16.01.2015 tarihli celsede “Davacıya ait olan evi eşim Ali Tuncer Pekin kiralamıştır. Kendisi iki sene önce evi terk etmiştir…Ben hâlen davacının evinde kalmaktayım, kiraları ben ödemediğim için kaç aydır ödenmediğini bilmiyorum” demiştir. Davalının bu beyanı ikrar mahiyetindedir. İkrar, taraflardan birinin ileri sürmüş olduğu vakıanın diğer tarafça doğru olduğunun bildirilmesidir. Davalı, davacının evinde hâlen oturduğunu, bu oturma şeklinin kiracılık vasfı ile olduğunu açıkça ifade etmiştir. İkrar ile taraflar arasında çekişmeli olan vakıa, somut olayımızda kira ilişkisinin varlığı çekişmeli olmaktan çıkar ve başkaca ispata gerek kalmaz (HMK m. 188/1).
Davalının, eşi ile birlikte oturmak üzere kiralanan taşınmazda eşinin boşanmak üzere evden ayrılmasının ardından kendisinin oturmaya devam etmesiyle, davacı ile arasında sözlü kira ilişkisinin kurulduğunun bu nedenle kira bedelinden sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Nitekim davalı, 12.05.2015 tarihinde anahtarı teslim ederek kiraya konu taşınmazı tahliye etmiştir ki, TBK’nın 223 vd. madde hükümlerine göre kiraya konu taşınmazın teslim yükümlülüğü kiracıya aittir. Ayrıca somut dosyanın özelliği itibariyle de, hakkaniyet davalının davacıya karşı kira bedelinden sorumlu olmasını gerektirmektedir.
Açıklanan bu değişik gerekçelerle direnme kararının onanması düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun görüşlerine katılmıyoruz.