Ceza Genel Kurulu'nun 2024/322 E., 2025/300 K. sayılı kararı
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun, 02.07.2025 tarihli ve 2024/322 E., 2025/300 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
2024/322 E., 2025/300 K.
"İçtihat Metni"
İtirazname No : 2024/4176
KARARI VEREN
YARGITAY DAİRESİ : 1. Ceza Dairesi
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SAYISI : 1700-1495
I. HUKUKİ SÜREÇ
Sanığın nitelikli kasten öldürme suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 82/1-d-e, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin ... 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 14.06.2022 tarihli ve 221-219 sayılı re'sen istinaf incelemesine tabi hükmün, sanık müdafii ve katılan vekili tarafından da istinaf edilmesi üzerine Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesince 12.10.2022 tarih ve 1700-1495 sayı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 18.10.2023 tarih ve 854-6279 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
II. İTİRAZ SEBEPLERİ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 24.01.2024 tarih ve 4176 sayı ile; "...Sanığın, kendi bebeğini öldürme kastı ile hareket ettiğine dair delil bulunmadığı, eylemin, sanığın bilinç dışı ve kontrolsüz hareketleri neticesinde suç kastı olmaksızın meydana geldiği, bu nedenle beraatine karar verilmesi gerektiği," görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 22.05.2024 tarih ve 1530-3762 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
III. UYUŞMAZLIĞIN KONUSU
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın, isnat edilen suçu işleme kastı ile hareket edip etmediğinin, buna bağlı olarak eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; Ceza Genel Kurulu Başkanı ile üyeler ... ve ...'nun önerileri üzerine sanığın müsnet suçu, kusurluluğu geçici olarak etkileyen bir sebebin tesiri altında işleyip işlemediğinin de tartışılması gerekmiştir.
IV. OLAY VE OLGULAR
İncelenen dosya muhteviyatından;
Sanık ve eşi olan mağdurun 23.05.2012 tarihinde evlenip bu birliktelikten 2013, 2014 ve 2015 yıllarında dünyaya gelen üç kızlarının bulunduğu, 18.01.2021 tarihinde saat 21.30 sıralarında sanığın bel ağrısı şikâyeti ile eşiyle birlikte ... Devlet Hastanesine gittiği, Acil Serviste görevli hekim olan tanık ...’ın sanığa hamile olup olmadığını sorduğu, sanığın ve eşinin gebelik durumu olmadığını beyan etmeleri üzerine sanığa ağrı kesici ve kas gevşetici enjeksiyon uyguladığı, devamında sanık ve mağdurun ikametlerine geri döndükleri, sanığın duş almak amacıyla banyoya girdiği, bu esnada tek başına banyoda doğum yaptığı, eşini merak eden mağdurun banyo kapısını açtığında içeride sanığı ve yeterde yüz üstü yatar vaziyette bebeği gördüğü, sanığa ne olduğunu sormasına rağmen yanıt alamadığı, boynundaki kesi izlerini fark ederek bir havluya sardığı ve halen nefes almakta olan bebek ve sanık ile ikametin yakınında bulunan bir hastaneye saat 23.30 sıralarında gittikleri, ex duhul şekilde acile getirilen bebeğin tüm müdahalelere rağmen kalp atımı ve solunumun sağlanamadığı, boğazda sol kulak altından başlayıp sağa doğru gelen 10x5 cm’lik derin parçalı kesiler ile batın bölgesinde iki adet kesi izlenen bebeğin göbek kordonunun bulunduğu, karın bölgesinden dışarıya çıkan bağırsağının görülmekte olduğu tespitlerine yer verildiği, aynı hastanenin kadın doğum servisinde müdahalede bulunan hekim tarafından yapılan mülakatta sanığın, banyo yaparken bebeğin geldiğini, bebeği öldürmek istediğini, neden yaptığını bilmediğini, boğazını meyve bıçağı ile kestiği bebeği banyoda bıraktığını, sonra eşinin gelip kendilerini hastaneye getirdiğini beyan etmesi üzerine adli vaka formunun düzenlenerek tutanağa bağlandığı, ... Devlet Hastanesi morguna sevk edilen ve erkek cinsiyetli olduğu anlaşılan bebeğin yapılan otopsi işleminde, 45 cm boyunda 2,450 gr ağırlığında, göbek kordonunun 1,5 cm'den düzgün kesilmiş vaziyette olduğu, sol frontal bölgede 1 cm’lik ekimoz, boynun sağında iki, solunda beş adet geniş doku defektleri içeren kesik vasıflı, tamamı öldürücü nitelikte yaralar bulunduğu, mevcut lezyonların damar sinir paketlerini düzensiz şekilde kesmiş oldukları, bu bölgede yoğun kas doku harabiyeti de gözlemlendiği, batın sağ kısımda iki adet 0,5 cm’lik kesi olup bir tanesinin karaciğerde yaralanmaya sebebiyet verdiği, bebeğin ölümünün kesici delici alet yaralanmasına bağlı büyük damar harabiyeti, trake, özefagus yaralanması ile batın içi organ yaralanmalarından gelişen iş ve dış kanama ile solunum yetmezliği sonucu meydana geldiğinin belirtildiği, olay yerinde yapılan incelemede, bebeğe ait olduğu değerlendirilebilecek plasenta, göbek kordonu gibi doku parçalarının ele geçirilemediği, banyo şofbeninin açık bırakılmış olduğu, kirli çamaşır sepeti üzerinde sap kısmı 9,5 cm, namlu uzunluğu 6 cm olan meyve bıçağının görülerek muhafaza altına alındığı, Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesinin 22.10.2021 tarihli ve .... sayılı raporunda, bebeğin kanında etanol bulunduğu, metanol ile sistematikteki uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin bulunmadığı, ilaç etken maddelerinden parasetamol tespit edildiğinin bildirildiği, ... Şube Müdürlüğünce de 26.10.2021 tarih ve .... sayı ile; bebeğin ölümüne müessir toksik bir neden bulunmadığı, saptanan etanolün kanın nakli sırasında meydana gelen bekleme kaynaklı olabilecek düzeyde olduğunun belirtildiği, Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesinin 15.04.2021 tarihli ve .... sayılı raporunda; mağdurun %99,99 ihtimalle bebeğin biyolojik babası olabileceğinin bildirildiği, Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulunun 11.10.2021 tarihli ve .... sayılı raporuna göre; sanıkta kendi çocuğunu öldürmek suçu nedeniyle TCK’nın 32. maddesi uyarınca cezai sorumluluğunu müessir ve şuur ve de harekat serbestisini ortadan kaldıracak veya azaltacak mahiyet ve derecede herhangi bir akıl hastalığı ve zeka geriliği saptanmadığı, sanığın mezkur suçu işlediği sırada fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını idrak etme ve bu fiil ile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğini ortadan kaldıracak veya azaltacak boyutta bir akli arızanın içinde olduğuna delalet edecek herhangi bir tıbbi bulgu veya belgeye de rastlanmayıp cezai ehliyetinin tam olduğunun belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Mağdur aşamalarda; olay tarihinde eşi olan sanığın belinin ağrıdığını söylemesi üzerine hastaneye gittiklerini, eşine iğne yapılmasından sonra eve döndüklerini, eşinin banyoya girdiğini, bir süre sonra su sesinin kesildiğini, seslendiğinde eşinin iyi olduğunu, birazdan çıkacağını söylediğini, bir müddet daha beklediğini, eşi dışarıya çıkmayınca kapıyı açtığını, bu esnada eşinin de banyo kapısının önünde donuk vaziyette durmakta olduğunu, yerde yüz üstü yatar şekilde bebek gördüğünü, hemen bebeği kaldırdığını, bebeğin hırıltı şeklinde nefes almakta olduğunu, boyun kısmından da kan geldiğini, eşine "Sen ne yaptın?" diye bağırdığını, devamında bebeği havluya sararak dışarıya çıktığını, üst katta oturan akrabası ...’in aracıyla yakındaki bir hastaneye gittiklerini, eşinin hamile olduğunu bilmediğini, cinsel yaşamlarında bir farklılık hissetmediğini, eşinin hormonlarına ait bir sorun nedeniyle üçüncü çocuklarının hamileliğini de sekizinci ayda öğrendiklerini, diğer çocuklarında ise böyle bir durumla karşılaşmadıklarını, kızlarının herhangi bir sağlık sorunlarının olmadığını, eşi ile severek evlendiğini, eşinin ilgili bir anne olduğunu, ancak pandemi nedeniyle son zamanlarda geçim sıkıntısından dert yandığını,
Tanık ... soruşturmada; olay tarihinde ... Devlet Hastanesi Acil Servisinde görevli olduğunu, sanığın bel ağrısı şikâyeti ile geldiğini, üzerinde bol bir kıyafet bulunduğunu, görünüş itibarıyla hamile olabileceğini düşündüğü için sanığa hamile olup olmadığını sorduğunu, sanığın önce "Çok ağrım var." şeklinde cevap verdiğini, bu sırada eşinin rahat bir vaziyette ...’nin hamile olmadığını söylediğini, sanığa yeniden gebelik durumunu sorduğunu, sanığın ağrıdan cevap veremediğini, son kez sorduğunda hamile olmadığını söylediğini, bunun üzerine sanığa di****** ve mu****** isimli ağrı kesici ve kas gevşetici özelliği bulunan ilaçları tek doz şeklinde ile uyguladığını, Kovuşturmada önceki beyanından farklı olarak; sanıkta herhangi bir hamilelik durumu sezmediğini, yaşı itibarıyla genel uygulama olarak sanığa hamile olup olmadığını sorduğunu,
Tanık ... aşamalarda; sanık ve ailesi ile akraba olup aynı binada oturduklarını, bağrışma sesleri duyması üzerine aşağıya indiğinde mağdurun kucağında havluya sarılı bir şey gördüğünü, tutuşundan bebek olduğunu tahmin ettiğini, mağdurun yardım istediğini, bu esnada donuk ve ağlamaklı bir hâlde sanığın da yanlarına geldiğini, araca binerek birlikte hastaneye gittiklerini, sanığın hamile olduğu yönünde bir bilgisi olmadığını, önceki hamileliğini de geç öğrendiğini duyduğunu,
Beyan etmişlerdir.
Sanık aşamalarda; bel fıtığı rahatsızlığı bulunduğunu, olay tarihinde odun taşıdığını, akşam vakitlerinde belinin ağrıması üzerine eşiyle birlikte hastaneye gittiklerini, burada kendisine kas gevşetici iğne yapıldığını, doktorun yazdığı ilaçları da alarak eve geçtikleri sırada kanama yaşadığını, daha sonra banyoya girip duş aldığını, bu esnada karnından aşağıya bir şey düştüğü hissine kapıldığını, baktığında bebek olduğunu gördüğünü, daha önce doğum yaptığı için bebeğin kordonunun kesilmesi gerektiğini bildiğini, deterjan kutularını açmak amacıyla banyoda bulundurduğu meyve bıçağını alarak kordonu kesmeye çalıştığını, bebeğin bu sırada canlı olduğunu, sonrasını hatırlamadığını, bir an çocukları ve eşinin aklına geldiğini "Ne yapacağız?" diye düşündüğünü, sadece eşinin; "..., sen ne yaptın?" diye bağırdığını anımsayabildiğini, daha sonra eşinin, kendisini ve bebeği alarak yakında bulunan hastaneye götürdüğünü, her üç hamileliğinde de adet döngüsünün devam ettiğini, hamile olduğuna dair belirtiler taşımadığını, hatta üçüncü çocuğuna hamile olduğunu sekiz aylık iken öğrendiğini, karnı da çok büyümediğinden son gebeliğini fark edemediğini, eylemi neden gerçekleştirdiğini bilmediğini, bebeğin eşinden olduğunu, başka birisiyle duygusal veya cinsel birliktelik yaşamadığını, bebeğin cinsiyetinin erkek olduğunu sonradan öğrendiğini,
Savunmuştur.
V. GEREKÇE
A. Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Açıklamalar ve İlgili Mevzuat
TCK'nın benimsediği suç teorisine göre: tipe uygun ve hukuka aykırı fiil, failin kusurlu olması hâlinde ceza yaptırımı uygulanmasını gerektirir. Her ceza hukuku normu, temelde bir hakkı/bir değeri korur. Bu nedenle ceza hukuku normlarının belirlediği davranış modellerine aykırı düşen her fiil haksızlık içermektedir.
TCK'nın "Kast" başlıklı 21. maddesinin birinci fıkrasında;"Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir." şeklinde kastın tanımı yapılmış, Yargıtay ise müstakar uygulamalarında kastı: "Hareket ve netice ile fail arasındaki psikolojik bağ" şeklinde tarif etmiştir.
Bu tanıma göre kast; kanunda suç olarak tanımlanmış tipik eylemin/unsurlarının bilerek icra olunmasını ve suçun unsurlarının, öngörülmüşse neticenin gerçekleşmesini istemeyi kapsayan iradedir. Kastın, bilme ve isteme olmak üzere birlikte bulunması gereken iki unsuru vardır. Haksızlığın işlenme yöntemlerinden biri olarak kastın, iradi hareketle birlikte neticeyi de kapsayan bir konumda bulunduğu söylenmelidir. Keza suçun konusuna ilişkin bilginin de kastın bilme unsuruna dâhil olduğunda kuşku yoktur.
765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'ndan farklı olarak 5237 sayılı TCK kusura dayalı sübjektif sorumluluk esasını benimsemiş olup suçu, kanunda tanımlanmış bir haksızlık olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her şartta sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla kusursuz sorumluluk terk edilmiş olmaktadır. Buna göre, bir fiilin ceza hukuku bakımından değerlendirilmesinde öncelikle yapılması gereken, suçun (tipikliğin) maddi ve manevi unsurlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin, bir başka anlatımla, kasten veya taksirle işlenmiş ceza hukuku anlamında bir haksızlığın mevcut olup olmadığının tespit edilmesi, daha sonra bu haksızlık (suç) dolayısıyla kişinin kınanıp kınanamayacağının (isnadiyet) belirlenmesidir. Kusur yeteneğinin suçun icra hareketlerinin gerçekleştirildiği anda mevcut olması gerektiği her türlü izahtan varestedir.
Kast suçun subjektif unsurunu, kusur ise iradenin oluşum süreci ile ilgili olarak, failin işlediği hukuka aykırı fiilden dolayı kınanabilirliğine ilişkin bir değer yargısını ifade etmektedir. Kınanabilirlik, failin hukuka uygun davranmak, haksızlık yapmamak imkân ve yeteneği varken, hukuka aykırı davranması, haksızlığı tercih/irtikap etmesi hâlidir. İnsan özgür iradeye sahip bir varlık olması nedeniyle, haklı olan bir davranışla haksızlık arasında bir tercih yapma veya haklı olan davranış lehine karar verme, davranışlarını hukuk düzeninin gereklerine göre yönlendirebilme, hukuk düzenin yasakladığı davranışlardan sakınma yeteneğini haizdir. Kusur yargısının temelini oluşturan insanın irade özgürlüğü ise, haksızlık bilincinin varlığını gerekli kılar. Çünkü insanın haklı olan davranışları ile haksızlık arasında tercih yapabilmesi için bunu bilmesi şarttır. Fail, haksızlık bilincine sahipse ve özgür iradesiyle haksız olan bir davranışı tercih ediyor ise kusurludur.
Failin, işlediği fiilden dolayı kınanabilmesi yani kusurlu olduğundan söz edilebilmesi için öncelikle, fiili işlediği sırada kusur yeteneğine sahip olması gerekmektedir. Kusur yeteneğine ilişkin TCK'da bir tanımlamaya yer verilmemiş ise de, kusurluluk kavramı TCK’nın 31/2 ve 32/1. maddelerinde dolaylı bir biçimde tarif edilmiştir. Bu hükümler uyarınca; fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını buna göre yönlendirme yeteneğinin bulunması hâlinde kusur yeteneğinin var olduğu kabul edilmiştir. Buna göre kusurluluğun iki unsuru vardır. Bunlardan ilki; kişinin işlediği fiilin bir haksızlık içerdiğini ve sonuçlarını anlayabilme (idrak); diğeri ise, fiilin hukuki anlam ve sonucunu kavrayan kişinin davranışlarını bu algılama doğrultusunda ve hukuk düzeninin gereklerine uygun olarak yönlendirme yeteneğinin bulunmasıdır. Algılama ve irade yeteneği de denilen bu iki öğenin bir arada bulunmaması veya bu yeteneklerde bir azalma meydana gelmesi durumunda kusur yeteneğinin tam olduğu söylenemez.
Şu hâlde kasten işlenmiş, tipe uygun/haksızlık içeren fiil, olayda bir hukuka uygunluk sebebi varsa suç teşkil etmeyecek, kusurluluğu ortadan kaldıran bir sebep varsa, suç oluşturmasına rağmen yaptırıma tabi tutulamayacaktır.
Hukuka aykırılık genel bir ifadeyle, hukuka (hakka) karşı gelmek (Heinrich l kn 305) onunla çatışma hâlinde olmak demektir. Suçun unsuru olarak hukuka aykırılık ise işlenen fiile hukuk düzeni tarafından cevaz verilmemesi, bütün hukuk düzeni ile çelişki ve çatışma hâlinde bulunması anlamına gelmektedir. (Mahmut Koca- İlhan Üzülmez; Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Seçkin Yayınları, Ankara 2015, s. 252; Fatih Selami Mahmutoğlu/Serra Karadeniz, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler Şerhi, s. 450).
TCK'da yer alan hukuka uygunluk nedenleri; kanunun hükmünü yerine getirme (TCK'nın 24/1. maddesi), meşru savunma (TCK'nın 25/1. maddesi), hakkın kullanılması (TCK'nın 26/1. maddesi) ve ilgilinin rızası (TCK'nın 26/2. maddesi) olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kusurluluğu etkileyen nedenler ise; amirin hukuka aykırı emrini ifa (TCK'nın 24/4. maddesi), meşru savunmada sınırın korku, heyecan veya telaş ile aşılması (TCK'nın 27/2. maddesi), cebir şiddet, korkutma ve tehdit (TCK'nın 28. maddesi), haksız tahrik (TCK'nın 29. maddesi), kusurluluğu etkileyen nedenlerin maddi şartlarında hata (TCK'nın 30/3. maddesi), yasak hatası-haksızlık yanılgısı (TCK'nın 30/4. maddesi), yaş küçüklüğü (TCK'nın 31. maddesi), akıl hastalığı (TCK'nın 32. maddesi), sağır ve dilsizlik (TCK'nın 33. maddesi), geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu etkisinde olma (TCK'nın 34. maddesi) olarak sayılabilir.
Aynı kanunda kusurluluğa etki eden hâllerden; kusurluluğu etkileyen geçici neden olarak alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma haline yer verilmiş (madde 34), zikredilen maddenin gerekçesinde ise geçici nedenler kapsamında değerlendirilebilecek bazı durumlara örnekler sayılmıştır.
Konu ili ilgili TCK'da yer alan yasal düzenlemeler şöyledir:
"Akıl hastalığı,
Madde. 32;
1) Akıl hastalığı nedeniyle işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.
2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.",
"Geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu madde etkisi altında olma
Madde. 34;
1) Geçici bir nedenle ya da irade dışı alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez.
2) İradi olarak alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde suç işleyen kişi hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.".
34. maddenin gerekçesinde de şu açıklamalara yer verilmiştir; "Kişi, gerçekleştirdiği davranışın hukuki anlam ve sonuçlarını algılama veya davranışlarını yönlendirme yeteneğini etkileyen bir nedenin etkisine bilinci olmaksızın veya iradesi dışında girmiş olabilir. Örneğin, kimyasal madde üretiminin yapıldığı bir tesiste çalışan kişiler, kimyasal maddelerden yayılan kokunun etkisinde kalarak geçici bir süre algılama ve irade yeteneğini tümüyle yitirmiş olabilir. Bu gibi durumlarda kusur yeteneğinin olduğundan söz edilemez.
Yine yatağında bebeğini emzirdiği sırada uykuya dalan anne, uykudayken bebeğin havasızlıktan dolayı ölümüne neden olabilir. Bu durumda ölüm olayının gerçekleştiği anda anneye izafe edilecek bir fiil bulunmamaktadır. Yani uyku hâlinde iken kişi hareket yeteneğini yitirmektedir. Ancak annenin bu ölüm neticesinden dolayı sorumluluğunu belirlerken uyku hâlindeki davranışlarını değil uykuya geçmeden önceki dönemde gerçekleştirdiği davranışlarını göz önünde bulundurmak gerekir. Anne dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı olarak emzirmek üzere bebeğini yatağına almış ve bu esnada uyuyakalmıştır. Aynı şekilde, hipnotik telkin altına girmiş olan kişinin de bu hâldeyken hareket yeteneğinin varlığından söz edilemez.
Kişi alkol veya uyuşturucu madde almak kastıyla hareket etmemesine rağmen yanılarak bu maddeleri almış olabileceği gibi alkol veya uyuşturucu madde almaya zorlanmış da olabilir. Gerek bilmeyerek gerek zorla alınan alkol veya uyuşturucu maddenin etkisindeyken işlenen suç açısından kişinin kusur yeteneği bulunmamaktadır. Ancak belirtmek gerekir ki, geçici bir neden olarak istemeden alkol veya uyuşturucu madde alınması dolayısıyla failin taksirinin dahi olmaması gerekir.
Kişinin algılama yeteneğini etkileyen sistemik hastalıklarını da geçici neden olarak kabul etmek gerekir. Örneğin, diyabet, gebelik sonrası ortaya çıkan psikozlar ve üremi gibi hastalıklar kişinin algılama yeteneğini ortadan kaldırabilmektedir.
Kişi, önceden kararlaştırdığı suçu işlemeye başlamadan önce isteyerek alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde alabilir. Keza kişi herhangi bir suç işlemeyi kast etmediği hâlde isteyerek alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde almış olabilir. Bu durumlarda işlediği suç açısından kişinin kusur yeteneğinin var olduğu kabul edilir."
Ceza adalet sistemimizde akıl hastalığı; kusur yeteneğini etkilemesi nedeniyle ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran sebeplerden birisi olarak düzenlenmiştir. Bu hâlde, ortada tüm unsurlarıyla oluşmuş bir suç bulunmakta ise de akıl hastası olduğu saptanan fail, işlemiş bulunduğu fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan, bu suçun işlenmesinden dolayı hukuki anlamda kınanamaz, başka bir ifadeyle sorumlu tutulup cezalandırılamaz. Ancak, faile ceza verilemiyor olması, hakkında güvenlik tedbiri uygulanmasına engel değildir.
TCK'nın 32. maddesinin ikinci fıkrasında ise, birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişinin cezai sorumluluğunun bulunduğu fakat cezasında indirim yapılacağı hükmü sevk edilmiştir. Kusur yeteneğini azaltan akıl hastalığı dolayısıyla cezada indirim yapılabilmesi, akıl hastalığının, fiilin işlendiği anda mevcut olması, failin algılama ve irade yeteneğinin TCK'nın 32. maddesinin birinci fıkrasında yazılı dereceye ulaşmamakla beraber ceza sorumluluğuna etki eder nitelikte azalması koşullarına bağlı tutulmuştur. Ancak burada hâkime bir takdir yetkisi de tanınmıştır. Buna göre, mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla kısmen veya tamamen akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.
Sürekli ya da kısmi akıl hastalığı ile kusurluluğu etkileyen diğer nedenlerin dışında kalıp kişinin algılama ve irade yeteneğini tamamen ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan geçici nedenler de husule gelebilir. Geçici nedenler, nasıl ve ne zaman ortaya çıkacağı ve ne şekilde etki bırakacağı öngörülemeyen arızi durumlar olup kusur yeteneğinin muvakkaten etkilenmesi TCK'nın 34. maddesinde hükme bağlanmış, kusur yeteneğini kaldıran sebeplerin bir kısmı geçici nedenler, diğerleri ise alkol ve uyuşturucu madde etkisinde olmak şeklinde belirtilmiştir.
Bahse konu madde gerekçesinde, kimyasal madde üretiminin yapıldığı bir tesiste çalışan kişinin, kimyasal maddelerden yayılan kokunun etkisinde kalarak algılama ve irade yeteneğini kaybettiği geçici süreçte suç işlemesi, bebeğini emzirmekte olan annenin uyuyakalması sonucu bebeğin havasızlıktan ölümüne neden olması, telkin altında ya da diyabet, lohusalık, üremi gibi rahatsızlıkların etkisiyle hukuk normlarına aykırı davranılması geçici nedenler içinde kabul edilmiş, irade dışında alınan alkol veya uyuşturucu maddenin tesiriyle suç işlenmesi durumunda da kişinin kusur yeteneğinin bulunmadığına işaret edilmiştir. Failin TCK'nın 34. maddesi kapsamında değerlendirilebilmesi için bu vaziyete kasten ya da taksirle kendisinin sebebiyet vermemesi ve arızi nedenin kusur yeteneğini ortadan kaldıracak ağırlığa ulaşmış olması gerekmektedir. Arızi sebepler, akıl hastalığı ya da akıl zayıflığı gibi süreklilik arz etmeyip nedenin etkisinin geçmesinin ardından kişinin normal hâline dönebildiği durumlardır. Bu sebeple, kanun koyucu sürekli bir tehlikelilik barındırmayan geçici nedenlerin varlığı hâlinde güvenlik tedbiri uygulanmasını gerekli görmemiştir.
Kusurluluğu Etkileyen Geçici Nedenlerden Birisi Olarak Lohusalık Psikozu
TCK'nın 34. maddesinde, alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma hâli kusurluluğu etkileyen geçici nedenler olarak kabul edilmiş ise de, lohusalık psikozuna açıkça yer verilmemiştir. Bununla birlikte zikredilen maddenin gerekçesinde, lohusalık psikozunun geçici nedenler kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilmektedir.
Kusurluluğu etkileyen geçici nedenlerden birisi olarak kabul edilmesi gereken lohusalık psikozu, Dünya Sağlık Örgütü tarafından da hastalıkların uluslararası sınıflandırılması standart listesinde duygudurum bozuklukları üst tanımı altında depresif bir bozukluk kabul edilerek doğumdan başlayıp doğum sonrası bir yıla kadar uzayabilen bir dönemle ilişkilendirilmiştir. Bununla birlikte yeni doğum yapmış her kadının lohusalık sendromu yaşadığını, her lohusalık sendromunun da ruhsal bir bozukluk ile karakterize olduğunu söylemek her zaman mümkün görünmemektedir.
Gebelik dönemi kadın yaşamında fizyolojik, ruhsal ve sosyal değişimlerin ortaya çıktığı ve bu değişimlere uyumu gerektiren önemli bir süreçtir. Gebelik esnasında, doğumda ya da doğum sonrasında oluşan bu değişimlerin bazı kadınlarda çeşitli ruhsal rahatsızlıklara neden olabildiği, kimi hâllerde bu durumun kısa süre devam edip kendiliğinden dahi son bulduğu, kimi hâllerde ise tedavi gerektirecek aşamaya ulaştığı bir vakıadır.
Bilimsel bir olgu olarak lohusalık psikozuna ilişkin şu tespitler mes'elenin mahiyeti, önemi ve ceza hukuku ile ilişkisi bakımından aydınlatıcıdır; Lohusalık psikozu, doğumdan sonraki ilk iki ila dört hafta olarak tanımlanmaktadır (Bu sürenin doğumdan sonraki ilk üç aya kadar çıkabildiğine dair görüş için bkz. Rachel L. Carmickle: Postpartum illness and Sentencing: Why the Insanity Defense Is Not Enough for Mothers with Postpartum Depression, Anxiety, and Psychosis, Journal of Legal Medicine (2017), Vol. 37, Iss 3-4, s. 585). Yeni doğum yapan annelerin yüzde elli ila sekseninin lohusalığa bağlı depresyon yaşadıkları kabul edilmektedir; ancak bu yüzdeye rağmen yalnızca altıda biri kadar sayıda annenin psikoz semptomları gösterdiği görülmektedir (Sandy Meng Shan Liu: Postpartum Psychosis: A Legitimate Defense For Negating Criminal Responsibility?, St. Mary's Law Review on Minority Issues (2002), Vol. 4, Iss. 2, s. 353.). Doğumdan sonraki ilk üç gün içerisinde, doğum yapan kadın paranoyalar geliştirerek sanrılar, ani duygu durum değişimleri, kafa karışıklıkları, dramatik değişiklikler yaratan ve düzensiz seyreden davranış değişimleri yaşar (Dorothy Sit/Anthony J. Rothschild/Katherine L. Wisner: A Review of Postpartum Psychosis, Journal of Women's Health (2006), Vol. 15, Iss. 4, s. 353).
Doğum sonrası depresyon ile sıklıkla karıştırılan lohusalık psikozu, depresyon gibi psikotik olmayan depresif bir dönemden öte şiddetli, çoğunlukla hastanede tedaviyi gerektiren psikotik bir dönem olarak tanımlanır (Shelly Doucet/Ian Jones/Nicole Letourneau/Cindy-Lee Dennis/Emma Robertson Blackmore: Interventions for the Prevention and Treatment of Postpartum Psychosis: A Systematic Review, Arch Womens Mental Health (2011), Vol. 14, Iss. 2, s. 90). Lohusa depresyonu ve lohusalık psikozu arasındaki temel farklılık ise depresyon içerisindeki anne, çocuğun bakımına karşı yaşadığı isteksizlik nedeniyle suçluluk duygusu yaşarken psikoz hâlindeki anne için aynı durum geçerli değildir (Mary E. Lentz: A Postmortem of the Postpartum Psychosis Defense, Capital University Law Review (1989), Vol. 18, Iss. 4, s. 532).
Lohusalık psikozu anne ve bebek arasındaki bağın bozulması, annede nükseden psikiyatrik hastalıklar, intihar ile yeni doğanın ihmal ve istismar edilmesi ve annenin yeni doğan bebeğini öldürmesi gibi olumsuz sonuçlara neden olabilmektedir (Doucet/Jones/Letourneau/Dennis/Blackmore, Postpartum Psychosis, s. 89; Lentz, Postpartum Psychosis, s. 532.). İnfantisit olarak adlandırılan yeni doğan bebeğin öldürülmesi, çoğunlukla annenin bebeğini öldürmesi gerektiği yönünde gördüğü halüsinasyonlar veya bebeğin ele geçirildiği (Referans alınan çalışmada ifade edildiği şekliyle "possessed" kavramını "ele geçirilmek" şeklinde çevirmeyi tercih etmekteyiz. Burada ele geçirilmek, karanlık bir güç tarafından ele geçirilmiş ya da lanetlenmiş olarak da kabul edilebilir) şeklindeki sanrılar sonucunda meydana gelmektedir; ancak sanrı ve halüsinasyonlar olmaksızın doğum sonrası şiddetli duygu değişimleri sırasında da ortaya çıkabilmektedir (American Psychiatric Association: Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders (DSM-5), 5th Edition, American Psychiatric Publishing, Washington/London 2013, s. 153)."(Durmaz Didem, Ceza Hukukunda Kusurluluğu Etkileyen Geçici Nedenler, Seçkin 2025 s. 112-113).
Gebelikle birlikte biyolojik ve endokrin sistemindeki hormonal değişiklikler ile nörogenetik yatkınlık doğum sonrası depresyonun meydana gelmesinde önemli rol oynamakta, sosyal destek eksikliği, geçirilmiş depresyon öyküsü, çocuk bakımına ilişkin sorunlar, olumsuz ve zayıf evlilik ilişkisi, beden imgesinde değişimler, düşük sosyoekonomik durum ve istenmeyen (beklenmeyen) gebelik depresyona yatkınlığı artırabilmektedir. Öte yandan Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayımlanan DSM-5-TR, (Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatiksel El Kitabı, Metin Revizyonu, 2022) depresyonun tek başına ilk kez ebeveynlik stresine bağlı olmayıp annenin psikotik özellikler gösteren bir doğum sonrası dönem geçirmesinin ardından psikotik dönemin tekrarlama riskinin her doğumda yüzde otuz ila yüzde elli arasında olduğunu bildirmektedir. Başka bir değişle, annenin geçmişteki gebelik öyküsü ile yaşadığı duygusal ve fiziksel sorunlar bir sonraki gebelik ve doğum açısından kayda değer bir risk tablosu oluşturmaktadır.
Tıp çevrelerince doğum sonrası depresyon semptomlarının, planlı gebelik durumunda bile çökkünlük, suçluluk hissiyatı, kendini değersiz ve yetersiz görme, sinirlilik, yoğun umutsuzluk; daha ileri vak'alarda da psikomotor ajitasyon ve reterdasyon, kontrol kaybı, bellek zayıflığı, şuur bulanıklığı, amnezi (hatırlayamama) hatta intihara yönelme şeklinde klinik görünümler sergileyebildiği, hâl böyle iken, ani veya istenmeyen bir doğumla karşılaşan annenin ise panik, korku ve konfüzyon hâline bağlı olarak yenidoğana gereken müdahaleyi yapamayabileceği ve bebeğine yönelik eylemlerinin her durumda bilinçli bir eylem olarak değerlendirilemeyebileceği ifade edilmektedir (Nazan Aydın ve ark, Fark Edilmeyen Gebelikler; Bir Gözden Geçirme, Klinik Psikiyatri, 2017, 20, 328).
Doğum sonrası depresyon kavramının tıbbi terminolojide, annelik hüznü, lohusalık sendromu, doğum sonrası gelişen depresyon ve bu hâle bağlı bipolar bozukluk, ani doğumun yarattığı travmaya dayalı stres bozukluğu, fark edilmeyen gebeliğin reddi ve yeni doğan bebeğin öldürülmesi gibi içerik ve etkileri bakımından farklı tanımlama ve sınıflandırma sistemlerine tabi tutulduğu görülmektedir (Melissa L. Nau, Dale E. McNiel, Renee L. Binder, Doğum Sonrası Psikoz ve Mahkemeler, Amerikan Psikiyatri ve Hukuk Akademisi Dergisi, 2012, 40 (3), 318-325).
Hukuki Değerlendirme
Lohusalık döneminde biyolojik-psikolojik olarak belirlenen olguların kadın üzerinde etkili olduğunun tespit edilmesi ona ceza vermemek bakımından yeterli değildir. Bunların psikolojik olarak da belli bir düzeye gelmiş ve kadının o fiil için gerekli algılama ve davranışlarını bunun icaplarına göre kontrol edebilme yeteneğine etkileri de tespit edilmelidir. Bu ikisi arasında nedensel bir ilişkinin bulunması gerekir. Bu durumda kusur yeteneğinin bulunmadığından bahsedebilmek için bu algılama ve irade (davranışını yönlendirme) yeteneği kaybının yukarıda açıklanmış olan biyolojik-psikolojik etkenlerden kaynaklanmış olması gerekir.
Kusur yeteneğinde azalmanın söz konusu olup olmadığı, o anki psikopatalojik oluşumun, akut durumunda etkili olup olmadığı somut olayda incelenmelidir (Örneğin panikle psişik olağanüstü hal, çaresizlik, akut stres bozukluğu, ayrıştırılmış kişilik durumu). Uygulamada bu tip durumlarda çoğunlukla bilirkişi tarafından irade (davranışlarını yönlendirme) yeteneğinin azalmış olduğu kanaatine varılmaktadır. Somut olayda her zaman dışarıdan kendini belli etmeyen ve geleneksel kişilik bozukluğu kategorilerinde yer almayan (nadiren aksi de mümkün olabilmektedir) bir kişilik problemi gündeme gelmektedir. Olayın dinamiklerinin neler olduğu, her zaman kişinin tüm biyografisinin göz önünde bulundurulduğu detaylı psikiyatrik araştırmayla ortaya çıkmaktadır. Bu hâlde dahi motivasyonun gerçek olarak anlaşılması, davranış ve düşüncelerin tam olarak algılanmasıyla bir anlamlı bütün oluşturması, nadiren mümkün olmaktadır (ROHDE (1998), s. 608).
Lohusa sendromunun etkisi altındaki kadının suç işlemesi hâlinde, kusurluluk durumu yukarıda izah edilen nedenlerden dolayı etkilenmiş ise mutlak surette psikiyatrik bilirkişi raporu alınmalıdır. Kadının etki altında olduğu sendromun akıl hastalığı olarak değerlendirilmesi durumunda TCK'nın 32. maddesine göre hareket edilecektir. Kadının durumunun akıl hastalığı olarak değerlendirilmediği ancak geçici bir sebeple kusur yeteneğinin etkilendiği tespit edilirse TCK'nın 34. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. TCK'nın 34. maddesinin tanımı içinde bulunan "geçiçi bir nedenle" ibaresi lohusalık döneminde yaşanan majör depresyon, bipolar bozukluk ve doğum sonrası psikozu da kapsamaktadır. TCK'nın 34. maddesinin gerekçesinde de doğum sonrası kadının psikolojik durumunun bu kapsamda değerlendirileceği belirtilmiştir. Bu nedenle somut olayda lohusa döneminde suç işleyen sanığın psikolojik olarak durumunun incelenmesi ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin rapor ile belirlenmesi gerekir. Bu raporda sanığın, fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamadığı veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli derecede azalmış olduğunun belirlenmesi durumunda, TCK'nın 34. maddesinin uygulanması ve sanık hakkında kusurluluğunun bulunmaması nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığı (CMK'nın 223/3-a maddesi) kararının verilmesi gerekir (Erdal Yerdelen, Kusurluluğu Etkileyen Bir Neden; Lohusalık Sendromu, CHD, 2018, s.19).
Şu hâle göre lohusalık psikozunun; TCK'nın 34. maddesi gereğince geçici nedenler kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinden; doğum sonrası meydana gelen ruhsal değişimin/psikozun, kusur yeteneği üzerinde nasıl bir etkide bulunduğunun, sebep ve tesir alanlarının ne olduğunun, her vakanın kendi özeli dahilinde tespit ve değerlendirmeye tabi tutularak bir sonuca ulaşılması icap etmektedir. Bu belirleme yapılırken lohusalık sendromunun ruhsal bozukluk/psikoz tanısı koymaya elverişli belli bir düzeye ulaşması ve buna bağlı olarak sanık annenin eylemi gerçekleştirdiği sırada algılama ve irade yeteneğini önemli ölçüde yitirmiş olması gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır.
Maamafih, TCK'nın 34. maddesi kapsamında kalan geçici nedenlerin söz konusu olduğu hâllerde; anılan Kanun'un 32. maddesi gereğince alınan genel raporla yetinilmemeli, mümkün olduğu ölçüde olaydan hemen sonra, 34. madde özelinde aranan bilimsel tanı ve etkilerine özgü tespit ve değerlendirmeleri de muhtevi bilimsel rapor alınmalıdır.
Neticeten, lohusalık psikozunun süreğen bir akıl hastalığı aşamasında ise failin TCK'nın 32. maddesi kapsamında değerlendirilmesi; failin akıl hastası olmadığı ancak geçici bir nedenle kusur yeteneğinin etkilendiğinin tespiti hâlinde ise aynı Kanun'un 34. maddesi mucibince durumunun takdir edilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
B. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Mağdur ile evli olup bu evlilikten üç kız çocuğu bulunan sanığın, son doğumundan yaklaşık altı yıl sonra 18.01.2021 tarihinde ikametinde banyo yaptığı sırada herhangi bir yardım almadan tek başına dünyaya getirdiği ve biyolojik babası eşi olan erkek cinsiyetli bebeğin, boyun kısmında yedi, batın bölgesinde iki adet olmak üzere toplamda dokuz adet ve her biri müstakilen öldürücü nitelikteki bıçak darbeleriyle kasten ölümüne sebebiyet verdiğinin iddia ve kabul edildiği olayda;
Doğum sonrası bebeğin kordon bağını kesmek için bıçak aranması ve kordonun kesilmeye çalışılmasından bahisle, sanığın eylem sırasında düşünme yetisinin ortadan kalkmadığı, bilakis şuurunun yerinde olduğu ve Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu tarafından TCK'nın 32. maddesi uyarınca düzenlenen sanığın cezai ehliyetinin tam olduğu yönündeki raporun varlığı gerekçe kılınarak mahkûmiyet hükmü tesis edilmiş ise de;
Evlilik birliği içinde doğan erkek bebeği kasten öldürmesi için haklı ve gerektirici bir neden ileri sürülmeyen sanığın, üçüncü çocuğuna hamile olduğunu da sekizinci ayında öğrendiği, diğer gebeliklerinde olduğu gibi karnı büyümediği ve adet döngüsü devam ettiği için son hamileliğini de fark etmediği yolundaki savunmasının, eşi olan mağdurun anlatımları ile desteklenmesi, nitekim, tıbbi bilgilerinin incelenmesinden sanığın hamile olduğu dönemde akut yollarından bir operasyon geçirmiş olduğunun anlaşılması, mağdurun, banyoya girdiğinde eşi olan sanığı donakalmış bir vaziyette gördüğüne ilişkin beyanı ile olay sonrasında sanık ve eşinin suç delillerini gizleme çabası içesine girmeden bebeğin hayatını kurtarmak maksadıyla hemen sağlık birimine başvurmuş olmaları hususları kül hâlinde değerlendirildiğinde;
Sanık annenin eylemi gerçekleştirdiği sırada, algılama ve irade yeteneğini önemli ölçüde yitirmesine sebep olacak şekilde lohusalık psikozunun etkisi altında bulunup bulunmadığının tespitini teminen;
Sanığın suç tarihine kadar olan evreye ilişkin tüm tıbbi kayıt ve belgelerinin getirtilip fiziki muayene ve gözleminin de yapılması ile elde edilen bulgular muvacehesinde, suç tarihinde acil serviste görevli hekim tarafından tatbik edilen kas gevşetici ilacın sinir sisteminde hasara yol açıp açmadığı, doğum eylemini harekete geçirip geçirmediği başta olmak üzere gebelik döneminde ameliyat olan sanıkta hormon seviyesini etkileyecek düzeyde bir tiroid bozukluğu mevcut olup olmadığı, bilcümle, suçun işlenmesine tesir edebilecek tüm özel durum ve koşulların dikkate alınarak daha önce üç doğum yaşayan sanığın son gebeliğini fark etmemesinin, adet döngüsünün devam etmiş olmasının tıbbi literatürde bir karşılığının bulunup bulunmadığı, buna göre, ani ve beklenmedik doğum yaptığını ve eylem anını hatırlamadığını savunan sanığın psikotik bir travma yaşamasının ve bebeğe yönelik bilinç dışı harekette bulunmasının, bu bağlamda, TCK’nın 34. maddesi uyarınca algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğini arızi olarak kaybetmesinin mümkün olup olmadığının Adli Tıp Kurumundan rapor alınarak saptanmasından sonra, sanığın hukuki durumunun tüm bilimsel veriler ve dosya kapsamına göre değerlendirilmesi gerekirken Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu tarafından TCK'nın 32. maddesi uyarınca düzenlenen sanığın cezai ehliyetinin tam olduğu yönündeki raporla yetinilmek suretiyle kusurluluğun tespiti bakımından eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde mahkûmiyet kararı verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının değişik gerekçe ile kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi; itirazın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
VI. KARAR
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile KABULÜNE,
2- Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 18.10.2023 tarihli ve 854-6279 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin 12.10.2022 tarihli ve 1700-1495 sayılı kararının, eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulması isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın gereği için kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine, kararın bir örneğinin de bilgi için İlk Derece Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 02.07.2025 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.