Ceza Genel Kurulu’nun 2020/466 E. ve 2022/709 K. sayılı kararı
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 09.11.2022 tarihli, 2020/466 E. ve 2022/709 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
2020/466 E., 2022/709 K.
"İçtihat Metni"
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Sanık ... hakkında nitelikli kasten öldürme suçundan açılan kamu davasında, ... Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, 12.02.2015 tarih ve 28-12 sayı ile; sanığın eyleminin ihmali davranışla işlenen nitelikli kasten öldürme suçunu oluşturduğu kabul edilerek sanığın TCK’nın 83/1-2-3, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verilmiştir. Resen temyize tabi olan hükmün sanık müdafisi, Cumhuriyet savcısı ile ... vekilince de temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 15.10.2018 tarih ve 2283- 4100 sayı ile;
“...Sanıklar...haklarında öz çocukları olan maktul ...’i nitelikli kasten öldürme suçundan açılan kamu davasında 6284 sayılı Yasa’nın 2/1-d ve 20/2 maddeleri uyarınca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bu suçun zarar göreni olduğu, bu sıfatının gereği olarak CMK'nın 233 ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve öteki haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği hâlde, usulen dava ve duruşmalar bildirilmeden, davaya katılma ve CMUK'nın mağdur ... katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek yazılı biçimde hüküm kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan ... Ağır Ceza Mahkemesince 28.02.2019 tarih ve 67-8 sayı ile; sanığın TCK’nın 82/1-d-e, 83/3, 62/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verilmiştir. Resen temyize tabi olan hükmün sanık müdafisi, Cumhuriyet savcısı ile T. C. ... vekilince de temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 09.03.2020 tarih, 173-948 sayı ve oy çokluğuyla;
“...a- Sanığın kendi öz çocuğu olan 2 günlük maktul bebeği, ... ili ile... ilçesi arasında dere kenarı olan bir yere bıraktığı, bıraktığı yerin herkesin görebileceği mutat yerlerden olmadığı, ıssız bir alan olup bebeğin bulunmasının ihtimal dahilinde bulunmadığı anlaşıldığından; sanığın eylemi nedeniyle hakkında TCK'nın 82/1-d-e maddesi ile hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde TCK'nın 83/3. maddesi ile hüküm kurulması,
b- (...)” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiş,
Daire Üyeleri ....; “Sanık ... hakkında yenidoğan bebeğini 2 günlük iken yalnız başına dere kenarına bıraktığı daha sonra yapılan aramalara rağmen bulunamadığı sabit olup ... Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda sanığın TCK’nın 82/1-d-e, 83/3. maddeleri gereğince kurulan hükmün yerinde olduğu,” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise; 28.08.2020 tarih ve 84757 sayı ile;
“...Sanık ... hakkında yenidoğan bebeğini 2 günlük iken yalnız başına dere kenarına bıraktığı daha sonra yapılan aramalara rağmen bulunamadığı sabit olup ... Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda sanığın TCK’nın 82/1-d-e, 83/3. maddeleri gereğince kurulan hükmün yerinde olduğu ve sanık ...'in eylemi, kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi suçunu oluşturduğundan, hükmün onanması yerine, aksi görüşle bozulmasına karar verilmesinin Kanun’a aykırı olduğu,” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 26.10.2020 tarih, 3645-2504 sayı ve oy çokluğuyla; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık ... hakkında nitelikli kasten öldürme suçundan verilen beraat hükmü Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup inceleme itirazın kapsamına göre sanık ... hakkında ihmali davranışla işlenen nitelikli kasten öldürme suçundan kurulan mahkûmiyet hükmüyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin icrai davranışla işlenen nitelikli kasten öldürme suçunu mu, yoksa ihmali davranışla işlenen nitelikli kasten öldürme suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Tekman Toplum Sağlığı Merkezince... Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazılan 19.12.2012 tarihli ihbarnamede; “Tekman ilçesine bağlı Karapınar köyünde ikamet eden ... isimli şahıs 22.06.2012 tarihinde ... Kadın Doğum Hastanesinde sezaryen ile (3.220 gr) bir kız bebek dünyaya getirmiştir. Bu bebekten mükerrer topuk kan alımı için Dr. ... 06.09.2312 tarihinde ailenin yaşadığı köye gitmiş ... ile görüşmüş ancak kişi, bebeği ve gebeliği inkar etmiştir. Bu bebeğin durumu ve olayın incelenmesi hususunda; gereğini bilgilerinize arz ederim.” ifadesine yer verildiği,
Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesince düzenlenen 20.03. 2014 tarihli raporda; “...'e ait DNA profili ile ... ve ... adlı şahıslara ait DNA profillerinin karşılaştırması yapıldı. Elde edilen sonuçlara göre ... ve ...’in, ... için biyolojik babalığı ve anneliği reddedilemedi. Babalık indeksi ... annelik indeksi ..... olarak hesaplandı. ... ve ...’in, %99,99 ihtimalle ...'nin biyolojik annesi ve babası olabileceklerinin,” belirtildiği,
... Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesince sanık hakkında düzenlenen 21.10.2014 tarihli raporda; “... 21.10.2014 tarihinde psikiyatri heyetinde değerlendirilmiştir. Şahıs yaklaşık 2 yıl önce çocuğunun vefatı sonucu hapse girdiğini anlatıyor. Daha önce herhangi bir psikiyatrik hastalık öyküsü olmadığını, psikiyatrik ilaç kullanmadığını, kendi işlerini yapabildiğini ifade etti. Bilinç açık, oryente, koopere, duygulanım anksiyoz, hezeyan ve halüsinasyon tespit edilmedi, kapasitesi klinik olarak normal, soyut düşünce tam. Şahısla ve yakınıyla yapılan görüşmede, şahısın TCK’nın 32. madde kapsamında bir akıl hastalığı bulunmadığı, cezai ehliyetinin tam olduğu,” tespitine yer verildiği,
... Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesince sanık hakkında düzenlenen 06.01.2015 tarihli raporda; sanığın cezai ehliyetini etkileyecek düzeyde bir ruhsal rahatsızlığına rastlanmadığı, bu nedenle TCK’nın 31/2 ve 32/2. maddelerinden istifade edemeyeceği, cezai ehliyetinin tam olduğunun ifade edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Tanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben... 6 no’lu Aile Sağlığı Merkezinde doktor olarak görev yapmaktayım. ...’dan Toplum Sağlığı Merkezine ... isimli kişinin 22.06.2012 tarihinde kız bebek dünyaya getirdiğinin bildirilmesi üzerine görevimiz icabı topuk kanı almak amacıyla 06.09.2012 tarihinde ailenin yaşadığı Karapınar köyüne gittim. Köye gittiğimde kapıyı ... açtı. Evde birkaç tane bir iki yaşlarında çocuk vardı. Ben ...’e Aile Sağlığı Merkezinden geldiğimi, kendisinin 22.06.2012 tarihinde ... Kadın Doğum Hastanesinde doğum yaptığını, bundan dolayı bebeği görmek istediğimi söyledim. Fakat ... sinirli bir şekilde kendisinin doğum yapmadığını, eşinin iki üç senedir olmadığını, bundan dolayı böyle bir şey olamayacağını bana söyledi. Ben de bunun üzerine ‘Eve bakabilir miyim?’ dedim, o da ‘Bakabilirsiniz.’ dedi. Ben evi kontrol ettiğimde evde bebek olmadığını gördüm ve raporumu tutarak ...'a gönderdim. Bilgin anlattıklarımla sınırlıdır.”,
Tanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben... ilçesine bağlı İncesu köyünde ikamet etmekteyim. Minibüsçülük yapmaktayım. (...) Bana sorduğunuz olayı hatırladım. (...) Olay tarihi olan 2012 yılının Haziran ayında ben yine yukarıda anlattığım şekilde yolcu almak için ...'da Mahallebaşı’nda bulunan semt garajında bekliyordum. Daha önceden tanımadığım bir kişi yanıma yaklaştı ve...’a gidecek bazı ev eşyalarının olduğunu, bu eşyaların ... Mahallesi’nde bulunduğunu, bu eşyaları aracıma alıp alamayacağımı sordu. Ben de alabileceğimi söyledim. Bunun üzerine kişinin gösterdiği yere gittik. Burası herhangi bir ev değildi, mahallenin içinde bir kilim üzerine bazı ev eşyaları vardı. Hatırladığım kadarıyla yatak, kilim ve mutfak eşyası gibi malzemeler vardı. Bu malzemeleri arabaya yükledik. Ayrıca burada tanımadığım bir kadın ve yanında çocukları vardı. Bu kadın ve çocuklar da arabama bindiler. Ancak yanındaki adam araca binmedi. Daha sonra mahalle başına döndüm. Sıra bana geldiğinde üç dört farklı yolcu daha araca bindi ve bu şekilde...'a geldim. Tekman ilçe merkezinde diğer üç dört yolcu indiler. Ben de kadın ve çocukları Karapınar köyüne bırakacaktım çünkü ...’da konuştuğumuz adam benden bu kadın ve çocuklarını Karapınar'a bırakmamı istemişti. Tam Karapınar'a doğru devam edeceğim sırada daha önceden tanıdığım Recep Bingöl isimli arkadaşımla karşılaştım. Bana nereye gittiğimi sordu. Ben de Karapınar'a gittiğimi söyledim. Bunun üzerine bana 'Karapınar'da bir taziye varmış ben de seninle geleyim birlikte taziyeevine gideriz.’ dedi. Ben de kabul ettim. Recep Bingöl ve söz konusu bayan ve çocukları ile birlikte Karapınar'a gittik. Köyün girişinde bulunan deprem konutlarına geldiğimizde ineceğini söyledi. Buradaki evlere yerleşeceğini söyledi. Bunun üzerine ben de Recep ile birlikte kadının eşyalarını indirdim. Recep ile birlikte taziyeevine gittik. Ziyaretimizi gerçekleştirdik. Daha sonra birlikte tekrar...'a döndük. O gün Karapınar köyüne bıraktığım kişiyi görsem tanıyabilirim.”; Tanığa soruşturma evrakı içerisinde yer alan şüpheli ...'in kimliğindeki fotoğrafın gösterilmesi üzerine; “O gün ...’dan...'a getirdiğim ve sonrasında da Karapınar köyüne bıraktığım kadın şu an bana fotoğrafını gösterdiğiniz kişidir. Kendisini kesin ve net bir şekilde teşhis ettim. ... isimli kişiyi aracıma aldığımda sayısını tam hatırlamadığım üç veya dört tane çocuğu vardı. Ayrıca bir tane de yeni doğan bir bebek vardı. Yeni doğan bir bebeğin varlığını kesin ve net bir şekilde hatırlıyorum.”,
Mahkemede; “ (...) Şu hususu ifade etmek isterim, biz Mahallebaşı’ndan yolcuları aldıktan sonra Palandöken dağ yolundan...'a hareket ederiz ve yaklaşık 1,5 saat seyahat ederiz, yol güzergâhında herhangi bir dinlenme tesisi yoktur, bu nedenle yolda gerekmedikçe durmayız, bu yolculuk sırasında da yolda herhangi bir şekilde durmadık, aracımda bulunan huzurdaki sanık ...'ın da böyle bir talebi olmadı, kucağındaki çocuğun ağladığını duymadım fakat olumsuz bir şey de hissetmedim, tamamen bahsettiğim gibi yolculuğu birlikte tamamladık. Ben şunu net ifade etmek isterim ki bu seyahat esnasında kesinlikle yolda durmadım ve duraklama da yapmadım, yine huzurdaki ... kucağındaki bebekle dere kenarına veya bir su birikintisi olan yere gitmişliği de vaki değildir. Ben bu seyahatin tarihini net olarak hatırlayabilirim, şöyle ki yukarıda da bahsettiğim, Cemil Bingöl'ün Karapınar köyündeki taziyeevine gittiğimizde kendisi bir gün önce vefat etmiş ve defnedilmiş olup henüz taziyenin birinci günüydü, o tarih de 24.06.2012 tarihidir. Ancak ... benim dışımda başka bir tarihte minibüsle seyahat edip durmuş ise bundan haberim yoktur.”,
Tanık Recep Bingöl Mahkemede; “24.06.2012 tarihinde Cemil Bingöl vefat etmişti. Ben o gün ...'daydım, akşam...'a dönmüştüm ancak taziye köyde olduğu için o gün köye gitmedim, ertesi gün yani 25.06.2012 tarihinde köye taziye için gitmek üzere...'da ... bekliyordum, o esnada daha önce tanıdığım minibüsçü İbrahim'i gördüm, kendisine nereye gideceğini sordum, o da Karapınar'a gideceğini söyledi, ben de kendisine yer varsa gelebileceğimi söyledim o da kabul etti, birlikte Karapınar köyüne doğru hareket ettik, o esnada araçta ikimizden başka huzurda bulunan bayan ... ile yanında yürür vaziyette iki çocuk bulunduğu fark ettim, bayan yalnız olduğundan çok dikkatli bakmak istemedim, nitekim Karapınar köyüne vardığımızda ... şoförü olan İbrahim huzurdaki bayan ve iki çocuğunu eşyalarıyla birlikte araçtan indirdi, ben araçtan hiç inmedim, İbrahim tekrar aracı hareket ettirmesi için içeride oturur vaziyette bekledim, seyahat esnasında herhangi küçük çocuk veya bebek sesi duymadım, nitekim dikkatli bakmadığım için de bahsettiğim iki çocuk dışında herhangi bir bebek ya da çocuk görmedim.”,
İnceleme dışı sanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında, tutuklanması talebiyle sevk edildiği Sulh Ceza Mahkemesinde ve Mahkemede benzer şekilde; “... benim 2011 yılında vefat eden kardeşim ...'in resmi nikâhlı eşidir. Benim de yengem olur. Kardeşim... suda boğulmak suretiyle vefat etti, yengem ... çocukları ile birlikte yalnız kaldı. Kendi köyü olan Toptepe köyüne dönemedi Bizim köyümüz Karapınar’da kaldı. Bana kendisine ve çocuklarına sahip çıkmamı söyledi. Ben de bunu kabul ettim ve ... ile birlikte gayriresmî olarak yaşamaya başladım. Bu dönemde ... ile cinsel ilişkiye girdik. Gayrimeşru olarak karı koca hayatı yaşıyorduk. Ancak köy ortamı küçük bir yer olduğu için bu husus dedikodu şeklinde yayıldı. Köylüler bu durumdan rahatsız olmaya başladı. Bunun üzerine ben resmi nikâhlı karım ... ve iki çocuğumu alarak ...'a çalışmaya gittim. ... mevkisinde bir ev tuttum ve burada kaldım. ... ile köyde yaşadığımız cinsel ilişkiden ... hamile kalmış ancak hamileliğini bana ilk etapta söylememişti. Bu dönemde... Devlet Hastanesine ve ... ... Kadın Doğum Hastanesine giderek muayene olmuş. Tekman’da gebe olduğunu öğrenince ...'a çocuğu aldırmak yani kürtaj yaptırmak için gelmiş ancak çocuk o dönemde 10 haftalık olduğu için kürtaj yapılamamış. Ben bunları daha sonradan öğrendim. Kendiliğinden ...'a gelip gittikten sonra köye dönmüş ve hamileliğinin sonuna kadar köyde kalmış. Doğum zamanı geldiğinde tekrar ... ... hastanesine gelmiş ve hastaneye yatmış. Hastaneye yattıktan sonra beni aradı köyde yaşadığımız cinsel ilişkiden hamile olduğunu ve doğum yapmak üzere olduğunu söyledi. Ben de bunun üzerine hastaneye gittim ve kendisini ilk defa o zaman gördüm. ...'ın ... Doğum Hastanesinde yaptığı doğuma ilişkin hasta dosyasında benim ...'ın eşi olarak yer aldığım gözükmektedir. Ancak ben kendimi ...'ın eşi olarak tanıttığımı hatırlamıyorum. Ayrıca oradaki dosyalara imza atıp atmadığımı da hatırlamıyorum. Bu nedenle imza incelemesi sonucunda alınan uzmanlık raporuna da bir diyeceğim yoktur. Ancak DNA mukayesesi kapsamında alınan adli tıp raporunu kabul ediyorum. Bebeğin babası benim. ... iki gün hastanede kaldıktan sonra taburcu edildi. ...'ın çıkışını ben yaptım. Hastaneden birlikte yürüyerek çıktık. Yeni doğan bebek canlı ve sağlıklı idi. Birlikte Gürcükapı’ya kadar yürüdük. Bu sırada, ona bugüne kadar bana haber vermediği için kızıyordum. Aramızda tartıştık ben ...'ı Gürcükapı’da bırakıp kendi evime gittim. ... da minibüse binip...’a gelmiş. Bu sırada ...'ın diğer çocukları benim yanımda ...’da idi. İki gün sonra ... tekrar benim yanıma ...'a geldi. Geldiğinde bebek yanında yoktu. Ben bebeğe ne yaptığını sordum. O da bebeği...’dan ...’a gelirken dağ yolu üzerinde bir bölgede minibüsü durdurarak dere yatağında bulunan ağaçlıkların dibine bıraktığını söyledi. Bunun üzerine ben yine kendisine kızdım. Bir süre sonra kendi üç çocuğu ve benim eşim ... ile birlikte iki çocuğumu da alarak köye döndüler. Ben de kısa bir süre sonra köye geldim. Ancak köylüler bizim ilişkimizden rahatsız oluyorlardı ve bizi köyde istemiyorlardı. Bu nedenle köylüler abim Mahmut'u aradılar. Abimden bizi köyden çıkarmasını istediler. Bunun üzerine abim köye geldi. Beni alarak amcam .... ile birlikte dağ yolunu kullanarak ...'a dı da yanıma aldım. Abim Mahmut ile birlikte araba ile...'dan ...'a dağ yolundan giderken 10.04.2014 tarihinde savcılığınız ve jandarma ile birlikte yapılan yer gösterme işlemindeki bölgeye geldiğimizde, ben abim Mahmut'a dönerek ‘Abi herhâlde ..., bebeği attığı yer olarak buradan bahsediyor.’ diye söyledim ve bu lafımı da arabadakiler duydu. ...'de ... ile imam nikâhı yaptırarak meşru olarak karı koca olduk. ...'de de bir çocuğumuz dünyaya geldi. Ancak o çocuğumuz da hastalanarak vefat etti. Olay ile ilgili söyleyeceklerim bunlardan ibarettir. Ben üzerime atılı suçu kabul etmiyorum. Yeni doğan bebeğimizi ben öldürmedim. Ne yaptıysa ... kendisi yapmıştır. (...)”,
Şeklinde ifade vermişlerdir.
Sanık ... Cumhuriyet Başsavcılığında ve tutuklanması talebiyle sevk edildiği Sulh Ceza Mahkemesinde benzer şekilde; “... benim vefat eden resmi nikahlı eşim ...'in kardeşi olur. Eşim... vefat ettikten sonra ben ...'e çocuklarımla birlikte ortada kaldığımı söyleyerek birlikte yaşamayı teklif ettim. O da kabul etti. Bu şekilde köyde birlikte yaşamaya başladık. İlk zamanlar aramızda imam nikâhı yoktu, gayriresmî karı koca hayatı yaşıyorduk. Ben ...’le yaşadığım bu ilişkiden 2011 yılının Kasım ayında hamile kaldığımı öğrendim. Bunun için... Devlet Hastanesinde gebelik testi yaptırdım. Hamile olduğumu öğrenince ilişkimizin gayrimeşru olmasından dolayı bebeği aldırmak için kürtaj işlemi yaptırmak niyetiyle ...'a gittim. ... Doğum Hastanesinde ultrasondan muayene oldum. Ancak bana bebeğin 10 haftalık olduğunu söylediler ve bu nedenle kürtaj yapamayacaklarını söylediler. Ben hamile olduğumu ve... Devlet Hastanesine oradan da ... ... Hastanesine gittiğimi İdris'e söylemedim. Çocuğu da kürtaj ile aldıramayınca mecburen hamileliğin sonuna kadar gebeliği devam ettirdim. Ancak doğuma az bir süre kala olayı İdris'e söyledim. Bu sırada İdris ...’da çalışıyordu, benim yanımda değildi, bu nedenle hamileliğimi de fark etmedi. Hamile olduğumu İdris'e söyleyince İdris beni ...'a çağırdı. Ben de ...’a gittim. İdris'in ...’ndaki evinde kaldım. 22.06.2012 tarihinde ... ... Kadın Doğum Hastanesinde sezaryen ile canlı ve sağlıklı bir kız bebek dünyaya getirdim. Hastanedeki hasta dosyamda bulunan parmak izi bana aittir. Bu konudaki uzmanlık raporunu kabul ediyorum. Hastanede iki gün kaldıktan sonra taburcu oldum. Hastanede bulunduğumuz zaman zarfında yeni doğan bebeğin ilk topuk kanı alındı. Bu topuk kanından yapılan DNA testi neticesinde çıkan adli tıp raporunu da kabul ediyorum. Çocuğa herhangi bir isim koymamıştık. Hastanede doğum yaptığım sırada İdris kendisini benim eşim olarak tanıttı ve hasta dosyasına imza attı. Dosyadaki imza İdris'e aittir. Ben 24.06.2012 tarihinde hastaneden çıktım. Yürüyerek Mahallebaşı’na geldim. Bu sırada İdris yanımda yoktu, ben tektim. Diğer çocuklarım İdris'in yanında idi. Mahallebaşı’ndan... minibüsüne bindim. Yanımda yeni doğan bebeğim vardı. Minibüs dağ yolunu kullanarak...'a geliyordu. ... doluydu. Normal ticari bir minibüstü. Araçta tanıdığım kimse yoktu. Ben orta koltuklarda oturuyor idim. Yanımda bir kadın daha vardı. Bebeğim kucağımda ve canlı idi. Yolda bir ara bebeğime baktım ve nefes almadığını fark ettim. Bunun üzerine öldüğünü düşündüm ve minibüsü durdurdum. Bebeğim ile aşağıya indim. Yolun sol tarafına dere yatağının bulunduğu ağaçların arasına bebeği bıraktım. Bebeği bırakırken minibüstekiler beni gördü, tekrar minibüse bindim. Kimse bana bir şey söylemedi. Şoför de devam etti ve...'a geldik. Tekman'dan köye geldim 2 - 3 gün köyde kaldım. Daha sonra İdris'in çağırması üzerine ...'a döndüm. İdris beni karşıladı. Bebeği sordu. Ben de ‘Bebeği dağda bıraktım.’ dedim. İdris bana bir şey demedi. Beraber İdris'in evine gittik. İdris'in çocuklarını ve benim çocuklarımı da alarak İdris bana bir minibüs kiraladı, ben çocuklar ile birlikte...'a köye döndüm. Bir süre sonrada buradan ...'e çocuklarımla birlikte gittim. Olay bu şekilde yaşanmıştır. Bebek İdris’le yaşadığımız gayrimeşru ilişkiden olduğu için bebekten kurtulmak istedim. Bundan dolayı pişman değilim. Ancak ...'den olan üç çocuğumu başına bir şey gelirse üzülürüm. Bu kararı kendim verdim. Başka kimse beni yönlendirmedi veya baskı yapmadı. Çocuğu bıraktığım yer, dün yani 10.04.2014 tarihinde Savcılığınız ve jandarma ile birlikte yer gösterme işlemi için gittiğimiz bölgedir.”,
Mahkemede; “ (...) Ben çocuğu minibüsten inerek dere kenarına bıraktığımda kimse bana neden bıraktığımı sormadı çünkü minibüstekiler beni tanımıyorlardı. Ben cahillik yaptım, pişmanım. Çocuğumu bıraktıktan sonra bir daha görmedim. bıraktığım yerde az su akıntısı vardı. Benim geçmişte eşim ve bir çocuğum boğularak vefat ettiler. Bu vefat sonrası ben ruhsal bunalıma girdim. O günden sonra kendi hareketlerimi kontrol edebilecek durum dışına çıktım, çöküntüye girdim. Hatta ve hatta hafızamı yitirdim diyebilirim. Olay nedeniyle bir anne olarak çocuğumun şu an yanımda olamaması sebebiyle bir üzüntü yaşamaktayım. O dönemde böyle bir ilişki yaşadığım için pişmanlık hissetmekteyim. Daha evvelki ifadelerimde pişman olmadığımı bildirmiş isem de bu gerçek değildir, içimde birtakım üzüntüler yaşamaktayım.”,
Şeklinde savunmada bulunmuştur.
Hukuk normları, yasaklayıcı ve emredici normlar olmak üzere, iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Sadece icrai bir hareketle ihlal edilebilecek olan ve belirli bir hareketin yapılmasının istenmediği yasaklayıcı normlarda, yasaklanan hareketin yapılması sonucunda bir hak ihlali gerçekleşmektedir. Örneğin; TCK'nın 81. maddesinde yer alan öldürmeyi yasaklayan norm bir kimsenin öldürülmesiyle ihlal edilmiş olacaktır. Emredici normlarda ise, belirli bir hareketin yapılması yasaklanmamakta, aksine belirli bir hareketin yapılması emredilmektedir. Bu emredici kurala uyulmaması başka bir anlatımla yapılması emredilen hareketin yerine getirilmemesi sonucunda haksızlık meydana gelmekte yani kanunda tanımlanan suç ihmali hareketle işlenmektedir. Örneğin; TCK'nın 98. maddesinde düzenlenen, kendini idare edemeyecek durumda olan kimseye hâl ve şartların elverdiği ölçüde yardım etmemek ya da durumu derhâl ilgili makamlara bildirmemek şeklindeki suç, emredici normun istediği şekilde davranılmamış olması nedeniyle yani ihmali hareketle oluşmaktadır. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, ..., 2015, 8. bası, s.366-367.).
Emredici norma aykırı davranılmasıyla işlenen ihmali suçlar öğretide gerçek ihmali suçlar ve gerçek olmayan veya görünüşte ihmali suçlar olarak iki kategoride değerlendirilmektedir. Gerçek ihmali suçlar; kişinin kanunda tanımlanan icrai davranışı kasten yapmamasıyla oluşmakta olup suçun gerçekleşmesi için ayrıca neticenin de gerçekleşmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. TCK'nın 98. maddesindeki; "yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi", 175. maddesindeki; "akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünün ihlali", 176. maddedeki; "inşaat veya yıkım faaliyeti sırasında, insan hayatı veya beden bütünlüğü açısından gerekli olan tedbirlerin alınmaması", 177. maddesindeki; "gözetimi altında bulunan hayvanın kontrol altına alınmasında ihmal gösterilmesi", 178. maddesindeki; "herkesin gelip geçtiği yerlerde yapılmakta olan işlerden veya bırakılan eşyadan doğan tehlikeyi önlemek için gerekli işaret veya engellerin konulmaması", 257/2. maddesindeki; "görevin gereklerinin yapılmasında ihmal veya gecikme gösterilmesi", 278. maddesindeki; "işlenmekte olan bir suçun yetkili makamlara bildirmemesi", 279. maddedeki; "kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunulmasının ihmal edilmesi veya bu hususta gecikme gösterilmesi", 280. maddesindeki; "... mesleği mensubunun görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmemesi veya bu hususta gecikme göstermesi", 284. maddesindeki; "hakkında tutuklama kararı verilmiş olan veya hükümlü bir kişinin bulunduğu yerin bildiği hâlde yetkili makamlara bildirilmemesi" gerçek ihmali suçlardandır. Gerçek olmayan veya görünüşte ihmali suçlar ise, neticenin önlenmesi bakımından hukuki yükümlülük altında bulunan fail tarafından kanunda tanımlanan neticenin meydana gelmesinin engellenmemesi şeklinde işlenen suçlardır. Bu nedenle kanunda düzenlenen ve kural olarak icrai bir hareketle işlenen suçun ihmali bir hareketle de işlenmesine gerçek olmayan ya da görünüşte ihmali suç denilmektedir. Öğretide neticenin meydana gelmesinin engellenmesi yükümlülüğü "... yükümlülüğü" ya da "garantörlük" olarak da adlandırılmaktadır. Kişinin yerine getirmekle yükümlü olduğu, başka bir anlatımla ... yükümlülüğü altında bulunan davranışı gerçekleştirmemesi nedeniyle meydana gelen neticeden sorumlu tutulabilmesi için söz konusu yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması zorunludur. TCK'nın 83. maddesinde düzenlenen; "kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi" ile 88. maddesinde düzenlenen; "kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi" gerçek olmayan veya görünüşte ihmali suçlardandır. (Kayıhan İçel, Füsun Sokullu-Akıncı, İzzet Özgenç, Adem Sözüer, Fatih Selami Mahmutoğlu, Yener Ünver, Suç Teorisi (2), ..., 2004, 3.baskı, s. 62; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, ..., 2015, 11.bası, s.221-231; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, ..., 2015, 8.bası, s.370-390; Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, ... Yayınevi, ..., 2015, 18.bası, s.164-175; ... Emin Artuk, ... Gökcen, Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, ... Yayınevi ..., 2015, 9.bası, s.240-246.).
5237 sayılı TCK'nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suç, “kanunda tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngörülmektedir. Kanun koyucunun kişilerin yaşam hakkını korumak amacıyla ihdas ettiği suçlarda neticenin ifade ettiği haksızlık aynıdır. Zira tüm bu suçlarda neticenin gerçekleştirilmesi yani kişinin hayatının sona erdirilmesi cezai yaptırıma bağlanmaktadır. Buna karşılık kişinin yaşamını sona erdiren fiiller, işleniş şekillerine başka bir anlatımla hareketin ifade ettiği haksızlığa göre farklı suç tipleri olarak düzenlenmiştir. TCK’da ölüm neticesinin cezalandırıldığı suçlar, kasten (TCK'nın 81 ve 82. md.) veya taksirle (TCK'nın 85. md) işlenip işlenmediğine, kasten işlenmişse icrai hareketle mi (TCK'nın 81 ve 82. md), ihmali hareketle mi (TCK'nın 83. md) işlendiğine göre farklı değerlendirmeye tabi tutulmuştur.
Hayata son vermeyi, yani öldürmeyi yasaklayan normun, kasti ve icrai bir hareketle, yani başkasının hayatını sona erdirmeye yönelik aktif bir davranışla gerçekleştirilmesi hâlinde TCK'nın 81 ve 82. maddelerinde düzenlenen kasten öldürme suçu işlenmiş olacaktır. Bu suçun oluşması bakımından önemli olan husus, başkasının hayatını ortadan kaldırmaya yönelik bir hareketin icra edilmiş olmasıdır. Buna karşılık, öldürmeyi yasaklayan norm, ihmali bir hareketle ihlal edildiğinde fail, başkasının hayatını sona erdirmek amacıyla aktif bir davranış gerçekleştirmemekte, öldürme suçu, başkasının hayatını korumakla yükümlü bulunan kişinin, bu yükümlülüğünü ihlal etmesi suretiyle işlenmektedir. Bununla birlikte bu hâlde fail, ancak hukuken (kanun, sözleşme, olay öncesindeki tehlikeli davranış nedeniyle) başkasının yaşamını korumakla yükümlü bulunan, başkasının yaşamına yönelik saldırı veya tehlikeden o kişiyi korumayı hukuken ... eden kişi olabilir.
Başkasının yaşamını korumak bakımından hukuki yükümlülük altında bulunan garantör konumundaki kişi, bu yükümlülüğünü ölüm neticesinin gerçekleşeceğini bilerek yerine getirmezse, kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesinden (TCK'nın 83. md.) söz edilecektir. Buna karşılık, ... yükümlülüğü altında bulunan kişi, yükümlülüğünü bilinçli bir şekilde ihmal etmekle birlikte, bunu korumakla yükümlü olduğu hayatın sona ereceği bilinciyle kasten yapmamışsa ve fakat bu yükümlülük ihlaline bağlı olarak yine de ölüm neticesi meydana gelmişse taksirle ölüme sebebiyet verme suçu (TCK'nın 85 md) söz konusu olabilecektir. Başkasının hayatını korumak ve gözetmekle yükümlü bulunan kişi, bu yükümlülüğünü dikkatsiz ve özensiz davranışıyla da ihlal edebilir. Örneğin, bir bakıcı kendisine bırakılan küçük bir çocuğun evdeki sehpaların üzerine çıkıp aşağı atlamasını görmesine rağmen diğer işlerini bitirmek için çocukla ilgilenmediği ve gerekli önlemi almadığı takdirde çocuğun düşerek ölmesi hâlinde, ölüm neticesini önleme yükümlülüğü bulunduğundan ve bu yükümlülüğünü özensiz davranışıyla ihlal etmiş olacağından taksirle ölüme neden olmadan dolayı sorumlu tutulacaktır. Bu nedenle, ölüm neticesinin ihmali bir davranışa bağlı olarak meydana geldiği hallerde somut olayın şartları dikkate alınarak, ölüm neticesi bakımından failin kasten mi, yoksa taksirle mi hareket ettiği belirlenmelidir. Bununla birlikte, ölüm neticesinin kasten meydana geldiği hâllerde olası kasıt, taksirle meydana geldiği hallerde ise bilinçli taksir şartlarının oluşup oluşmadığı da göz önünde bulundurulmalıdır. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, ..., 2015, 8.bası,s. 366-390.).
5237 sayılı TCK'nın "Kasten öldürme" başlıklı 81. maddesi; "Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır" şeklinde düzenlenmiş,
"Nitelikli hâller" başlıklı 82. maddesinde; "(1) Kasten öldürme suçunun;
...
d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı,
e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
...İşlenmesi hâlinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır" düzenlemesiyle de altsoyun ve çocuğun öldürülmesi, kasten öldürme suçunun nitelikli hâlleri arasında sayılmıştır.
"Kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi" başlıklı 83. maddesinde ise;
"(1) Kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulabilmesi için, bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması gerekir.
(2) İhmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için, kişinin;
a) Belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanuni düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması,
b) Önceden gerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması,
Gerekir.
(3) Belli bir yükümlülüğün ihmali ile ölüme neden olan kişi hakkında, temel ceza olarak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine onbeş yıldan yirmi yıla kadar, diğer hallerde ise on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunabileceği gibi, cezada indirim de yapılmayabilir" hükmüne yer verilmiştir.
TCK'nın 83. maddesi uyarınca, kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulabilmesi için, bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması zorunludur. İhmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için, kişinin;
a) Belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanuni düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması,
b) Önceden gerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması,
Gerekir.
Bu düzenlemeye göre, TCK'nın 83. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, başkasının hayatını korumak ve gözetmek yükümlülüğü altında bulunan garantör konumundaki kişinin, korumak ve gözetmekle yükümlü olduğu hayatın sona erme tehlikesi ortaya çıkmasına rağmen, hayatın korunması açısından yapılması gereken icrai davranışları gerçekleştirmemesi gereklidir.
Diğer taraftan, sanığın belli bir icrai davranışta bulunmak hususundaki yükümlülüğüne ilişkin kanuni düzenlemelerin belirlenmesi açısından 4721 sayılı Medeni Kanun hükümleri üzerinde de durulmalıdır. Kanun'un 335. maddesinde; ergin olmayan çocuğun, ana ve babasının velâyeti altında olduğu, 337. maddede; ana ve babanın evli olmaması halinde velâyetin anaya ait olacağı, velayetin kapsamına ilişkin olan 339. maddede; ana ve babanın, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alacağı ve uygulayacağı, 340. maddesinde; ana ve babanın, çocuğu imkânlarına göre eğiteceği ve onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâkî ve toplumsal gelişimini sağlayacağı ve koruyacakları, 346. maddesinde; çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde, ana ve babanın duruma çare bulamaması veya buna güçlerinin yetmemesi hâlinde hâkimin, çocuğun korunması için uygun önlemleri alacağı, 348. maddesinde; ana ve babanın çocuğa yeterli ilgiyi göstermemesi veya ona karşı yükümlülüklerini ağır biçimde savsaklaması durumunda velayetin kaldırılacağı düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler göz önüne alındığında, ana ve babanın evli olmaması hâlinde, doğan çocuk annenin velayeti altında olacağından, annenin çocuk üzerinde kanundan doğan koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunmaktadır.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık ...’in eşinin ölümünden sonra, kayınbiraderi ... ile evlilik dışı ilişki yaşamaya başladığı, bu ilişkiden hamile kalan sanığın ... il merkezindeki bir hastanede dünyaya getirdiği ismi konmamış iki günlük kız bebeğini, ... - yolu arasında bulunan tenha bir ağaçlık bölgede bırakıp olay yerinden ayrıldığı, sanığın bebekten kurtulmak maksadıyla bu şekilde davrandığını ifade ettiği, 2012 yılında meydana gelen olayın üzerinden uzun zaman geçmesi nedeniyle bebeğin cesedinin bulunamadığı anlaşılan olayda; sanığın inceleme dışı sanık ... ile birlikteliğinden doğurduğu bebeği beslemek, bakımını yapmak ve korumak gibi hukuki yükümlülük altında bulunduğu, bu bakımdan garantör konumunda olduğu hususunda tereddüt bulunmadığı, sanığın bu hukuki yükümlülüklerini de yerine getirmemekle birlikte, yeni doğmuş, savunmasız hâlde bulunan ve hiçbir ihtiyacını kendisi karşılayamayan iki günlük bebeği, güvende olduğu ortamdan alarak başkaları tarafından bulunması mümkün olmayan ıssız bir yere götürüp ölüme terk etme eyleminin, bebeğin karnını doyurmamak gibi ihmali bir hareket olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Zira bebekten kurtulmak amacını taşıyan sanık, öleceğini bildiği ve ölmesini istediği bebeğini ıssız bir yere götürerek kendi hâlinde bırakmış ve bu şekilde kaçınılmaz netice olan ölüm meydana gelmiştir. Bu nedenle sanığın öldürme eylemini, doğrudan kasıtla ve icrai bir davranışla gerçekleştirdiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanığın eyleminin ihmali davranışla işlenen nitelikli kasten öldürme suçunu oluşturduğu, bu nedenle itirazın kabul edilmesi gerektiği düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri ... ve ... ise; "Evlilik dışı öz çocuğunu ıssız bir mahalde ölüme terk eden sanığın eyleminin ihmali davranışla kasten adam öldürmek suçunu oluşturduğundan bahisle itiraz eden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının, terk edilen bebeğin öldüğünün ve buna bağlı olarak ölüm nedeninin tespit edilememesi nedeniyle, sanığın ispatlanabilen eyleminin teşebbüs aşamasında kaldığından bahisle değişik gerekçeyle kabul edilmesi gerekirken, bebeğin öldüğüne dair hiçbir delil yada emarenin ele geçirilememesine karşın, sırf sanığın ikrarından yola çıkılarak tamamlanmış nitelikli adam öldürme suçundan sorumlu tutulması gerektiğine dair Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu tarafından itirazın reddine dair kararına karşı aşağıda arz ve izah edilecek sebeplerle iştirak edilmemiştir
Uyuşmazlığın çözümü için, ıssız bir mahalde terk edilen bebeğin ölümüne ilişkin herhangi bir delil yada emarenin elde edilemediği durumlarda, sırf sanığın ikrarından yola çıkılarak terk edilen yerin özelliğine göre ölüm olayının mutlakıyetinden söz edilip edilemeyeceği ve buna bağlı olarak sanığın nitelikli adam öldürmek suçunun sübuta erip ermediği yeniden irdelenerek, yasal düzenleme, yargı kararları ve öğretideki görüşlerden yararlanılarak belirlenmesi gerekmektedir.
Kasten nitelikli adam öldürme suçunun tamamlandığına dair oluşan başlıca şüpheleri şu şekilde açıklamak mümkündür.
1-)Sanığın gayri resmi birlikteliğinden resmi bir kurumda doğan iki günlük bebeğini, ıssız bir mahalde terk ettikten çok uzun bir süre sonra ihbar üzerine soruşturmaya başlanılmış olması nedeniyle bebeğin ölüm sebebinin tespit edilemediği gibi ölüp ölmediği dahi kesin olarak tespit edilememiştir. Başlangıç aşamasında böyle bir bebeğin olmadığını beyan eden sanığın savunmasının aksinin resmi kayıtlar ile ispat edilmesinden sonra resmi kurumda doğan bebeğin kendilerine sağ olarak teslim edildiğini kabul etmesine karşın, bebeği terk ettiği yeri tam olarak gösteremediği yada göstermediği gibi aşamalardaki beyanları arasındaki çelişkiler de giderilememiştir.
2-)Bebeğin babası olan ve hakkında verilen beraat kararı kesinleşen ..., bebeği annesine teslim ederek köye gönderdiğini, yolda giderken bebeğin terk edildiği yerin sanık tarafından kendisine söylendiğini ancak bebeğin akıbetini araştırmadığını beyan etmiştir.
3-)Minibüs şoförü ...’in, sanığın bebeği ile birlikte aracına bindiğini, bebeğin ağlama sesini duymadığını beyan eylemesine karşın, yolda hiç durmadığını, bu nedenle sanığın kucağındaki bebeği ıssız bir yere terk etmesinin mümkün olamayacağı yönündeki beyanının sanığın beyanı ile uyuşmadığı anlaşılmıştır.
4-)Görgüye dayalı bilgilerinin olmadığını beyan eden diğer tanıkların duyuma dayalı beyanlarının da olayın aydınlığa kavuşturulmasına yeterli olmadığı anlaşılmıştır.
Ayrıca soruşturma aşamasından bu güne kadar oldukça uzun bir sürenin geçmiş olmasına karşın; sanık tarafından olayın ayrıntısına ilişkin herhangi bir bilgi yada belge dosyaya ibraz edilmemiştir.
Sağ olarak doğan ve kendisine teslim edilen çocuğu tenha bir mahalle terk ettiğini açıklayan sanığın beyanı, hastane kayıtları ve tanıklar tarafından da kısmen doğrulanmıştır. Ölüme terk edildiği dosya içeriğinden anlaşılan iki günlük bebeğin ölmesinin kuvvetle muhtemel olmasına karşın, kesin olarak öldüğünün kabul edilemeyeceği gibi öldüğü kabul edilse dahi ölüm sebebinin bilinememesi nedeniyle terk ile ölüm arasında illiyet bağının bulunduğundan söz edilemeyeceği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Günlük hayat tecrübelerinden yola çıkılarak ölüm olayının gerçekleştiğini yada gerçekleşmiş olsa dahi ölüm ile sanık tarafından yapılan davranış arasında illiyet bağının bulunduğu şeklinde bir sonuca varılmasının, gerek Yargıtay özel dairelerinin gerekse Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun ceza muhakemesi hukukunun en önemli ilkeleri arasında yer alan “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin kaçınılmaz bir sonucu olan “ var sayımlara dayanılarak mahkumiyet kararı verilemeyeceğine ilişkin” yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlarına aykırı olacağı gibi yüzde yüz maddi gerçeğe ulaşmayı en önemli bir hedef olarak belirleyen ceza muhakemesi kanunumuzun amacına da aykırı olacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır.
Uyuşmazlığın çözümü için 'Ceza Muhakemesi Hukuku'nun en temel ilkelerinden birisi olan ‘Şüpheden sanık yararlanır ilkesinden’ ne anlaşılması gerektiğinin uygulamada ve teoride benimsenen görüşler ışığında açıklanması gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.10.2010 tarih, 2010/8-134 esas- 2010/217 karar sayılı içtihadında; ‘Şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ özet olarak aşağıdaki şekilde açıklanmıştır.
Latince ‘in dubio pro reo’ olarak ifade edilen ve masumiyet (suçsuzluk) karinesinin bir uzantısı olan ‘şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ ceza yargılaması hukukunun evrensel nitelikteki önemli ilkelerinden biridir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Şüpheli ve aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilemez. Ceza mahkûmiyeti bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, teorikte olsa hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermektir.
Anayasanın 38/4. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddelerinde düzenlenmiş bulunan suçsuzluk karinesi, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçsuz sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu karine uyarınca, suçsuz olduğu varsayılan kişinin suçlu kabul edilmesi için kesin hükümle mahkum olması, mahkumiyet için de fiilin ispatlanması, yani şüphenin bertaraf edilmesi gerektiğinden, şüpheden sanık yararlanır ilkesi suçsuzluk karinesinin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Prof. Dr. Hakan Hakeri; Şüpheden Sanığın İstifade Etmesi İlkesini; ‘Mahkeme, Muhakeme Hukuku açısından kullanılmasına izin verilen bütün delilleri dinlediği halde, maddi mesele hakkındaki şüphesini yenemezse, suç fiilini sanığın lehine olacak şekilde karara bağlar. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2 maddesindeki ‘suçsuzluk karinesi’, şüpheden sanığın faydalanmasını gerektirir’ şeklinde özetledikten sonra; Şüpheden sanık yararlanır kuralının anlamını şu şekilde açıklamıştır.
Şüpheden sanık yararlanır' ilkesi, ceza yargılaması hukukunda geçerli olan ve mevzuatımızda yazılı olarak hükme bağlanma-mış bulunan bir ispat kuralıdır. Buna göre, bir suç işlediği iddiasıyla yargılanan kimse hakkında mahkûmiyet kararının verilebilmesi için, o kimsenin o suçu işlediğinin yüzde yüz oranında kesin olması, ispatlanmış bulunması gerekir. Bu noktadaki yüzde birlik şüphe dahi, sanığın beraat etmesine yol açar.
Böylece masum bir kimsenin cezalandırılmasındansa, suçlu bir kimsenin serbest bırakılması daha üstün tutulmaktadır. Nitekim jüri sisteminin bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri'nde jürinin tek görevi, sanığın suçu işleyip işlemediği konusunda, yani ispat hususunda karar vermektir. Jüri 11 üyeden oluşmaktadır ve bir kimsenin suçu işlediğine karar verilebilmesi için 11 üyeden, 11'inin de sanığın suçu işlediğine kanaat getirmesi gerekir. 10 üye sanığın suçu işlediği; ancak bir üye işlemediği yönünde oy kullandığı takdirde, sanığın beraatına karar verilir. Bu örnek, şüphenin yüzde yüz oranında yenilme-mesi dolayısıyla, sanığın beraatına karar verilmesi gerektiğini göstermektedir.
Yargıtayın da benzer olaylardaki pek çok kararlarında bu ilkeye gerekli önemi verdiği açıkça görülmektedir. Çeşitli kararlarda bu husus şöyle ifade edilmiştir:
Ceza yargılamalarında amaç, gerçeğin hiçbir şüpheye yer bırakılmaksızın ortaya çıkarılmasıdır; şüphenin bulunması halinde, mahkûmiyet kararı verilmesi ceza yargılaması hukukunun genel ilkelerine aykırıdır; şüpheden sanığın yararlanacağı evrensel bir ceza yargılaması hukuku ilkesidir ve varsayımlara dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz.
Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin 24/10/2011 tarih, 2008/15060 E-2011/44361 K sayılı ilamında;
Sanığın aşamalarda yüklenen suçu kabul etmemesi, sanıklardan Harun Çenet’in soruşturma aşamasında sanıktan hiç bahsetmediği halde, kovuşturma aşamasında suça konu eşyaları sanık ... Güzel tarafından getirilen ... ile götürüldüğü yönündeki beyanı arasında kısmi çelişkinin bulunması ve yüklenen suçu işlemediğini beyan eden sanığın savunmasının aksine hakkında beraat kararı verilen....’in atfı cürüm niteliğindeki beyanı ile tüm dosya içeriği karşısında; sanığın yüklenen suçu işlediğine dair suç isnadı dışında mahkumiyetine yeterli, kesin kanıtlar bulunmadığı gözetilmeden, beraatı yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verildiğinden bahisle yerel mahkeme tarafından verilen mahkumiyet kararının bozulmasına, karar verilmiştir.
30/09/2010 tarih, 2006/11735 E-2010/15175 K sayılı ilamında
Sanık ...nın, yüklenen hırsızlık suçunu işlediğini gösterir, diğer sanık ....’ın aşamalardaki soyut suç atması dışında, savunmasının aksini ispatlayan, her türlü kuşkudan uzak, hükümlülüğüne yeterli, kesin ve inandırıcı hukuka uygun kanıt bulunmadığı gözetilerek, beraatına karar verilmesi gerektiği düşünülmeden, yasal ve yerinde olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hükümlülüğüne karar verildiğinden bahisle yerel mahkeme tarafından verilen mahkumiyet kararının bozulmasına, karar verilmiştir.
Yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklanan bilgi ve belgeler ile benzer olaylarda benimsenen içtihatlar ışığında somut olayımıza baktığımızda; ıssız bir mahalde ölüme terk edilen bebeğin öldüğüne dair ya da ölmüş olsa dahi terk ile ölüm arasında illiyet bağının bulunduğuna dair mahkumiyete yeterli ve inandırıcı şüpheden arındırılmış kesin kanıtlara ulaşılamamıştır. Ölüme terk edilen bebeğin başkası tarafından bulunularak kurtarılma ya da terkin dışında bilinmeyen bir rahatsızlıktan dolayı ölme ihtimali az da olsa mevcuttur. Eylemin sübutu konusunda en küçük bir şüpheyi dahi sanık lehine değerlendirecek şekilde düzenleme yapan kanun koyucunun, eylemin niteliğinin yada tamamlanıp tamamlanmadığının tayinin de şüpheli durumun sanık aleyhine yorumlanmasına kayıtsız kalması beklenemez.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin öğreti ve uygulamada nasıl karşılık bulduğunun ana hatlarıyla yukarıdaki şekilde özetlenmesinden sonra, bu aşamada, somut olayımızda olduğu gibi ölüm olayının gerçekleşmesinin kuvvetle muhtemel olduğu ancak ispatlanamadığı durumlarda, teşebbüs hükümlerinin uygulanıp uygulanamayacağının, ceza muhakemesi hukukunun amacı ve önemi doğrultusunda, uygulamada ve öğretide benimsenen ilkeler ışığında belirlenmesi gerekmektedir.
Ceza usulü, ya da günümüzün deyimi ile ceza muhakemesi hukuku, kişi için öylesine önemlidir ki dünyada ceza usulü kadar hiçbir şey insanları ilgilendirmez. Hatta ceza usulü kusurlu bulunan bir toplumda huzurdan söz edilemez. Ceza kanunlarına karşı gelmemek insanların elinde olan bir şey olmasına karşın, kimsenin haksız yere takibata uğramayacağından söz etmek olası değildir. Bu hukuk dalının özgürlükler için ne denli önem arz ettiğini Ferri’nin şu sözleri en güzel şekilde açıklamaktadır; 'ceza kanunu suçluların, usul kanunu, suçluluğu sabit oluncaya kadar masumların teminatıdır.'
Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeğin araştırılıp bulunmasıdır. Ancak bu yapılırken insanlık onuru, hukukun ve ceza muhakemesi hukukunun temel ilkeleri daima göz önünde bulundurulacaktır. Maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun, insan hakları ihlallerine yol açmadan araştırılıp bulunmalı, ... gerçekleştirilmeli ve hukuki ... sağlanmalıdır.
Maddi gerçeğe ulaşmayı nihai hedef olarak belirleyen ceza muhakemesi hukukunun, en küçük şüpheyi sanık lehine değerlendirirken, ölüm olayının gerçekleştiğine dair maddi delillere ulaşılamaması yada ölüm sebebi ile yapılan hareket arasında illiyet bağının kurulamaması halinde, günlük hayat tecrübelerinden yola çıkılarak kesin tespit edilemeyen hususların sanıkların aleyhine değerlendirmesine izin vermesi elbetteki beklenemez. Uyuşmazlığın çözümüne yardımcı olacağı düşüncesiyle somut olayımıza benzer olayların öğretide ve uygulamada nasıl karşılık bulduğunun belirlenmesi gerekmektedir.
Prof. Dr. İzzet Özgenç, (Türk Ceza Hukuku- Genel Hükümler-15. Bası- Sayfa:483) “Hukuka uygunluk sebebinin objektif olarak bulunmasına rağmen, bunun farkında olmayan fail tarafından gerçekleştiren ölüm olayında, neticenin haksızlığından bahsetmek mümkün olamayacağından, failin işlediği fiilin ilişkin olduğu suça teşebbüsten dolayı sorumlu tutulması gerekir” şeklinde bir sonuca vardıktan sonra Hacı ... Üniversitesinde, Tez danışmanlığını yaptığı Elif Kurt tarafından hazırlanan yüksek lisans tezinde bu husus aşağıdaki şekilde özetlenmiştir.
Fail, fiilini gerçekleştirirken ya hukuka uygun bir maksatla ya da hukuka aykırı bir maksatla hareket eder. Objektif olarak hukuka uygunluk nedeni gerçekleşmiş olsa da bu bilinçle hareket etmeyen fail, hukuk düzenini ihlal etmeyi hedeflemiştir ve hukuka uygunluk nedeninden faydalanamayacaktır. Bu kabule göre yukarıda verilen örnekte fail S, olayda objektif olarak meşru savunmanın şartları gerçekleşmiş olsa da, meşru savunma kapsamında hareket ettiğini bilmediğinden, söz konusu hukuka uygunluk nedeninden faydalanamayacaktır. Bu durumda failin,suça teşebbüsten cezalandırılması yolu tercih edilmelidir. Çünkü yalnızca objektif olarak hukuka uygunluk nedeninin varlığı neticenin haksızlığını engellese de failin fiilinin ifade ettiği haksızlığı ortadan kaldırmayacaktır.
Prof. Dr. Veli ... Özbek-Doç. Dr. Koray Doğan-Dr. Öğretim Üyesi Pınar Bacaksız-Araş. Gör. İlker ... -Türk Ceza Hukuku-Özel Hükümler-13. Baskı-Sayfa: 110)
A, B'ye öldürmek amacıyla içinde zehir olan kahve verir. B, kahveyi içer. Halbuki daha önce C tarafından verilmiş olan kahve içindeki zehir etkisini daha hızlı gösterir ve B ölür. Her iki zehirin dozu ölüm neticesini meydana getirmeye elverişli idi. İlk zehir verme hareketi yapılmasaydı da B ölecekti. O halde A ancak adam öldürmeye teşebbüs suçundan sorumlu olup, cezalandırılabilir. Ancak ölüm neticesine, A'nın mı, yoksa C'nin verdiği kahvenin mi, neden olduğu belirlenemiyorsa bu durumda şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereği her iki failde kasten öldürmeye teşebbüsten cezalandırılmalıdır.
765 sayılı kanunun yürürlükte olduğu dönemde, Yargıtay Yüksek 1. Ceza Dairesi, ölüm olayının gerçekleştiği durumlarda; şüpheden sanık yararlanır kuralı gereğince, teşebbüs hükümlerinin uygulanacağına dair içtihatları mevcuttur.
Yargıtay Yüksek 1. Ceza Dairesi nin 04/11/1992 gün, 1747/2361 ) sayılı kararı; “TCK’nın 463 maddesinin uygulanabilmesi için birkaç kişinin birlikte bir kişiyi öldürmek için hareket etmeleri, ancak suçun hangisinin eyleminden meydana geldiğinin belli olmamış bulunması gerekmesine, olayımızda ise sanık Halil ile kimliği belirlenemeyen bir sanığın birbirlerine ateş ederlerken, hangisinin silahından çıktığı belli olmayan bir kurşunun hedefte sapma sonucu ... adlı şahsa isabet ederek ölümüne neden olduğunun açıklıkla anlaşılması karşısında sanık Halilin, TCK’nın 448, 61 maddeleri yerine 448, 463 maddelerinin uygulanması suretiyle cezalandırılmasına karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
Yargıtay 1. C.D. 11/11/1992 gün, 2182/2414 sayılı içtihadı da aynı doğrultudadır.
Gerek öğretide, gerekse uygulamada, ölüm olayının kesin olarak gerçekleştiğinin tespit edilmesine karşın, faillerin sadece eyleme teşebbüs ettiğinin kanıtlanması durumunda dahi, “ Şüpheden sanık yararlanır” ilkesinden hareketle teşebbüs hükümlerinin uygulanabileceği kabul edilirken, ölüm olayının ve buna bağlı olarak illiyet bağının kesin olarak kanıtlanamadığı durumlarda; teşebbüs hükümlerinin rahatlıkla uygulanabileceği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır.
Cesedin bulunamadığı durumlarda, toplanan diğer delilerle tamamlanmış öldürme suçundan mahkumiyet kararı verilmesinin teorik olarak mümkün olmasına karşın, telafisi imkansız zararların önlenebilmesi için bunun çok istisnai bir uygulama olduğunun da kabul edilmesi gerekmektedir.
Ceza yargılaması hukukunda duraksamaya yer vermeyecek şekilde kabul edilen vicdani kanıt sistemi, Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun, 2006/142 K sayılı ilamında; Ceza yargılaması hukukunda vicdani kanıt sistemi benimsenmiştir. Bu sistemle ifade edilmek istenen hem kanıt serbestliği hem de kanıtların değerlendirilmesi serbestliğidir. Ceza yargılamasında somut gerçek arandığından, yargıcı bu gerçeğe götürebilecek her şey kanıt olabilir. Ancak, hükme dayanak alınan kanıtların gerçekçi, akılcı, olayı temsil edici, kanıtlayıcı ve hukuka uygun bulunmaları gerekir. Bu belirlemeler ceza yargılamasında şekli duruma değil, somut gerçeğe itibar edileceğini ortaya koymaktadır. Aksinin kabulü hak ve ... duygularını yaralayacaktır'. Şeklinde özetlenmiştir.
Somut olayımıza sadece cesedin bulunamaması yüzünden benzerlik gösteren ancak mevcut delil durumu çok daha farklı olan Y.C.G.K 2013/302 K sayılı ilamına konu olan olayda; 2006/142 K sayılı ilama vurgu yapılarak, cesedin bulunamamasına karşın aşağıda özetlenen gerekçelerle mahkumiyet hükmünün verilebileceği kabul edilmiştir.
Somut olayda her ne kadar maktulün ceset veya cesedine ait herhangi bir parça bulunamamış, eylemin gerçekleştirildiği belirtilen birahanede maktule ait kan ve DNA örneği elde edilmemiş ise de, sanığın eylemi gerçekleştirdikten sonra olay yerinde bulunan kanlar ile duvarlara yapışan parçaları ve kanları da hiç bir iz bırakmayacak şekilde temizlediğini belirtmesi, maktule ait cesedi küçük küçük parçalara ayırıp, parçaları arazide farklı farklı yerlere attıklarını söylemesi karşısında, sanığın kolluğa başvurup, olayı itiraf ettiği tarihte eylemin üzerinden yaklaşık 8,5 yıl gibi uzun bir süre geçmiş olması nedeniyle, maktulün cesedine ait herhangi bir parça ile kan ve DNA örneğinin elde edilememiş olması hayatın olağan akışına aykırılık oluşturmamaktadır.
Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Dairesi ile Gözlem İhtisas Dairesi raporlarına göre akıl sağlığı yerinde olan sanığın, ... ... ile ilgili olarak öldürüldüğüne dair herhangi bir soruşturma bulunmaksızın kendiliğinden gelip, yetkili makamlara başvurarak itirafta bulunması, tüm aşamalarda müdafii huzurunda birbiriyle uyumlu olacak şekilde olayı anlatarak ... ...'i Turgay Kolcan ile birlikte öldürdüklerini kabul etmesi, ... ...'in işyerine geldiğini bildirdiği saat ile üzerinde bulunan kıyafetlere ilişkin söylediklerinin, maktulün eşinin anlatımları ile uyumlu olması, ... ...'in astsubay olarak görev yapmasından, ... İçel doğumlu olmasına kadar verdiği bilgilerin tamamının doğru olması, eylemi birlikte gerçekleştirdiklerini söylediği Turgay Kolcan hakkında verdiği bilgilerin tamamının Turgay'ın kardeşi Tuna tarafından doğrulanması, sanığın anlatımda bulunmadığı takdirde ortaya çıkarılmasının mümkün görülmediği olayla ilgili olarak kendisini zorlayan herhangi bir dış etken olmaksızın yetkili makamlara başvurarak samimi bir şekilde itirafta bulunması, dosya içeriği itibariyle bir başkasının suçunu üstlenme halinin söz konusu olmaması hususları bir bütün halinde değerlendirildiğinde; sanığın, gerçekleştirilme şekli itibariyle kendisini vicdanen rahatsız ettiği ve etkisinden kurtulamadığı anlaşılan olayı, vicdanen rahatlamak amacıyla samimi bir şekilde anlattığının, dolayısıyla üzerine atılı kasten öldürme suçunu işlediğinin kabulü gerekmektedir.
Y.C.G.K 2013/302 K sayılı ilamına konu edilen olayın üzerinden 8,5 yıl geçtikten sonra detaylı açıklamalarda bulunan sanığın samimi ikrarının yan delillerle desteklendiği gibi hukuk mahkemesince maktül hakkında gaiplik kararı verildiği, uyuşmazlığa konu olayımızda ise; evlilik dışı sağ olarak dünyaya getirdiği bebeği ıssız bir yerde terk ettiğini beyan eden sanığın, bebeğin öldüğüne dair herhangi bir açıklamada bulunmadığı gibi bu hususta hiç kimse tarafından herhangi bir iddia dahi ileri sürülmemiş, bebeğin sanığa sağ olarak teslim edildiği resmi kayıtlar ve tanıklar tarafından da doğrulanmasına karşın, öldüğünün bilindiğine dair herhangi bir bilgi yada belgeye ulaşılamamıştır. Bebeğin terk edildiği yerin özelliğine göre ölümün mutlakıyetinden söz edilmesinin mümkün olmasına karşın, ceset üzerinde herhangi bir inceleme yapılamamış olması nedeniyle ölüm sebebinin bilinemediği ve bilinmesinin de mümkün olamayacağı açıktır. Bu durumda bebeğin ıssız bir mahalde terk edilmesine rağmen, terke bağlı olmayan tamamen farklı bir nedenden ölme ihtimali de mevcuttur. 2 günlük bir bebeğin ıssız bir mahalde terk edilmesinin, kasten adam öldürmek suçunun icrai hareketine eşit bir hareket olacağı ve kasten adam öldürme suçu için elverişli bir hareket olacağı hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak yukarıda açıklandığı üzere, nasıl ki hukuka uygunluk sebebinin bulunduğu bir durumda, bunu bilmeyen failin neticeden sorumlu olmamasına karşın, hareketinin haksızlık içeriğinden dolayı işlemek istediği fiile teşebbüsten sorumlu tutulması gerektiği öğretide kabul ediliyorsa, yada aralarında iştirak iradesi olmaksızın aynı kişiyi öldürmek için ateş eden faillerin hangisinin hareketi ile ölüm olayının gerçekleştiğinin tespit edilememesi durumunda, her iki failinde adam öldürmeye teşebbüsten sorumlu tutulması gerek öğretide, gerekse uygulamada duraksamaya yer vermeyecek şekilde kabul ediliyorsa, ölümün gerçekleştiğinin kesin olarak bilinmediği ve buna bağlı olarak ölüm sebebinin de bilinemediği somut olayımızda; ölüm olayının mutlakıyetinden yola çıkılarak ölüm sebebi hiçbir şekilde irdelenmeden mahkumiyet kararı verilmesinin 'şüpheden sanık yararlanır' ilkesine aykırı olacağı gibi TCK’nın 3 maddesindeki hakkaniyet ve orantılılık ilkesine de aykırı olacağı açıktır. Zira, ağırlatıcı neden bulunan bir yakınını üçüncü bir kişi tarafından öldürülmesini sağlayan fail ile bizzat öldüren fail, bir başka deyişle tetiği çekenle çektiren arasında, tehlikelilik halinin de dikkate alınması suretiyle oldukça farklı cezalar ön gören kanun koyucunun, bir taraftan nihai hedef olarak belirlediği maddi gerçeğe ulaşma hedefinden sapmayı dahi göze alarak şüpheden sanık yararlanır ilkesini koşulsuz bir şekilde hayata geçiren uygulamaların önünü açarken, diğer taraftan sanığın savunmasındaki çelişkilerin en aleyhe olacak şekilde değerlendirilmesi suretiyle günlük hayat tecrübelerine göre gerçekleşmesi muhtemel olayların gerçekleştiği var sayımına dayanılarak oluşturulan mahkumiyet kararlarına kayıtsız kalması beklenemez
Yasayı bir bütün olarak değerlendirdiğimizde yorum ilkelerine uyulmaksızın sübjektif ... anlayışına göre ceza normlarının aleyhe yorumlanması suretiyle faraziyelere dayanılarak eylemin tamamlandığının kabul edilmesi halinde zaten çok ağır cezalarla müeyyide altına alınan eylemlerden dolayı çok daha ağır cezaların verilmesi suretiyle orantılılık ve eşitlik ilkesinin bozulması gündeme gelebilecektir. Oysa hukuk devletinde yaşayan her vatandaş, kanunilik ilkesinin zorunlu bir gereği olarak neyin ne kadar yasak olduğunu bilmesi gerekirken, farklı mahkemelerin yorum ilkelerine uyulmaksızın yaptıkları yorumlar ile sürpriz cezalarla karşılaşma ihtimalini hukuki güvenlik ilkesi ile bağdaştırmak mümkün değildir. Ceza siyasetini belirleme yetkisi ve görevi bulunan yasa koyucu tarafından konulan hukuki normlar yorumlanırken, olabildiğince ... ve hakkaniyet amaçlanarak her uygulayıcının aynı olay karşısında aynı sonuca ulaşması sağlanmalıdır.
Yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere, sanığın yargılamaya konu edilen eyleminin ispatlanan kısmının teşebbüs aşamasında kaldığı kabul edilerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının sanık lehine olan itirazının değişik gerekçeyle kabul edilmesi gerekirken, itirazın reddine dair sayın çoğunluğun görüşüne iştirak edilmemiştir." şeklindeki farklı gerekçeyle itirazın kabul edilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 09.11.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.