ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

Hukuk Genel Kurulu'nun 2019/111 E. ile 2021/292 E. sayılı kararları

Hukuk Genel Kurulu'nun 2019/111 E. ile 2021/292 E. sayılı kararları
2 Okunma

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 15.06.2022 tarihli, 2019/111 E., 2022/948 K. sayılı kararı ile 15.12.2022 tarihli, 2021/292 E., 2022/1759 K. sayılı kararı

T.C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2019/111 E., 2022/948 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “Rücuan tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince Kayseri 1. İş Mahkemesinin davanın kabulüne ilişkin kararına yönelik taraf vekillerinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin verilen karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararını taraf vekilleri temyiz etmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı ... (SGK/Kurum) vekili asıl dava dilekçesinde; Kurum sigortalılarından ...’in davalı şirkete ait inşaat işyerinde çalışmakta iken 05.11.2013 tarihinde geçirdiği iş kazasında vefat etmesi nedeniyle hak sahiplerine ilk peşin sermaye değeri 202.338,75TL olan gelir bağlandığını, Kurum müfettiş yardımcısı tarafından düzenlenen inceleme raporunda olayın iş kazası olduğu ve davalı şirketin %60 oranında kusurunun bulunduğu yönünde tespit yapıldığını, bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 21/1. ve 76/4. maddeleri uyarınca Kurum zararının tazmini gerektiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 20.000TL’nin gelir bağlama onay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.

5. Davacı Kurum vekili birleşen dava dilekçesinde; Kayseri 1. İş Mahkemesinin 2014/747 E. sayılı dosyası ile davalı şirkete karşı açılan rücu davasında alınan bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah dilekçesinin sehven süresinde sunulamaması nedeniyle bu davanın açıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 101.403,25TL’nin gelir bağlama kararı onay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

6. Davalı Gemak İnşaat Elektrik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi vekili asıl davada cevap dilekçesinde; davacı Kurumun görevlisi olan müfettiş yardımcısı tarafından düzenlenen tarihsiz raporda müvekkiline atfedilen %60 oranındaki kusuru kabul etmenin imkânı bulunmadığını, tüm deliller toplandıktan sonra tarafsız bilirkişilerden rapor alınması gerektiğini, kaldı ki inceleme raporunda olayın kabul şekli ve vefat eden sigortalının mutlak ve asli kusurlu olduğunun belirtilmesine rağmen sigortalıya %40 oranında kusur verilmesinin çelişki teşkil ettiğini, gerekli iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alındığını, sigortalıya tüm eğitimlerin ve kişisel koruyucu araç ile malzemenin eksiksiz verildiğini, bunlara ilişkin sigortalının imzasını içeren tutanak ve belgelerin ayrıca kişisel koruyucu eşyaların kullanılması gerektiği ile ilgili dört sayfalık ihtar formunun mevcut olduğunu, asansör boşluklarına koruyucu demir profil yerleştirildiği, işyeri risk değerlendirmesi yapıldığı hususlarının inceleme raporunda dikkate alınmadığını, sağlık ve güvenlik planı ile acil durum planının da düzenlendiğini, müvekkili şirketin olayın meydana gelmesinde kusurunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

7. Davalı şirket vekili birleşen davaya ilişkin duruşmadaki beyanında; davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

8. Kayseri 1. İş Mahkemesinin 17.11.2016 tarihli ve 2014/747 E., 2016/600 K. sayılı kararı ile; Kurum müfettişi tarafından düzenlenen inceleme raporunda belirlenen kusur oranı ile uyumlu, aynı zamanda olayın oluşuna uygun ve bilimsel verilere dayalı olarak uzman bilirkişi kurulu tarafından hazırlanan ve hükme esas alınan 28.03.2016 tarihli rapora göre davalı şirketin iş kazasının meydana gelmesinde %60, dava dışı sigortalının %40 oranında kusurlu olduğu, bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 21. maddesi gereğince davalı şirketin kusuru oranında rücu tazminatından sorumlu tutularak birleşen dava da dikkate alınarak hesap raporu ile tespit edilen 121.403,25TL tazminatın hüküm altına alınması gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

9. Kayseri 1. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf yoluna başvurmuştur.

10. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 25.01.2017 tarihli ve 2016/209 E., 2017/113 K. sayılı kararı ile; ilk derece mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

11. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararını süresi içinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.

12. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 26.09.2017 tarihli ve 2017/2469 E., 2017/6114 K. sayılı kararı ile; "…IV-TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ:

Tüm taraf vekilleri, aynı istinaf gerekçeleriyle kararın bozulmasını istemiştir.

V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:

5510 sayılı Kanunun 21. maddesinin 1. fıkrasında, iş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir davranışı sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamının, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirileceği, 4. fıkrasında, iş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle gerçekleşmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısının, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edileceği belirtilmiştir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 74. (818 sayılı Borçlar Kanunu 53.) maddesi hükmü gereğince, hukuk hakimi kesinleşen ceza mahkemesi kararındaki maddi olgu ile bağlıdır. Ceza mahkemesi kendine has usuli olanakları nedeniyle hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir. Bu nedenle, hukuk hakiminin, ceza hakiminin fiilin hukuka aykırılığını ve illiyet bağı saptayan maddi vakıa konusundaki kabulü ve ceza mahkemesinin kabul ettiği olayın gerçekleşme şekli diğer bir deyişle maddi vakıanın kabulü konusunda kesinleşmiş olan bir mahkumiyet veya maddi vakıa tespiti yapan beraat hükmüyle bağlı olacağı hem ilmi (Prof. Dr. Kemal Gözler, “Res Judicata’nın Türkçesi Üzerine”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 56, sayı 2, 2007, s.45-61 ) hem de kökleşmiş kazai içtihatlarla benimsenmiş bulunmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 01.02.2012 gün 2011/19-639 Esas, 2012/30 Kararı; Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 03.02.2009 gün ve 2009/4-13 Esas, 2009/12 Karar; Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 06.04.2010 gün ve 2010/2-76 Esas, 2010/77 Karar sayılı kararlarında da belirtildiği üzere düşme, takipsizlik, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlar kesinleşmiş mahkûmiyet kararları olarak kabul edilemeyecektir.

Borçlar Kanununun 53. maddesi hükmüne göre, kusurun takdiri ve zarar miktarının tayini hususunda hukuk hakimi ceza mahkemesi kararı ile bağlı değil ise de ceza mahkemesinde saptanan maddi olgularla bağlı olduğundan, mahkumiyetin kesinleşmesi halinde mahkum olanlara az da olsa bir miktar kusur verilmesi gerekmektedir.

Yukarıdaki açıklamalar gözetildiğinde, eldeki davada; hükme esas alınan 30.03.2016 tarihli bilirkişi raporunda, davalı işveren %60, kazalı sigortalı %40 oranında kusurlu bulunduğu tespit edilmiş ancak, Kayseri 6. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasında iş güvenliği uzmanı tarafından düzenlenen kusur raporunda, işveren firma sahibi Ahmet Murat Kömürcü asli kusurlu bulunduğu anlaşıldığından; anılan kusur değerlendirmeleri arasındaki çelişki, yeniden usulünce alınacak kusur bilirkişisi raporuyla giderilerek varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O hâlde, hükmü temyiz eden taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun reddine ilişkin kararının kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

13. Kayseri 1. İş Mahkemesinin 04.10.2018 tarihli ve 2018/311 E., 2018/590 K. sayılı kararı ile; ceza mahkemesince bilirkişi raporuna itibar edilmeyerek davalı şirket yetkilisinin tali kusurlu olduğunun kabul edildiği, bu nedenle raporlar arasında çelişki bulunduğundan söz edilemeyeceği, öte yandan ceza davasındaki raporun tek bilirkişi tarafından düzenlenmesine rağmen eldeki davada alınan raporun üç kişilik bilirkişi kurulu tarafından hazırlandığı gibi kusur dağılımı konusunda varılan sonucun müfettiş raporu ile de uyumlu olduğu, üstelik ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğinden mahkumiyet kararı da bulunmadığı, bu nedenle bu kararın hukuk hâkimini bağlamayacağı belirtilerek önceki gerekçe de tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

14. Direnme kararını süresi içinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

15. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; hükme esas alınan 30.03.2016 havale tarihli bilirkişi raporu ile davalı şirket yetkilisi hakkında açılan ve mahkemece şirket yetkilisinin tali kusurlu olduğu kabul edilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen ceza davasında düzenlenen ve davalı şirket yetkilisinin asli kusurlu olduğu yönünde görüş bildirilen bilirkişi raporu arasında kusur değerlendirmeleri yönünden çelişki bulunup bulunmadığı; buradan varılacak sonuca göre yeniden rapor alınmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

16. Öncelikle konuya ilişkin mevzuattaki düzenlemeler ve kavramlar üzerinde kısaca durulmasında fayda bulunmakta olup somut olayda uyuşmazlığın iş kazasına ilişkin olması nedeniyle açıklamalar iş kazası çerçevesinde yapılacaktır.

17. Ülkemizde iş kazası ve meslek hastalığı ile ilgili hükümlere ilk kez 27.06.1945 tarihli ve 4772 sayılı İş Kazalariyla Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortası Kanunu'nda yer verilmiş, bu Kanun'u yürürlükten kaldıran 17.07.1964 tarihli 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nda (506 sayılı Kanun) aynı konu yeniden düzenlenmiştir. Daha sonra 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren ve somut olayda uygulanması gereken 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun (5510 sayılı Kanun) 13. maddesinde iş kazası hüküm altına alınmıştır.

18. İş kazası, sigortalının işyerinde iş dolayısıyla ya da işverence yürütülmekte olan işyeri dışındaki çalışması sırasında ortaya çıkan, sigortalının hemen ya da sonradan sakatlığına neden olan olay olarak tanımlanabilir (Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara 2021, s.605).

19. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 13. maddesinde iş kazası;

"a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,

b) (Değişik bend:17.04.2008-5754 S.K./8.mad) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle,

c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özüre uğratan olaydır." şeklinde tanımlanmıştır.

20. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu anlamında sigortalı sayılma, sigortalının kazaya uğraması, kaza sonucu bedensel veya ruhsal bir zarara uğraması ve kaza ile sigortalının uğradığı zarar arasında uygun nedensellik bağı bulunması iş kazasının unsurları olarak sayılabilir. 5510 sayılı Kanun'da iş kazası sayılan hâllerden (b) bendi dışındakiler yönünden kazanın yapılan işle ilgisi aranmamaktadır. İş kazası kavramının kanunda bu şekilde geniş düzenlenmesinin sebebi sosyal güvenlik hakkının koruyucu kapsamının mümkün olduğunca genişletilmesinin amaçlanmasıdır.

21. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 13. maddesinin 2. fıkrasına göre iş kazasının doğrudan ya da taahhütlü posta ile Kuruma bildirilmesi zorunlu olup 12.05.2010 tarihli ve 27579 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği'nin 35. maddesinin (a) bendinde de, 5510 sayılı Kanun'un 4. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde sayılan sigortalılar ile Kanun'un 5. maddesinin (a) ve (c) bentlerinde sayılan sigortalıların iş kazası geçirmeleri hâlinde işverenlerin, kazanın olduğu yerdeki yetkili kolluk kuvvetlerine derhâl, Kuruma ise en geç kazadan sonraki üç iş günü içinde iş kazasını bildirmeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.

22. İş kazası geçiren sigortalı Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucuları tarafından tedavi altına alınmakta, sağlığına kavuşması için gerekli tüm tıbbi yardımlar sağlanmakla birlikte çalışamaması nedeniyle gelir kaybına uğramaktadır. Bu kaybın telafisi için Kurum tarafından sigortalıya geçici iş göremezlik ödeneği ödenmektedir. Geçici iş göremezlik ödeneğine ilişkin hükümlere 5510 sayılı Kanun'un 19. maddesinde yer verilmiştir.

23. İş kazasına uğrayan sigortalı tedavi sonucunda tamamen sağlığına kavuşarak yeniden çalışma gücünü kazanabileceği gibi meslekte kazanma gücünü tamamen ya da kısmen yitirmesi de söz konusu olabilir. Sigortalı geçirdiği iş kazası nedeniyle meslekte kazanma gücünü tamamen yitirmiş başka bir deyişle sürekli iş göremez hâle girmiş ya da çalışmasını sürdürmekle birlikte meslekte kazanma gücünü kısmen kaybetmiş olabilir. 5510 sayılı Kanun'un 19. maddesinde Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurulları tarafından verilen raporlara istinaden Kurum sağlık kurulunca meslekte kazanma gücü en az %10 oranında azalmış bulunduğu tespit edilen sigortalının sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanacağı hükme bağlanmıştır. Sürekli iş göremezlik geliri, sigortalının mesleğinde kazanma gücünün kaybı oranına göre hesaplanır. Sürekli tam iş göremezlikte sigortalıya, 17. maddeye göre hesaplanan aylık kazancının %70'i oranında gelir bağlanır. Sürekli kısmî iş göremezlikte sigortalıya bağlanacak gelir, tam iş göremezlik geliri gibi hesaplanarak bunun iş göremezlik derecesi oranındaki tutarı kendisine ödenir. Sigortalı başka birinin sürekli bakımına muhtaç ise gelir bağlama oranı %100 olarak uygulanır (5510 sayılı Kanun m.19/3).

24. Ancak sigortalı geçirdiği iş kazası sonucunda hayatını kaybetmiş de olabilir. Bu durumda 5510 sayılı Kanun'un 37. maddesinin 3. fıkrasına göre hak sahiplerine Kurum Yönetim Kurulunca belirlenip Bakan tarafından onaylanan tarife üzerinden cenaze ödeneği ödenir. Yine iş kazasında vefat eden sigortalının hak sahiplerine 5510 sayılı Kanun'un 20. maddesi uyarınca Kurum tarafından ölüm geliri bağlanmakta olup sigortalının ölümü sebebiyle ölüm geliri bağlanmış olan kız çocuklarının evlenmeleri ve talepte bulunmaları hâlinde ise 5510 sayılı Kanun'un 37. maddesine göre bir defaya mahsus olmak üzere gelirlerin iki yıllık tutarı kadar evlenme ödeneği verilmesi sözkonusu olmaktadır.

25. Bununla birlikte Kuruma sigortalı için yaptığı her türlü gider ve ödemeleri, onun zarara uğramasına neden olanlardan geri isteyebilme (rücu) hakkı tanınmıştır. Bu yolla Kurum, bir yandan sigortalıya yardım yapma ödevi dolayısıyla malvarlığında meydana gelen eksilmeyi kısmen veya tamamen giderme olanağına kavuşmuş olacak, öte yandan (ve daha önemlisi) zararı ödemek durumunda kalan kişiler (işveren veya üçüncü kişiler) bundan böyle sigortalının sağlık ve can güvenliğini koruma hususunda özen göstereceklerdir. Ayrıca rücu kurumunun işçinin sağlığını ve can güvenliğini koruma hususunda işverenler ve üçüncü kişiler üzerinde hem yaptırım hem de caydırıcı özelliği olduğundan söz edilir (Tuncay, A. Can/Ekmekçi, Ömer: Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, Yenilenmiş 15. Bası, İstanbul 2012, s,334).

26. Kurumun rücu hakkına ilişkin düzenlemeler 5510 sayılı Kanun'un 21., 23. ve 76. maddelerinde yer almaktadır. 5510 sayılı Kanun'un 21. maddesine göre;

"İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir. İşverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır.

İş kazasının, 13 üncü maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen sürede işveren tarafından Kuruma bildirilmemesi halinde, bildirim tarihine kadar geçen süre için sigortalıya ödenecek geçici iş göremezlik ödeneği, Kurumca işverenden tahsil edilir.

Çalışma mevzuatında sağlık raporu alınması gerektiği belirtilen işlerde, böyle bir rapora dayanılmaksızın veya eldeki rapora aykırı olarak bünyece elverişli olmadığı işte çalıştırılan sigortalının, bu işe girmeden önce var olduğu tespit edilen veya bünyece elverişli olmadığı işte çalıştırılması sonucu meydana gelen hastalığı nedeniyle, Kurumca sigortalıya ödenen geçici iş göremezlik ödeneği işverene ödettirilir.

İş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edilir.

İş kazası, meslek hastalığı ve hastalık; kamu görevlileri, er ve erbaşlar ile kamu idareleri tarafından görevlendirilen diğer kişilerin vazifelerinin gereği olarak yaptıkları fiiller sonucu meydana gelmiş ise, bu fiillerden dolayı haklarında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunanlar hariç olmak üzere, sigortalı veya hak sahiplerine yapılan ödemeler veya bağlanan gelirler için kurumuna veya ilgililere rücû edilmez. Ayrıca, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölümlerde, bu Kanun uyarınca hak sahiplerine bağlanacak gelir ve verilecek ödenekler için, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde kusuru bulunan hak sahiplerine veya iş kazası sonucu ölen kusurlu sigortalının hak sahiplerine, Kurumca rücû edilmez".

27. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 21. maddesinin ilk üç fıkrasında Kurumun işverene rücu hakkına ilişkin hükümlere yer verilmiş, sözü edilen maddenin 4. fıkrasında ise Kuruma kusuru ile iş kazasının meydana gelmesine neden olan üçüncü kişiye rücu hakkı tanınmıştır. Ancak rücu davalarında işveren veya üçüncü kişinin sorumluluk esasları farklı olup 5510 sayılı Kanunun 21. maddesine göre rücu alacağından sorumluluk belirlenirken kural olarak işveren yönünden 1. fıkraya göre gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri ile yargılamada yöntemince hesaplanacak gerçek (maddi) zarar karşılaştırması yapılıp düşük (az) olan tutar esas alınmalı, üçüncü kişi bakımından ise 4. fıkra gereğince gerçek zarar gözetilmeksizin gelirin ilk peşin sermaye değerinin yarısı benimsenmeli ve bunlara kusur oranları uygulanmalıdır.

28. Öte yandan sigortalı çalıştırmaya başlandığının süresi içinde sigortalı işe giriş bildirgesi ile Kuruma bildirilmemesi hâlinde bildirgenin sonradan verildiği veya sigortalı çalıştırıldığının Kurumca tespit edildiği tarihten önce meydana gelen iş kazası sonucu sigortalının gelir ve ödenekleri Kurumca ödenmekle birlikte Kurumca yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü masrafların tutarı ile gelir bağlanırsa bu gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri tutarı, 21. maddenin 1. fıkrasında yazılı sorumluluk hâlleri aranmaksızın işverene ayrıca ödettirilir (5510 sayılı Kanun m.23).

29. Ayrıca 5510 sayılı Kanun'un 76. maddesinin 4. fıkrasındaki "İş kazası ile meslek hastalığı, işverenin kastı veya genel sağlık sigortalısının iş sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca yapılan sağlık hizmeti giderleri işverene tazmin ettirilir. İşverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır." hükmü ile de Kurumca karşılanan sağlık hizmeti giderlerinin işverenden rücuan tahsili hüküm altına alınmıştır.

30. Gelinen bu noktada belirtilmelidir ki; Kurum tarafından iş kazası geçiren sigortalıya yapılan sosyal sigorta yardımlarının kendisinden rücu yoluyla tahsilinin Kanun tarafından öngörüldüğü işverenin işçiyi gözetme borcu kapsamında işyerinde gerekli iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alması gerekmekte olup ayrıca mevzuatta öngörülmemiş olsa dahi bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı diğer iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerini de yerine getirmesi zorunludur. Bilim, teknik ve örgütlenme düşüncesi yönünden alınabilme olanağı bulunan, yapılacak gider ve emek ne olursa olsun bilimin, tekniğin ve örgütlenme düşüncesinin en yeni verileri göz önünde tutulduğunda işçi sakatlanmayacak, hastalanmayacak ve ölmeyecek ya da bu kötü sonuçlar daha da azalacaksa her önlem işverenin koruma önlemi alma borcu içine girer.

31. Bu önlemler konusunda işveren işyerini yeni açması nedeniyle tecrübesizliğini, bilimsel ve teknik gelişmeler yönünden bilgisizliğini, ekonomik durumunun zayıflığını, benzer işyerlerinde bu iş güvenliği önlemlerinin alınmadığını savunarak sorumluluktan kurtulamaz. Gerçekten, çalışma hayatında süregelen kötü alışkanlık ve geleneklerin varlığı işverenin önlem alma borcunu etkilemez. İşverenlerce, iş güvenliği açısından yaşamsal önem taşıyan araç ve gereçlerin işçiler tarafından kullanılması sağlandığında, kaza olasılığının tamamen ortadan kalkabileceği de tartışmasız bir gerçektir. Bu açıklamalara göre, iş kazasının oluşumuna etki eden kusur oranlarının saptanmasına yönelik olarak yapılan incelemede, ihlal edilen mevzuat hükümleri, zararlı sonuçların önlenmesi için koşulların taraflara yüklediği özen ve dikkat yükümüne aykırı davranışın doğurduğu sonuçlar, ayrıntılı olarak irdelenip kusur aidiyet ve oranları gerekçeleriyle ortaya konulmalıdır.

32. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 20.06.2019 tarihli ve 2017/10-2359 E., 2019/749 K. ile 04.11.2021 tarihli ve 2018/(21)10-369 E., 2021/1348 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

33. Yeri gelmişken işveren vekili kavramına kısaca değinilmelidir. 5510 sayılı Kanun'un 12. maddesinin 2. fıkrası uyarınca işveren adına ve hesabına, işin veya görülen hizmetin bütününün yönetim görevini yapan kimse, işveren vekilidir. Sözü edilen maddenin 2. fıkrasının son cümlesinde ise bu Kanun'da geçen işveren deyiminin işveren vekilini de kapsayacağı belirtilmiştir. Bu hükümden anlaşılacağı üzere işveren vekili, 5510 sayılı Kanun'da belirtilen yükümlülüklerden dolayı işveren ile birlikte müteselsilen sorumludur.

34. İşyerinde işveren adına ve hesabına işin bütününü yönetme, 5510 sayılı Kanun açısından işveren vekilliğinin ayırıcı özelliğini oluşturur. Bu nedenle işyerinin bütününü yönetmek yetkisine sahip olmayanlar 5510 sayılı Kanun anlamında işveren vekili olarak kabul edilmezler. Bunun sonucu olarak İş Kanunu anlamında işveren vekili olup işin ve işyerinin bir kesiminde yönetim görevi alanlar (örneğin şef, ustabaşı, personel müdürü, işyeri amiri vb) işin bütününü yönetmediklerinden 5510 sayılı Kanun açısından işveren vekili sıfatını kazanamazlar (Güzel, Ali/Okur, Ali Rıza/Caniklioğlu, Nurşen: Sosyal Güvenlik Hukuku, Yenilenmiş 14. Baskı, İstanbul 2012, s. 223).

35. Son olarak ceza davasında belirlenen kusur durumunun hukuk mahkemesindeki davaya etkisi ile hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu ile ilgili düzenlemeler üzerinde durulmalıdır.

36. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” başlıklı 231. maddesinde sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan cezanın, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası olması durumunda mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceği belirtilmiş olup maddeye göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. CMK'nın 231. maddesinin devam eden fıkralarında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için gerekli şartların neler olduğu düzenlenmiştir.

37. Ceza hukukunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması, tıpkı seçenek yaptırıma çevirme ve erteleme kurumlarında olduğu gibi hükmün ve cezanın bireyselleştirilmesine ilişkin kurumlardan birisidir. Özellikle ilk defa suç işleyen kimselerin hemen cezalandırılmasını ceza adaleti ile güdülen amaca uygun görmeyen kanun koyucu, verilecek cezanın bireyselleştirilmesinde olduğu gibi kurulan hükmün açıklanıp açıklanmayacağı konusunda da hâkime takdir yetkisi vermeyi uygun görmüştür. Böylece hâkimin yetkisi arttırılarak bir şansa daha ihtiyacı olan sanıkların durumlarının hâkim tarafından bir daha değerlendirilmesi imkânı getirilmiştir.

38. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, hukukumuzda ilk kez 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 23. maddesi ile çocuklar hakkında, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle CMK'nın 231. maddesine eklenen 5 ilâ 14. fıkralar ile de yetişkinler için kabul edilmiş, aynı Kanun’un 40. maddesiyle 5395 sayılı Kanunun 23. maddesi değiştirilmek suretiyle denetim süresindeki farklılık hariç olmak koşuluyla çocuk suçlular ile yetişkin suçlular hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı koşullara tâbi kılınmıştır.

39. Yetişkin sanıklar yönünden başlangıçta şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası için kabul edilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 23.01.2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun'un 562. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklik ile hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezaları için uygulanabilir hâle getirilmiş ve Anayasa’nın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılâp Kanunlarında yer alan suçlar ayrık olmak üzere tüm suçları kapsayacak şekilde uygulama alanı genişletilmiştir.

40. Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukukî bir sonuç doğurmamasını ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahiptir.

41. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 tarihli ve 2009/4-13 E., 2009/12 K. ile 06.04.2010 tarihli ve 2010/2-76 E., 2010/77 K. sayılı kararlarında da sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukukî bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının CMK'nın 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurduğundan bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturduğu, müessesenin yargılama kanununda düzenlenmiş bulunmasının kurumun karma niteliğini değiştirmeyeceği vurgulanmıştır.

42. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları için kanunda öngörülen kanun yolu açıkça itiraz olarak öngörülmüştür. Koşulların gerçekleşmesi hâlinde 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinde belirtilen düşme kararı verileceğinden ancak bu aşamada yani düşme kararı verildiğinde, hükümlere ilişkin yasa yolu olan temyiz yoluna başvurulabileceği kabul edilmiştir.

43. Öte yandan yargılama sistemimizde temyiz yolu yalnızca hükümler bakımından kabul edilmiş olup CMK'nın 223. maddesinde sınırlı olarak sayılan ve mahkûmiyet, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşme kararları olarak belirtilen hüküm çeşitleri arasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları yer almadığından bu kararlar hüküm niteliğinde de değildir.

44. Uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan 01.07.2012 yürürlük tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun " Ceza hukuku ile ilişkisinde" başlıklı 74. maddesinde;

"Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.

Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz." hükmü bulunmakta olup bu hükümden de anlaşılacağı üzere hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır. Hemen belirtilmelidir ki aynı doğrultudaki düzenleme mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 53. maddesinde de yer almakta olduğundan 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 53. maddesine ilişkin açıklamalar 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 74. maddesi için de geçerlidir.

45. Tekrar konuya dönülecek olursa Türk Borçlar Kanunu'nun 74. maddesinde ifadesini bulan bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını; aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.

46. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 74. maddesindeki açık hüküm karşısında ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet bağı gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.

47. Hemen belirtilmelidir ki hukuk hâkiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarında ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (HGK’nın 10.1.975 tarihli ve 1971/406 E., 1975/1 K. ile 23.1.1985 tarihli ve 1983/10-372 E., 1985/21 K. sayılı kararları).

48. Bilindiği gibi kesin hüküm, ilişkin olduğu konuda uyuşmazlığı ortadan kaldırır. Bu yüzdendir ki, açılan bir dava hakkında kesin hüküm bulunmaması bir dava şartıdır. Özellikle bir ceza mahkemesinin, uyuşmazlık konusu olayın tespitine diğer bir söyleyişle olayın varlığına ve sanık tarafından işlendiğine ilişkin maddi olgulara ilişkin kesinleşmiş saptaması, aynı konudaki davada hukuk mahkemesinde de kesin hüküm oluşturur. Bunun nedeni, ceza yargılamasındaki ispat araçları bakımından ceza hâkiminin hukuk hâkiminden çok daha elverişli bir konumda olmasıdır.

49. Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hâkimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hâkimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O hâlde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hâkimini bağlamasına, Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi bir engel oluşturmaz (HGK’nın16.9.1981 tarihli ve 1979/1-131 E.,1981/587 K. sayılı kararı ve orada atıf yapılan Çemberci, Mustafa: Hukuk Davalarında Kesin Hüküm,1965, s.22 vd.).

50. Yargıtayın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir (HGK’nın 11.10.1989 tarihli ve 1989/11-373 E., 1989/472 K. sayılı ilamı).

51. Somut olayda davacı Kurum tarafından davalı şirkete ait inşaat işyerinde çalışmakta iken 05.11.2013 tarihinde 11. katın asansör boşluğundan aşağıya düşerek hayatını kaybeden dava dışı sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin tahsili istemiyle açılan rücu davasının yargılaması sırasında alınan 30.03.2016 havale tarihli bilirkişi kurulu raporunda davacı şirketin %60, dava dışı sigortalının %40 oranında kusurlu olduğu, şirket sahibi Ahmet Murat Kömürcü'nün kusurunun işveren şirketin kusuru içinde değerlendirildiğinin belirtildiği, iş kazasıyla ilgili Kurum müfettiş yardımcısı tarafından düzenlenen 18.06.2014 tarihli inceleme raporunda da davalı şirket ile dava dışı sigortalının kusur oranlarının aynı şekilde tespit edildiği ancak davacı şirketin yetkilisi olduğu belirtilerek Ahmet Murat Kömürcü hakkında şüpheli sıfatıyla taksirle ölüme neden olma suçundan yürütülen soruşturmada tanzim edilen raporda şüphelinin asli, müteveffa işçinin tali kusurlu olduğu yönünde görüş bildirilmiş ise de Kayseri 6. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 06.05.2014 tarihli ve 2013/801 E., 2014/334 K. sayılı kararın gerekçesinde Ahmet Murat Kömürcü'nün, avukatının sunduğu belgeler dikkate alındığında firma sahibi olması nedeniyle iş sağlığı ve güvenliği önlemleri kapsamında tali kusurlu olduğu sonucuna varılarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 85/1. ve 62. maddeleri uyarınca verilen 1 yıl 8 ay hapis cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, kararın itiraz edilmeksizin 14.05.2014 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.

52. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece alınan ve hükme dayanak kılınan bilirkişi kurulu raporunda ceza mahkemesindeki yargılamada tali kusurlu olduğu kabul edilen dava dışı Ahmet Murat Kömürcü'nün kusurunun davalı şirketin kusuru içinde değerlendirildiği belirtilmiş ise de bu kişinin iş kazasının meydana gelmesinde şahsi kusuru bulunup bulunmadığı noktasında raporun değerlendirme içermediği, dolayısıyla yetersiz olduğu anlaşılmakla yeniden usulünce kusur konusunda bilirkişi raporu alınarak dava dışı Ahmet Murat Kömürcü'nün davalı şirketin kusuru içinde değerlendirilmesi mümkün olmayan ve bu nedenle ayrıştırılması gereken şahsi kusurunun mevcut olup olmadığı tespit edilmeli ve buna bağlı olarak da davalı şirketin kusur durumu belirlenerek sonucuna göre karar verilmelidir.

53. Hâl böyle olunca direnme kararı yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda belirtilen genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 373/1. maddesi uyarınca İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 15.06.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

---

T. C.

Yargıtay

Hukuk Genel Kurulu

2021/292 E., 2022/1759 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyla)

1. Taraflar arasındaki “Rücuan tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi sıfatıyla) verilen davanın usulden reddine ilişkin karar davacı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı ... (Kurum/SGK) vekili dava dilekçesinde; 14.08.2006 tarihinde davalının ölümüne sebebiyet verdiği dava dışı sigortalı ... ...’in hak sahiplerine 48.686,81TL peşin sermaye değerli gelir bağlanması ve 185,56TL cenaze yardımı yapılması nedeniyle 48.872,37TL Kurum zararı oluştuğunu, bu zararın tazmini amacıyla fazlaya ilişkin haklar saklı kalma kaydıyla 17.105,32TL’nin tahsili istemiyle açılan davada Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 2011/409 E., 2013/248 K. sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verildiğini, kararın temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiğini, kesinleşen kararda sigortalıya haksız tahrik nedeniyle kusur izafe edilmesine rağmen kusur oranının belirtilmediğini ayrıca Kurumun talep edebileceği toplam tutarın belirlenmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 9.974,48TL’nin 26.01.2007 tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı ... vasisi ... cevap dilekçesi sunmamıştır.

Mahkeme Kararı:

6. Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 16.02.2016 tarihli ve 2015/272 E., 2016/178 K. sayılı kararı ile; Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 2011/409 E. sayılı dosyasında kusur oranı belirlenmediğinden bahisle bakiye alacak için eldeki davanın açıldığı, Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 2011/409 E. 2013/248 K. sayılı kararının ve belirlenen kusur oranının Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini, davacı Kurum vekilinin kusur belirlenmediğine ve bahse geçen alacağı talep etmediklerine ilişkin temyiz itirazlarının reddedildiği, bu durumda kesin hüküm nedeniyle eldeki davanın dava şartı yokluğundan usulden reddi gerektiği gerekçesiyle usulden reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.

8. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 26.06.2019 tarihli ve 2017/4446 E., 2019/5498 K. sayılı kararı ile; “…Davanın yasal dayanağı 1479 sayılı Kanunun 63. maddesindeki düzenlemeye göre, üçüncü bir kimsenin suç sayılır hareketi ile bu Kanunda sayılan yardımların yapılmasını gerektiren bir halin doğmasında, Kurum, sigortalı veya hak sahiplerine gerekli bütün yardımları yapar. Ancak, Kurum, yapılan bu yardımların ilk peşin değeri için üçüncü kişilere, istihdam edenlere ve diğer sorumlulara rücu eder. Yani üçüncü kişiler, taksirli veya kasıtlı olarak Bağ-Kur sigortalısına veya hak sahiplerine, sağlık yardımı yapılmasına, malullük, yaşlılık ve ölüm aylıkları bağlanmasına neden olursa, Kuruma, bu yardımları rücuan geri isteme ... veren bir yasal düzenlemedir.

İnceleme konusu davada; 14.08.2006 tarihinde davalı tarafından kasten öldürülen Kurum Bağ-Kur sigortalısının hak sahiplerine bağlanan peşin değerli ölüm aylıkları ile yapılan cenaze yardımından oluşan bakiye Kurum zararının talep edildiği ve olay nedeniyle ... Kurum zararının 17.105,32 TL'si (Kurum zararının 535'ine tekabül eden kısmının) için davalı hakkında rücuan alacak davası açıldığı, Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesinin (iş mahkemesi sıfatıyla) 2011/409 Esas - 2013/248 Karar sayılı 30.05.2013 tarihli kararı ile talep gibi kabule karar verildiği, kararın Dairemizin 30.01.2015 tarihli ilamı ile onanarak kesinleştiği, Yargıtay onamasından geçerek kesinleşen ceza davasında sanık sıfatıyla yargılanan davalının aldığı müebbet hapis cezasının yapılan haksız tahrik indirimi sonucu TCK.'nın 29. maddesi gereği 16 yıl hapis cezası ile cezalandırıldığı anlaşılmaktadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 74. (818 sayılı Borçlar Kanunu 53.) maddesi hükmü gereğince, hukuk hakimi kesinleşen ceza mahkemesi kararındaki maddi olgu ile bağlıdır. Ceza Mahkemesi kendine has usuli olanakları nedeniyle hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir. Bu nedenle, hukuk hakiminin, ceza hakiminin fiilin hukuka aykırılığını ve illiyet bağı saptayan maddi vakıa konusundaki kabulü ve ceza mahkemesinin kabul ettiği olayın gerçekleşme şekli diğer bir deyişle maddi vakıanın kabulü konusunda kesinleşmiş olan bir mahkumiyet veya maddi vakıa tespiti yapan beraat hükmüyle bağlı olacağı hem ilmi (Prof Dr. ... Gözler. "Res Judicata'nın Türkçesi Üzerine", Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 56. sayı 2. 2007, s.45-61) hem de kökleşmiş kazai içtihatlarla benimsenmiş bulunmaktadır. Mahkemece; sigortalının haksız davranışı nedeniyle olaya sebebiyet verdiği, olayda sigortalının da kusurlu olduğu, bu hususun Türk Borçlar Kanununun 74. maddesi uyarınca hukuk hakimini de bağlar nitelikte kesinleşmiş maddi olgu halini aldığı, ceza davasındaki tahrik indirimi oranına göre, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 50. ve 51. maddeleri uyarınca, rücu alacağından da indirim yapılması gereği gözetilmekle beraber, ceza davasında davalı hakkında uygulanan haksız tahrik hükümleri gereğince yapılan indirim göz önünde bulundurulduğunda, Mahkemece davalının sorumlu olduğu tazminat tutarında %41,6 haksız tahrik indirim oranının dikkate alınarak hesaplanacak Kurum zararından, ilk rücu davasında hükmedilen tutar düşülmek ve bu kapsamda bakiye alacak için kesinleşen ilk rücu davasının da kesin hüküm teşkil etmeyeceği hususu da gözetilmek suretiyle bakiye kurum alacağına hükmedilmesi gerekirken, hatalı şekilde kesin hüküm nedeniyle açılan davanın usulden reddine şeklinde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Mahkemece yukarıda belirtilen maddi ve hukuki olgular değerlendirilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 28.07.2020 tarihli ve 2019/576 E., 2020/194 K. sayılı kararı ile; Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 2011/409 E. sayılı dosyasında alınan bilirkişi raporunda dava dışı sigortalı ... ...’in hak sahiplerine bağlanan peşin sermaye değerli gelir ve yapılan cenaze yardımı nedeniyle 17.105,32TL Kurum zararı oluştuğunun belirtildiği, itiraz edilmeyen bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne dair verilen kararın temyiz üzerine Yargıtayca davacının kusur oranının belirlenmediğine ve bakiye alacak talep edemediklerine dair açık temyiz itirazlarının reddedilerek onandığı, bu itibarla Kurumun kabul edilen kusur oranına göre talep edebileceği toplam alacak miktarının 17.105,32TL olduğu hususunun kesinleştiği, bu nedenle davacı Kurumun talep edebileceği bakiye alacağının bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda dava dışı sigortalı ... ...’in haksız davranışı ile olaya sebebiyet verdiğinden dolayı kusurlu olduğuna dair ceza mahkemesince yapılan maddi olgunun tespitin bağlayıcı olup olmadığı, kesinleşen Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 2011/409 E. 2013/248 K. sayılı kararının eldeki dava bakımından kesin hüküm teşkil edip etmediği; buradan varılacak sonuca göre dava dışı sigortalı ... ...’in haksız davranışı ile olaya sebebiyet verdiğinden dolayı ceza mahkemesince davalıya verilen cezada %41,6 oranında haksız tahrik indirimi yapıldığı dikkate alındığında bakiye rücu tazminatın tahsili istemiyle açılan eldeki davada ceza davasında yapılan haksız tahrik oranında indirim yapılarak Kurum alacağı belirlenip hüküm altına alınan miktar mahsup edildikten sonra bakiye tazminat tutarının hüküm altına alınmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.

13. Davanın yasal dayanağı 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu’nun (1479 sayılı Kanun) 63. maddesi olup söz konusu maddede;

“Üçüncü bir kimsenin suç sayılır hareketi ile bu Kanunda sayılan yardımların yapılmasını gerektiren bir halin doğmasında, Kurum, sigortalı veya hak sahiplerine gerekli bütün yardımları yapar.

(Değişik: 20/6/1987 - 3396/11 md.) Ancak, Kurum, yapılan bu yardımların ilk peşin değeri için üçüncü kişilere, istihdam edenlere, (...)(23) ve diğer sorumlulara rücu eder. Bu kimselerin hak sahiplerine yaptıkları ödemeler dolayısıyla Kurumun zarara uğraması halinde, hak sahiplerine rücu ... saklıdır.

(Ek fıkra: 24/7/2003-4956/29 md.) Taksirli suç sayılır hareketi ile bu Kanunda sayılan yardımların yapılmasına neden olan üçüncü kişinin sigortalının eşi, çocukları, ana ve babası olması halinde, bu kişilere rücu edilmez.

(Ek fıkra: 24/7/2003-4956/29 md.) Kurumun rücu hakkını doğuran suç sayılır hareket yurt dışında meydana gelmiş, suçun faili yabancı uyruklu ve yurt dışında ikamet ediyorsa, bu kişilere rücu edilmez…” şeklinde düzenlenmiştir.

14. Anılan madde uyarınca sigortalıya yapılan harcamalar nedeniyle uğranılan Kurum zararından üçüncü kişinin sorumluluğuna gidilebilmesi için; üçüncü kişinin kusurlu olması, sigortalıyı zararlandırıcı eyleminin Türk Ceza Kanunu anlamında “suç” olarak kabul edilmesi gerekmektedir.

15. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 29.05.2013 tarihli ve 2012/10-1487 E., 2013/790 K. ile 26.03.2008 tarihli ve 2008/10-273 E. 2008/275 K. sayılı sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

16. Bu aşamada ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, başka deyişle ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmalıdır.

17. Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 53. maddesinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 74. maddesi) düzenlenmiş olup hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.

18. Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını; aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise kişi ilişkilerinin medeni hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.

19. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Ceza Hukuku İle Medeni Hukuk Arasında Münasebet” başlıklı 53. maddesinde; “Hâkim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat kararıyla da mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hâkimini takyit etmez.” hükmü yer almaktadır (TBK’nın 74. maddesi de aynı düzenlemeyi içermektedir) .

20. Bu açık hüküm karşısında ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.

21. Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hâkiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarında ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını belirleyen ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır.

22. Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi, yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hâkimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hâkimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O hâlde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hâkimini bağlamasına, 818 sayılı BK’nın 53. maddesi bir engel oluşturmaz.

23. Yargıtayın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir (HGK’nın 15.06.2022 tarihli ve 2019/10-111 E., 2022/948 K. sayılı ilamı).

24. Gelinen noktada kesin hüküm ve buna ilişkin mevzuat hükümlerine kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır.

25. Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan, başka bir deyişle dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

26. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler, bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir (HMK m. 115).

27. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114. maddesinde dava şartları düzenlenmiş olup maddenin 1. fıkrasının (i) bendinde, "Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması" da dava şartları arasında sayılmıştır. Bu hükme göre dava konusu uyuşmazlık hakkında kesin hüküm bulunuyorsa aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.

28. Kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların hem kesinleşme anı hem de gelecek için çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem davanın taraflarının hem Devletin hem de toplumun yararı vardır. Çünkü kişiler aralarındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bunda Devletin de yararı vardır. Çünkü Devlet mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık ile tekrar tekrar meşgul edilmesini istemez (Arslan, .../ ..., Ejder /Taşpınar Ayvaz, Sema: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2016, s. 664).

29. Kesin hüküm itirazı davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip davayı kesin hüküm bulunduğu (dava şartı yokluğu) gerekçesiyle reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi ilk defa Yargıtayda (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, 2001, C. V, s. 4980 vd.).

30. Bu bağlamda kesin delil, tarafları ve hâkimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesini gerektiren delillerdir. Hâkimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur; kesin delillerle ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır. Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar senet (HMK m. 205), yemin (HMK m. 229) ve kesin hükümdür (HMK m. 303). Kesin hüküm de aynı konuda daha sonra açılan davada kesin delil oluşturur (Kuru, C. II, s. 2034 vd).

31. Kesin hüküm kural olarak hüküm sonucuna (fıkrasına) münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukukî ve mantıki tahlil ve istidlallerden (delillerden yargıya varma) ibaret kalmayıp hüküm fıkrası ile ayrılması imkânsız bir bağlılık içinde bulunuyor ise istisnaen bu kısmın da kesin hükme dâhil olduğunu kabul etmek gerekir. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu her olayın özelliğine göre belirlenir.

32. Kesin hüküm şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm olmak üzere ikiye ayrılır. Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan kanun yollarının kapandığı anlamına gelir. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler (HMK m. 361). Kanun yolu açık olan bir karar, kanun yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse artık bu hükme karşı olağan kanun yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.

33. Maddi anlamda kesin hükmün koşulları HMK’nın 303/1. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre “Bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir”. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere kesin hükmün ilk koşulu her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması, ikinci koşulu müddeabihin aynılığı, üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır.

34. Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabihin aynılığı, dava konusu yapılmış olan hakların aynı olmasıdır. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunun karşılaştırılması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziksel bakımdan aynı olsa bile bu şeyler üzerinde talep olunan haklar farklı ise müddeabihlerin aynı olduğundan bahsedilemez.

35. Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukukî sebepten farklı olarak davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Her iki davanın dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise diğer iki koşulun da bulunması hâlinde kesin hükmün varlığından söz edilebilir.

36. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 23.06.2020 tarihli ve 2017/3-1058 E., 2020/448 K., 30.03.2021 tarihli ve 2017/9(22)-3108 E., 2021/380 K. ile 12.10.2021 tarihli ve 2017/(13)3-2665 E., 2021/1207 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

37. Somut olayda Akşehir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2006/1081 Esas sayılı İddianame ile aralarında davalının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında sigortalı ... ...’i kasten öldürme suçundan cezalandırılması istemiyle ceza davası açıldığı, Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından onanan Akşehir Ağır Ceza Mahkemesinin 28.03.2007 tarihli ve 2006/175 E., 2007/65 K. sayılı kararında davalının sigortalı ... ...’in belinden çıkardığı tabancanın kabzası ile başından birden çok vurmasının yarattığı kızgınlığın etkisi ile haksız tahrik altında ... ...’i ölümcül şekilde yaralamak suretiyle kasten öldürdüğü gerekçesiyle dava dışı kişilerin beraatlerine, davalı ...’ın ise müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, haksız tahrik nedeniyle Türk Ceza Kanunu’nun 29. maddesi uyarınca verilen cezanın 16 yıl hapis cezasına indirilmesine karar verildiği anlaşılmıştır.

38. Öte yandan davacı Kurum tarafından 14.08.2006 tarihinde dava dışı sigortalının kasten ölümüne sebebiyet verdiği ileri sürülerek hak sahiplerine 48.686,81TL peşin sermaye değerli gelir bağlanması ve 185,56TL cenaze yardımı yapılması nedeniyle 48.872,37TL Kurum zararı oluştuğu iddiası ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalma kaydıyla 17.105,32TL’nin tahsili istemiyle açılan davada Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 2011/409 E. 2013/248 K. sayılı kararı ile hükme esas alınan 02.07.2012 tarihli bilirkişi raporunda davacı Kurumun sigortalı ... ...’in hak sahiplerine ödediği peşin sermaye değerli gelirin 48.686,81TL; cenaze yardımının ise 185,56TL olarak hesaplandığı ve haksız tahrik nedeniyle rücu alacağından da aynı oranda indirim yapılması ve isteğin 17.105,32TL olduğunun bu miktarın talebin %35’ine tekabül ettiğinden kabulü gerektiği gerekçesiyle davanın kabulü ile 17,105,32TL’nin tahsiline karar verildiği ancak hükme esas alınan 02.07.2012 tarihli bilirkişi raporunda ve mahkemenin gerekçesinde hangi oranda indirim yapıldığı ve bakiye alacağın miktarına ilişkin tespit bulunmadığı görülmüştür.

39. Bu itibarla sözü edilen davada verilen karar bakiye alacağa ilişkin eldeki davada kesin hüküm teşkil etmemekte olup ceza davasında davalı ... hakkında uygulanan haksız tahrik nedeniyle yapılan indirim oranı göz önünde bulundurularak davacı Kurumun peşin sermaye değerli gelir ve cenaze yardımına ilişkin oluşan zararından rücu edilebileceği miktarın hesaplanması gerektiği açıktır.

40. Bu durumda kesinleşen ilk rücu davasında belirlenen miktar bakiye alacak için kesin hüküm teşkil etmeyeceğinden davalının sorumlu olduğu tazminat tutarında %41,6 haksız tahrik indirim oranı uygulanarak hesaplanacak Kurum zararından ilk rücu davasında hükmedilen miktar mahsup edilerek bakiye rücuan tazminata hükmedilmelidir.

41. Öte yandan direnme kararının başlık kısmında “Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla)” şeklinde yazılması gerekirken “Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesi” yazılması maddi hata olarak kabul edilmiştir.

42. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.

43. O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.12.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/hukuk-genel-kurulunun-2019111-e-ile-2021292-e-sayili-kararlari