Ceza Genel Kurulu’nun 2020/46 E., 2024/302 K. sayılı kararı

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 16.10.2024 tarihli ve 2020/46 E., 2024/302 K. sayılı kararı
T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
2020/46 E., 2024/302 K.
"İçtihat Metni"
İTİRAZ
İtirazname No : 2016/44083
KARARI VEREN
YARGITAY DAİRESİ : 12. Ceza Dairesi
MAHKEMESİ :Ağır Ceza
SAYISI : 79-206
I. HUKUKÎ SÜREÇ
Davacının, uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu kabul edilerek hakkında TCK'nın 191. maddesinin 2, 3, 4 ve 5. fıkraları uyarınca tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verilmesi sonrasında haksız olarak tutuklu kaldığı süreler nedeniyle 50.000 TL maddi ve 75.000 TL manevi tazminat istemiyle Maliye Hazinesi aleyhine açtığı davanın reddine ilişkin Trabzon 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.11.2015 tarihli ve 79-206 sayılı hükmün davacı ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 09.09.2019 tarih ve 8432-8436 sayı ile vekâlet ücreti yönünden düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
II. İTİRAZ SEBEPLERİ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 01.11.2019 tarih ve 44083 sayı ile;
"Davacının davasının reddine dayanak olan tek husus ceza davası kapsamında davacı (sanık) hakkında düşme kararı verilmemiş olmasıdır.
Trabzon 1. Ağır Ceza Mahkemesinin kendisine sorulmasına rağmen davacının dosyası hakkında kanunen vermesi zorunlu bulunan düşme kararını vermemiş olması davacıya yükletilebilecek bir kusur değildir. Bu şekilde karar tesis etmek suretiyle davacıya aynı hususta yeniden tazminat davası açma yükümlülüğü yüklenmiştir. Trabzon 1.Ağır Ceza Mahkemesi söz konusu kararı vermemekle gerek kendi kararına gerekse yasaya aykırı davranmıştır.
Bu durum karşısında tazminat davasına bakan Trabzon 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Trabzon 1. Ağır Ceza Mahkemesinin davacı hakkında düşme kararı verilmesini bekletici mesele yaptığını belirterek durumu ilgili mahkemeye bir yazıyla bildirmesi gerekmekteyken bundan sarfı nazar ederek doğrudan davanın reddine karar vermesi isabetli değildir.
Bu şekilde hüküm tesis edilmesinin Anayasamızın yargılamanın mümkün olan en kısa sürede ve en giderle az giderle sonuçlandırılması gerektiğine ilişkin ilkesine aykırı olduğu aşikardır.
Bu açıklamalar ışığında, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin anılan mahkeme hükmünü 'ceza davasında verilmesi gereken düşme kararının bekletici mesele yapılması gerektiği ve ceza davası sonucunda verilecek kararın akıbetine göre tazminat davasının esası hakkında bir karar verilmesi gerektiği' gerekçesiyle bozması gerekirken açıklanan gerekçeyle hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermesi hukuka uygun bulunmamaktadır. " görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 16.12.2019 tarih ve 13240-11863 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
III. UYUŞMAZLIK KONUSU
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçu nedeniyle hükmolunan denetimli serbestlik tedbiri olumlu sonuçlanmasına rağmen hakkında henüz verilmiş bir düşme kararı bulunmayan /verilmeyen davacı tarafından tutuklu kalınan süre sebebiyle açılan koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davasının reddine karar verilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
IV. OLAY VE OLGULAR
İncelenen dosya kapsamından;
Davacının 06.10.2011 tarihi ve öncesinde işlediği iddia olunan uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 08.10.2011 tarihinde tutuklandığı, aynı suçtan hakkında kamu davası açıldığı, 346 gün tutuklu kaldıktan sonra 18.09.2012 tarihinde tahliye edildiği, Trabzon 1. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 22.01.2013 tarih ve 148-11 sayı ile, eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu kabul edilerek hakkında TCK'nın 191. maddesinin 2, 3, 4 ve 5. fıkraları uyarınca tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verildiği, bu kararın itiraz edilmeksizin 30.01.2013 tarihinde kesinleştiği,
Trabzon 1. Ağır Ceza Mahkemesince düzenlenen 19.11.2015 tarihli yazı içeriğine göre; davacı hakkında verilen denetimli serbestlik tedbirinin davacının yükümlülüğüne uyması nedeniyle 16.04.2014 tarihi itibarıyla tamamlandığı ve kaydın kapatılarak dosyanın infazen iade edildiği,
Maçka Cumhuriyet Başsavcılığı Muhabere Bürosunun 26.05.2015 tarihli yazı içeriğine göre; davacının tutuklu kaldığı sürelerin Maçka Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/10 esas sayılı dosyasından mahsup edildiği,
Yerel Mahkemece, hakkında tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verilen davacının bu kararın gereklerine uyması neticesinde evrakın infaz edilerek mahkemesine iade edildiği, ancak bu aşamadan sonra mahkemesince herhangi bir karar verilmediği, davacı hakkında yargılamayı sona erdiren bir karar mevcut bulunmadığından tazminat isteminin koşulları oluşmadığından bahisle davanın reddine karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
V. GEREKÇE
1. İlgili Mevzuat ve Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Açıklamalar
Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası, ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası'nda düzenlenmiş, 30. maddede, yakalama ve tutuklamanın hangi hâllerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra, anılan maddenin son fıkrada; "Bu esaslar dışında işleme tâbi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre Devletçe ödenir " hükmü yer almıştır.
Anayasa'da yer alan bu düzenleme doğrultusunda, 15.05.1964 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki 466 sayılı Kanun'un 1. maddesinde yedi bent hâlinde, tazminatı gerektiren durumlar ayrıntılı olarak düzenlenmiş, 466 sayılı Kanun'un 1. maddesinin 8. bendinde yer alan aynı tür suçtan mahkûm olanlar, itiyadi suçlular ve suç işlemeyi meslek veya geçinme vasıtası hâline getirenlerin tazminat isteyemeyeceklerine ilişkin hüküm 10.01.1991 tarihli ve 3696 sayılı Kanun ile kaldırılmıştır.
Haksız yakalanan ve tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası 1982 Anayasası'nda da sürdürülmüş, 19. maddede yakalama ve tutuklama şartlarına işaret edildikten sonra anılan maddenin son fıkrasında; "Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, kanuna göre, Devletçe ödenir " hükmüne yer verilmiştir.
Söz konusu hüküm 17.10.2001 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 sayılı Kanun'un 4. maddesi ile; "Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir." şeklinde değiştirilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5. maddesinde de kişilerin özgürlüğünün hangi hâllerde sınırlandırılabileceği belirlenmiş, maddenin son fıkrasında bu şartlara aykırı davranılması durumunda mağdur olan herkesin tazminat istemeye hakkı olduğu esası kabul edilerek kişilerin keyfî olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasının engellenmesi amaçlanmıştır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun'un 18. maddesi ile 466 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmış, CMK'nın Yedinci Bölümü'nde, "Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat" ana başlığı altındaki 141 ilâ 144. maddelerinde, tazminat isteme şartları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir.
Bu kapsamda CMK'nın "Tazminat istemi" başlıklı 141. maddesi;
" (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,
i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan
veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri
amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama, adli kontrol veya tutuklama işlemine karşı
Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,
l) (Ek:2/3/2024-7499/12 md.) Konutunu terk etmemek veya uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak amacıyla hastaneye yatmak dâhil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek şeklindeki adli kontrol yükümlülükleri uygulandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.
(2) Birinci fıkranın (e), (f) ve (l) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir.
(3) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.
(4) (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder." hükmünü içermektedir.
Görüldüğü üzere suç soruşturması ve kovuşturması sırasında koruma tedbirleri için öngörülen usullere aykırı hareket edilmesi nedeniyle meydana gelen zararların telafi edilmesi CMK’nın 141 ve devamı maddelerinde güvence altına alınmıştır. Söz konusu maddelerde tazminat istenebilecek hâller, tazminat istemenin koşulları, tazminat istenmesine engel olan durumlar ve devlet tarafından ödenmiş olan tazminatın, koruma tedbirlerinin haksız bir şekilde uygulanmasına yol açarak zarara neden olan kişiden geri alınması konuları düzenlenmiş bulunmaktadır.
TCK'nın "Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak" başlıklı 191. maddesinin ilk hâli;
“(1) Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi, bir yıldan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kendisi tarafından kullanılmak üzere uyuşturucu veya uyarıcı madde etkisi doğuran bitkileri yetiştiren kişi, bu fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
(2) Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi hakkında, tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine hükmolunur.
(3) Hakkında tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine hükmedilen kişi, belirlenen kurumda uygulanan tedavinin ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uygun davranmakla yükümlüdür. Hakkında denetimli serbestlik tedbirine hükmedilen kişiye rehberlik edecek bir uzman görevlendirilir. Bu uzman, güvenlik tedbirinin uygulama süresince, kişiyi uyuşturucu veya uyarıcı maddenin kullanılmasının etki ve sonuçları hakkında bilgilendirir, kişiye sorumluluk bilincinin gelişmesine yönelik olarak öğütte bulunur ve yol gösterir; kişinin gelişimi ve davranışları hakkında üçer aylık sürelerle rapor düzenleyerek hâkime verir.
(4) Tedavi süresince devam eden denetimli serbestlik tedbirine, tedavinin sona erdiği tarihten itibaren bir yıl süreyle devam olunur. Denetimli serbestlik tedbirinin uygulanma süresinin uzatılmasına karar verilebilir. Ancak, bu durumda süre üç yıldan fazla olamaz.
(5) Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmaktan dolayı hükmolunan ceza, ancak tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uygun davranmaması hâlinde infaz edilir. Kişi etkin pişmanlıktan yararlanmışsa, davaya devam olunarak hakkında cezaya hükmolunur." şeklinde düzenlenmişken, 08.07.2005 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanun'un 24. maddesi ile 191. maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi madde metninden çıkartılmış ve maddenin ikinci fıkrası; "(2) Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi hakkında, tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine; kullanmamakla birlikte, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi hakkında, denetimli serbestlik tedbirine hükmolunur." biçiminde değiştirilmiştir.
19.12.2006 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle TCK'nın 191. maddesi;
"(1) Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi, bir yıldan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Bu suçtan dolayı açılan davada mahkeme, birinci fıkraya göre hüküm vermeden önce uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi hakkında, tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine; kullanmamakla birlikte, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi hakkında, denetimli serbestlik tedbirine karar verebilir.
(3) Hakkında tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine karar verilen kişi, belirlenen kurumda uygulanan tedavinin ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uygun davranmakla yükümlüdür. Hakkında denetimli serbestlik tedbirine hükmedilen kişiye rehberlik edecek bir uzman görevlendirilir. Bu uzman, güvenlik tedbirinin uygulama süresince, kişiyi uyuşturucu veya uyarıcı maddenin kullanılmasının etki ve sonuçları hakkında bilgilendirir, kişiye sorumluluk bilincinin gelişmesine yönelik olarak öğütte bulunur ve yol gösterir; kişinin gelişimi ve davranışları hakkında üçer aylık sürelerle rapor düzenleyerek hâkime verir.
(4) Tedavi süresince devam eden denetimli serbestlik tedbirine, tedavinin sona erdiği tarihten itibaren bir yıl süreyle devam olunur. Denetimli serbestlik tedbirinin uygulanma süresinin uzatılmasına karar verilebilir. Ancak, bu durumda süre üç yıldan fazla olamaz.
(5) Tedavinin ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uygun davranan kişi hakkında açılmış olan davanın düşmesine karar verilir. Aksi takdirde, davaya devam olunarak hüküm verilir.
(6) Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi, hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmaktan dolayı cezaya hükmedildikten sonra da iki ilâ dördüncü fıkralar hükümlerine göre tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine tâbi tutulabilir. Bu durumda, hükmolunan cezanın infazı ertelenir. Ancak, bunun için kişi hakkında bu suç nedeniyle önceden tedavi ve denetimli serbestlik tedbirine karar verilmemiş olması gerekir.
(7) Kişinin mahkûm olduğu ceza, tedavinin ve denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uygun davranması hâlinde, infaz edilmiş sayılır; aksi takdirde, derhal infaz edilir." şeklide iken suç ve karar tarihinden önce son olarak 14.04.2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Kanun’un 20. maddesi ile bu maddenin ikinci fıkrasına "Bu karar, durma kararının hukuki sonuçlarını doğurur." cümlesi eklenmiştir.
5560 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle değişik TCK'nın 191. maddesinin gerekçesinde; "…Bunun ifade ettiği anlam şudur: Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak suçundan dolayı hakkında kamu davası açılmış olan sanıkla ilgili olarak cezaya hükmetmeden tedavi ile birlikte denetimli serbestlik tedbirine ya da sadece denetimli serbestlik tedbirine karar verilmesi halinde, açılmış olan kamu davası derdest olmaya devam etmektedir" denilmek suretiyle, sanıkla ilgili olarak cezaya hükmedilmeden önce tedavi ile birlikte denetimli serbestlik tedbirine ya da sadece denetimli serbestlik tedbirine karar verilmesi hâlinde, soruşturmanın veya kovuşturmanın yapılması şarta bağlı tutulup da, şartın gerçekleşmesini beklemek üzere verilen ve CMK'nın 223/8. maddesinde itiraza tabi olduğu belirtilen durma kararında olduğu gibi, davanın esasının çözümlenmediği ve açılmış olan kamu davasının derdest olmaya devam ettiği belirtilmiştir.
2. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme
Hakkında TCK'nın 191. maddesinin 2, 3, 4 ve 5. fıkraları uyarınca tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verildikten sonra mahkemece belirlenen denetim süresi sonunda davanın düşmesine karar verilmesi hâlinde davacının fazladan tutuklu kaldığı süreler için süresinde dava açması koşuluyla tazminat talep edebileceği hususunda kuşku bulunmamaktadır.
Kararda belirtilen yükümlülüklere uyması nedeniyle davacı hakkındaki denetimli serbestlik evrakının infaz edilerek mahkemesine iade edildiği anlaşılmakla birlikte, davacının tazminat talebinin asıl davanın sonucuna bağlı olduğu halde tazminata ilişkin dava tarihi itibariyle davacı hakkında verilmiş bir düşme kararı bulunmadığından koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davasının belirtilen aşamada reddedilmesinin isabetli olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı; "Şu nedenlerle sayın çoğunluğun görüşüne muhalifim:
"a. Davacının tazminat talebine dayanak teşkil eden ve TCK'nın 191. maddesinde düzenlenen kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçu, suç tarihi itibarıyla CMK’nın 100/4. maddesi kapsamında tutuklamayı gerektiren katalog suçlardan değildir.
b. Hakkında TCK'nın 191. maddesinin 2, 3, 4 ve 5. fıkraları uyarınca tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verildikten sonra mahkemece belirlenen denetim süresi sonunda davanın düşürülmesi (TCK madde191/5) hâlinde davacının (fazladan) tutuklu kaldığı süreler için süresinde dava açması koşuluyla tazminat talep edebileceği hususunda kuşku bulunmamaktadır.
c. "Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarının kendine özgü yapısı nedeniyle uygulamada birçok sorunla karşılaşılmış, Ceza Genel Kurulunun 09.02.1981 tarihli ve 443-33 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında; bu davaların, ceza ve hukuk davalarındaki usûl kurallarını karma biçimde içeren özel bir dava olduğundan, 466 sayılı Kanun'daki boşlukların Ceza ve Hukuk Muhakemesi Kanunlarındaki hükümlere göre doldurulması gerektiği, 23.11.2004 tarihli ve 177-203 sayılı kararında ise; 466 sayılı Kanun'a dayalı tazminatlarda, her türlü problemin öncelikle bu kanun normlarıyla çözümleneceği, açıklık bulunmayan ahvalde tazminat hukuku kıyaslamasına başvurulacağı ve bu kanundan kaynaklanan tazminat talebinin en ziyade haksız fiil benzeri olduğu gözetilerek çözüme ulaşılacağı kabul edilmiştir. Ceza ve hukuk davalarındaki usûl kurallarının karma bir şekilde uygulanmasına ilişkin bu ilke, özellikle 1982 Anayasası'nın, "Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir." şeklinde değiştirilen 19. maddesindeki atıf da dikkate alındığında CMK'nın 141. maddesi uyarınca açılan koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında da geçerliliğini korumaktadır (CGK 2020/12-32, 2024/227). Bu nedenle anılan davalara ilişkin usul hükümlerinin kendine özgü yöntemlerle görülmesi ve hükme bağlanması gerektiği açıktır. Bu cümleden olarak, koruma tedbirleri nedeniyle açılacak tazminat davaları yönünden, davacının tazminat talebinin asıl davanın sonucuna bağlı olduğunda, somut olay da, TCK'nın 191/5. maddesi gereğince "davanın düşmesi" kararı verilmesi gerektiğinde de kuşku bulunmamaktadır.
d. Ayrıntısına olay ve olgular bölümünde yer verilen somut olayda; tazminat davasına bakan mahkemece yazılan müzekkereye cevap veren Trabzon 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 19.11.2015 tarihli yazısına göre; davacı/sanık hakkında verilen denetimli serbestlik tedbirinin, yükümlülüğe uyulması nedeniyle 16.04.2014 tarihi itibarıyla tamamlandığı ve kaydın kapatılarak dosyanın infazen iade edildiği sabittir. Bu durumda, "denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uygun davranan kişi hakkında açılmış olan davanın düşmesine karar verilmelidir" (TCK madde191/5). Bu kararın, sanığın/davacının talebi üzerene mi yoksa re'sen mi verileceği hususunda kanunda bir düzenlemeye yer verilmediğine göre davacının talep şartına bağlandığı da söylenemez. Nihayet iş bu karar, mahkemenin takdir ve değerlendirmesine bağlı olmayıp denetimli serbestlik tedbirinin gereklerine uygun davranılması hâlinde verilmesi mecburi, ihbari bir tespit kararıdır. Somut olaydaki durum itibariyle tazminat davası bakımından inşai/kurucu bir şart değil ve fakat şekli bir gerekliliktir.
e. Anayasamızın 141/4. maddesi gereğince, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir. İHAS'nin 6. maddesi de yargı merciilerinden aynı güvenceyi beklemektedir. Adli merciilere müracaat edenlerin, makul sürede ve dürüst yargılama ilkeleri doğrultusunda adalet beklentilerine ulaşma haklarının, bezdirici muamele ile örselenmesi hukuk devletinin gerekleri ile bağdaşmaz.
Şu hale göre; ceza davasında verilmesi gereken düşme kararının, tazminat davasında bekletici mesele yapılması ve akıbetine göre davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi; usul ekonomisi, adil yargılanma hakkı ve Anayasamızın 141/4 maddesine aykırı olduğundan itirazın kabul edilmesi lazım gelir." gerekçesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi ise; hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçu nedeniyle hükmolunan denetimli serbestlik tedbiri süreci olumlu sonuçlanan davacı hakkında verilmiş bir düşme kararı bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesinin isabetli olmadığı düşüncesiyle,
Karşı oy kullanmışlardır.
VI. KARAR
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 18.09.2024 tarihinde yapılan birinci müzakerede yeterli yasal çoğunluk sağlanamadığından 16.10.2024 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.