Ceza Genel Kurulu’nun 2024/329 E., 2024/263 K. sayılı kararı

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 25.09.2024 tarihli, 2024/329 E., 2024/263 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
2024/329 E., 2024/263 K.
"İçtihat Metni"
İTİRAZ
İtirazname No : 2023/36078
KARARI VEREN
YARGITAY DAİRESİ : 1. Ceza Dairesi
MAHKEMESİ :Ağır Ceza
SAYISI : 275-83
I. HUKUKİ SÜREÇ
Sanığın kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256 ve 86/3-d maddesi yollamasıyla aynı Kanun’un 87/4-2. cümlesi, 29, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 08.04.2009 tarihli ve 340-69 sayılı hükmün, sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 19.12.2012 tarih ve 1858-9694 sayı ile; "...Adli Tıp 1. İhtisas Kurulunun 12.03.2008 tarihli raporuna göre, maktulde tespit edilen yaralanmalarının basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olduklarının ve olay ile ölüm arasında illiyet bağının bulunduğunun bildirilmesi karşısında, sanığın 5237 sayılı TCK’nın 22/2 ve 86/2 maddeleri yollamasıyla aynı Yasa’nın 85, 62. maddeleri uyarınca, taksirle ölüme neden olmak suçundan cezalandırılması yerine, suç niteliğinde yanılgıya düşülerek, TCK’nın 87/4-2. cümle, 29, 62. maddeleri gereğince hüküm kurulması," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesi 03.04.2013 tarih ve 39-127 sayı ile; "...Ölüm ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunan tekme savurmak şeklinde tezahür eden sanığın eyleminde doğrudan veya karar yerinde değerlendirildiği üzere olası kasıt ile öldürme neticesi öngörülmemiş ise de olayda ölüm ile neticelenmiş kasten yapıldığı sabit eylemin varlığı karşısında Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 2010/1858 esas, 2012/9694 karar no’lu ilamının oluşa ve esasa uygun düşmediği," gerekçesiyle bozmaya direnerek sanığın ilk hüküm gibi mahkûmiyetine karar vermiştir.
Direnme kararına konu hükmün sanık müdafii ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 1. Ceza Dairesince 13.03.2017 tarih ve 7-749 sayı ile direnme kararı yerinde görülmemiş; gönderilen dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 27.01.2022 tarih ve 278-60 sayı ile; "Sanığın eylemini haksız tahrikin etkisi altında gerçekleştirdiği ve eyleminin TCK’nın 22/1-2 ile 23. maddeleri delaletiyle aynı Kanun’un 85/1. maddesinden düzenlenen taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunu oluşturduğu," gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesince 08.02.2023 tarih ve 275-83 sayı ile; sanığın taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan 5237 sayılı TCK’nın 256, 22/1-2 ve 23. maddeleri delaletiyle aynı Kanun’un 85/1, 29, 62 ve 63. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve mahsuba karar verilmiştir.
Hükmün sanık müdafii, Cumhuriyet savcısı ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 14.12.2023 tarih, 4940-7972 sayı ve oy çokluğu ile; "Sanık hakkında taksirle öldürme suçundan kurulan hükümde, taksirle işlenen suçlarda kusur oranına göre ceza verileceğinden, taksirle işlenen suçlarda 5237 sayılı Kanun'un 29 uncu maddesinde belirtilen haksız tahrik indirim hükümlerinin uygulanması mümkün olmadığından, taksirle ölüme sebep olma suçuna haksız tahrik uygulanması hukuka aykırı olduğu," gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.
Daire Üyeleri O. Erdim ve S. Giray; "Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bozma kararına uyulmasına karar verilerek bozma kararı doğrultusunda sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nın 86/2, 23/1, 22/1-2 delaletiyle, 85/1, 29, 62 maddelerinin uygulanması suretiyle sanığın cezalandırılmasına dair kararda her hangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı," düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
II. İTİRAZ SEBEPLERİ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 01.02.2024 tarih ve 36078 sayı ile; "Kararda hukuka aykırılık bulunmadığından, hükmün onanması gerektiği," görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 23.05.2024 tarih, 1102-3817 sayı ve oy çokluğu ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
III. UYUŞMAZLIK KONUSU
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; kasıtlı olarak işlenip de TCK'nın 23. maddesi delaletiyle neticesi bakımından daha ağır olan taksirli bir suçtan uygulama yapılması gereken hâllerde, haksız tahrik hükmünün uygulanmasının mümkün olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
IV. OLAY VE OLGULAR
İncelenen dosya kapsamından;
Ölen ...’nin 21.11.2007 tarihinde akşam saatlerinde arkadaşı ... ile birlikte Avcılar Şehit Onbaşı Hakan Kuyucu Parkı içerisinde çerez yiyip bira içtiği sırada, Avcılar İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliğinde polis memuru olarak görev yapan sanık ...’nun, yanında bulunan polis memuru tanıklar ... ve ... ile birlikte adı geçenlerin yanına gelerek çevreyi rahatsız etmemeleri konusunda kendilerini uyardığı, ...’un daha önceden de uyarıda bulunduğunu sanığa söylemesi üzerine sanığın Kabahatler Kanunu’na göre işlem yapacağını söyleyerek ...'tan ve ...’dan kimliklerini istediği, duruma küfrederek tepki gösteren ... ile sanık arasında çıkan tartışma sırasında sanığın tekmeyle ...'ın göğüs bölgesine vurduğu, almış olduğu darbe sonucu yere düşen ...'ın hayatını kaybettiği; ölen hakkında Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulunca düzenlenen uzmanlık raporunda; "Kişinin göğüs bölgesine geniş yüzeyli, sert ve küt nitelikli bir travmanın uygulanmasının savcılıkça kabulü hâlinde bunun cilt ve cilt altında herhangi bir travmatik değişim bulgusu olmaksızın kalpte aritmiyle ölüme yol açabileceği, ayrıca batın, boyun gibi basınç veya ağrı duyarlılığı olan bölgeleri öldürücü olmayan travmalarla da bradikardi ve kalp durması (inhibisyon) olabileceği, eldeki verilerle hangi mekanizma ile ölüm meydana geldiğinin ayırt edilemediği, kişinin vücudunda doğrudan ölümüne yol açacak nitelikte bir travmatik değişim bulgusu olmaması, ayrıca travma veya olayın etkisiyle aktive olacak özellikte kronik bir hastalık bulgusu da olmamasına göre eldeki verilerle ölüm mekanizması belirlenememekle birlikte olayın kasten yaralama olduğunun kabulü hâlinde kişinin olaydan hemen sonra ölmesi de dikkate alındığında olay ile ölüm arasında illiyet bağının bulunduğu" hususlarına yer verildiği anlaşılmaktadır.
V. GEREKÇE
A. İlgili Mevzuat ve Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Açıklamalar
Ceza hukukunun konusunu, kanuni tipe uygun ve özgür/iradi insan davranışları oluşturur. Çağdaş ceza hukuku iradeyi etkileyen hâllerin, ceza sorumluluğunu kaldırdığı ya da azalttığı mülahazası ile bunlara bir hukuki değer atfedip kanuni düzenlemelerde yer vermiştir (TCK'nın 24-34. maddeleri). Bu düzenlemelerden biri de; "Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye" verilecek cezalarda belli oranlarda indirim yapılmasını öngören TCK'nın 29. maddesidir.
Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet ya da şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu hâlde fail, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeden, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısı üzerinde meydana getirdiği karışıklığın neticesi olarak bir suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan nedenlerden biridir. Başka bir anlatımla, haksız tahrik hâlinde failin iradesi üzerinde zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmaktadır.
Haksız tahrik hükümlerinin, şartları oluştuğunda kasten işlenen suçlarda uygulanacağı ve fakat taksirle işlenen suçlarda kural olarak tatbik imkânının bulunmadığı uygulamada istikrar kazanmıştır. Ancak neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlar bakımından bu kabulün ayrıca tartışılması ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
TCK'nın, "Netice sebebiyle ağırlaşmış suç" başlıklı 23. maddesi şöyledir: "(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir."
Madde gerekçesi ise şu şekildedir:
"Kişi suç teşkil eden bir fiili işlerken, kastettiği neticeden daha ağır veya başka bir netice gerçekleşmiş olabilir. Bu gibi durumlarda netice sebebiyle ağırlaşmış suç söz konusudur. Örneğin, basit yaralamada bulunulmak istenirken, kişi görme, işitme yeteneğini yitirmiş olabilir. Yaralama fiili gerçekleştirilirken, genellikle bunun sonucunda ağır bir neticenin meydana gelebileceği düşünülür. Örneğin gözün, kulağın üzerine sert bir biçimde vuran kişi, bu yumruk neticesinde mağdurun görme veya işitme yeteneğini yitirebileceği olasılığını göz önünde bulundurur. Ağır neticenin ortaya çıkacağının bu şekilde öngörüldüğü durumlarda, meydana gelen ağır netice açısından fail olası kastla hareket etmektedir.
Buna karşılık, yaralama fiili sonucunda kişinin öngörmediği ağır bir netice de meydana gelmiş olabilir. Örneğin canının biraz yanması için mağdurun karın boşluğuna hafif bir biçimde vurulması hâlinde mağdur inhibisyon sonucu ölebilir. Bu gibi durumlarda ise fail, yaralama fiilini işlerken, mağdurun ölebileceğini tahmin etmemiş olabilir. 765 sayılı Türk Ceza Kanununda ve Hükûmet Tasarısının bazı hükümlerinde, kişi gerçekleştirmeyi kastetmediği böyle neticelerden objektif olarak sorumlu tutulmaktadır.
Belirtmek gerekir ki, bu tür sorumluluk, ortaçağ kanonik hukukunun kalıntısı olan “versari in re illicita”, yani hukuka aykırı bir durumda olan bunun bütün neticelerine katlanır anlayışının ürünü olup, çağdaş ceza hukuku bu anlayışı çoktan terk etmiştir. Çünkü kusurun aranmadığı objektif sorumluluk hâlleri kusursuz ceza olmaz ilkesiyle açıkça çelişmektedir. Ülkemiz ceza hukuku öğretisinde uzun süredir objektif sorumluluk hâllerinin ceza mevzuatından çıkarılması gerektiği ifade edilmektedir. Bu talebin yerine getirilmesi, Anayasada öngörülen kusur ilkesinin zorunlu bir sonucudur.
Madde metnindeki düzenlemeyle, meydana gelen ağır netice açısından kişinin sorumlu tutulabilmesi için, söz konusu neticeye ilişkin olarak en azından taksir dolayısıyla kusurlu bulunması gerekmektedir. Bu hükümle, meydana gelen kastedilenden başka ve ağır netice açısından sorumluluğun, kusura dayalı bir sorumluluk olması sağlanmak istenmiştir.".
Kasten işlenen bir suçun sonucu olarak meydana gelen başka ya da ağır neticeden failin ancak taksir seviyesinde bir kusurunun varlığı hâlinde sorumlu tutulabildiği ve ağır cezanın verilmesini gerektiren suçlara netice sebebiyle ağırlaşmış suç denir (Veli Özer Özbek, “Netice Sebebiyle Ağırlaşmış Suçlar”, Ceza Hukuku Dergisi, 2007/4, s. 227-228).
Kasten işlenen bir suçun öngörülebilir nitelikteki ağır neticelerinin fail tarafından öngörülemediği hâllerde, ağır neticeler bakımından taksirli sorumluluk gündeme gelecektir (kast-taksir kombinasyonu).
Netice sebebiyle ağırlaşan suçlar, cezayı ağırlaştıran bir unsur niteliğindedir. Dolayısıyla netice sebebiyle ağırlaşan suçların hükmünü icra edebilmesi, yani cezayı ağırlaştırabilmesi için temel bir suç tipinin varlığı şarttır. Bu nedenle doğrudan netice sebebiyle ağırlaşan suça ilişkin düzenlemeden hareketle bir değerlendirme yapılması yerinde değildir. Netice sebebiyle ağırlaşmış hâl, temel suç tipiyle birlikte bir anlam ifade eder (Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 14. Baskı, Seçkin Yayınevi, s. 247, 250; M. Emin Artuk - Ahmet Gökcen - M. Emin Alşahin - Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 13. Baskı, Ankara 2019, s. 474-476).
Netice sebebiyle ağırlaşan suç, kast-taksir kombinasyonundan bahsedildiğinde, esas itibarıyla failden sadır olan, kasten işlenmiş ve hukuki anlamda tek bir iradi fiilden söz edildiği bilinmelidir. Bu fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir öngörülebilir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi nedeniyle failin sorumlu tutulması ve şekli, kanun vazıının tercihine kalmış bir meseledir. Madde gerekçesinde de işaret edildiği gibi, kastedilmeyen ağır veya başka bir neticeden; objektif sorumluluk esaslarına göre ya da taksire dayalı bir sorumluluk sistemini benimsemek, normatif bir sorumluluk rejimidir. Bu nedenledir ki, sanığın kasten icra ettiği fiil itibarıyla cezalandırılan iradesini etkileyen yasal sebeplerin uygulanma şartlarıyla doğrudan bir ilgisi bulunmamaktadır.
Mesela TCK'nın 86/2. maddesi kapsamında basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde yaralama sonucu ölümün meydana geldiği ve yaralama fiili ile ölüm neticesi arasında illiyet bağının bulunduğu hâllerde TCK'nın 23. maddesi delaletiyle failin, TCK'nın 85/1. maddesi uyarınca taksirle ölüme neden olma suçundan cezalandırıldığı durumlarda, neticesi sebebiyle ağır olan taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçunun temelindeki kasten yaralama suçunda, koşulları var ise haksız tahrik hükmünün uygulanmasına hiçbir yasal engel yoktur.
Şu durumda, kasıt-taksir kombinasyonunun gerçekleştiği neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, neticesi bakımından failin taksirli bir suçtan cezalandırılması gerekse dahi temel suç tipi olan kasten yaralama suçu varlığını korumaktadır. Açıklanan nedenle, maddenin düzenleniş biçimine göre sadece kasten işlenebilen temel suç için, cezai sorumluluğu azaltan bir sebep olması hâlinde, bu sebebin neticesi bakımından uygulanması gereken taksirli suçlara da tatbiki gerekmektedir. Dolayısıyla temeldeki kasten yaralama suçu haksız tahrik etkisi altında işlenmiş ise neticesi bakımından uygulanması gereken taksirle ölüme neden olma suçunda da haksız tahrik hükmü uyarınca cezada indirim yapılması gerektiği kabul edilmelidir. Aksi hâlde, örneğin TCK'nın 86/1. maddesi kapsamında kalacak bir yaralanma sonucu ölümün meydana geldiği ve failin TCK'nın 87/4. maddesi uyarınca cezalandırılması gerektiği hâllerde haksız tahrik hükmünün uygulanması mümkün olabilecekken; haksız tahrik altında suç işleyen ancak yaralamanın boyutu TCK'nın 86/2. maddesi kapsamında kalan fail hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanmasının mümkün olmayacağı gibi ceza adaleti bakımından kabul edilemeyecek bir sonuç ortaya çıkacaktır.
B. Somut Olaya İlişkin Hukuki Değerlendirme
Sanık polis memurunun Kabahatler Kanunu’na göre işlem yapmak için ölenden kimlik kartını istemesi üzerine ölenin sanığa hakaret ettiği, sanığın da bu haksız eylemin meydana getirdiği hiddetle ölenin göğsüne tekme attığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olan bu yaralama sonucu ölenin kalbinin durması nedeniyle hayatını kaybettiği kabul edilen olayda; sanık hakkında haksız tahrik hükmünün de uygulanarak TCK’nın 22/1-2 ile 23. maddeleri delaletiyle aynı Kanun’un 85/1. maddesi uyarınca cezalandırılmasında bir isabetsizlik bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan altı Ceza Genel Kurulu Üyesi; Özel Daire kararının isabetli olduğu, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmesi gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
VI. KARAR
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 14.12.2023 tarihli ve 4940-7972 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Bakırköy 10. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 08.02.2023 tarihli ve 275-83 sayılı, usul ve kanuna uygun hükmün ONANMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.09.2024 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.