AYM'nin 2022/5468 başvuru numaralı kararı
Anayasa Mahkemesi'nin 11/6/2025 tarihli ve 2022/5468 başvuru numaralı kararı
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
İKİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
SEVCAN MALKOÇ VE MUSTAFA MALKOÇ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2022/5468) |
Karar Tarihi: 11/6/2025 |
İKİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
Başkan |
: |
Basri BAĞCI |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
Rıdvan GÜLEÇ |
||
Kenan YAŞAR |
||
Ömer ÇINAR |
||
Raportör |
: |
İsmail ŞAHİN |
Başvurucular |
: |
1. Sevcan MALKOÇ |
2. Mustafa MALKOÇ |
||
Vekili |
: |
Av. Ömür Erdem DAĞTEKİN |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. İkinci başvurucu, birinci başvurucunun eşidir. 1969 doğumlu olan birinci başvurucu, böbrek taşı şikâyeti ile 30/1/2012 tarihinde Başakşehir Devlet Hastanesine (Hastane) başvurmuştur. Hastaneye yatırılan başvurucuya ağrısını gidermeye yönelik sol kalçasından birkaç kez ağrı kesici enjeksiyon yapılmıştır. Başvurucunun böbrek taşının kendiliğinden düşmesi üzerine 2/2/2012 tarihinde Hastane'den taburcu edilmiştir.
3. Başvurucular enjeksiyonun hatalı yapılması nedeniyle uğradıklarını iddia ettikleri zararlarının giderimi talebinin Sağlık Bakanlığı tarafından reddedilmesi üzerine 23/3/2016 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucular; böbrek taşı şikâyeti ile başvurdukları Hastane'de birinci başvurucuya doktorun talimatıyla iğne yapıldığını, iğne sonrası aşırı bir ağrı oluşmasına rağmen sağlık görevlilerinin ilgilenmediğini, iğne nedeniyle birinci başvurucunun sol bacağında derin çürükler ve kas erimeleri oluştuğunu, bu nedenle ameliyatlar olmak zorunda kaldığını, cinsel yaşamında sorunlar yaşadığını ve çalışma gücünü kaybettiğini beyan ederek 2.000 TL maddi ve 125.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesini talep etmişlerdir.
4. İstanbul 4. İdare Mahkemesi (Mahkeme) tarafından ilk olarak Adli Tıp Kurumu Başkanlığı (ATK) 2. İhtisas Dairesinden bilirkişi raporu alınmıştır. 6/11/2017 tarihinde düzenlenen raporda; birinci başvurucuya uygulanan enjeksiyonun yeri ile başvurucuda daha sonra gelişen klinik tablo ve meydana gelen lezyonların yerlerinin uyumsuz olduğu, dosyada enjeksiyon uygulaması esnasında asepsi-antisepsi kurallarına uyulmadığına dair herhangi bir bulgunun da tarif edilmediği vurgulanmıştır. Netice itibarıyla mevcut verilere göre başvurucuda gelişen enfeksiyon tablosunun yapılan enjeksiyonlar ile illiyeti olduğunu teyit edecek yeterli tıbbi delil bulunmadığı kanaati bildirilmiştir.
5. Başvurucular bu rapora itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucular; Düzce Atatürk Devlet Hastanesi tarafından birinci başvurucu hakkında %14 engelli raporu verildiğini belirterek uzman üniversite öğretim üyelerinden oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla yeniden rapor alınmasını talep etmişlerdir.
6. Mahkeme 26/2/2019 tarihinde maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile toplam 100.000 TL manevi tazminatın başvuruculara ödenmesine karar vermiştir. Kararda ATK raporundaki tespitlere yer verildikten sonra yapılan intramuskuler enjeksiyonun uygulama hatasından kaynaklandığına ilişkin yeterli bir kanıt bulunmaması sebebiyle davalı idareye atfedilebilecek ağır hizmet kusuru oluşmasa da intramuskuler enjeksiyonun yaratacağı muhtemel komplikasyonlar için birinci başvurucunun yeterli derecede bilgilendirilmemesi nedeniyle davalının hizmet kusurunun bulunduğu belirtilmiştir. Manevi tazminat yönünden yapılan değerlendirmede; ilgili hekimin bilgilendirme yükümlülüğünü usulüne uygun bir şekilde yerine getirmemesi ve birinci başvurucunun rızası alınmayarak tedaviyi reddetme hakkının elinden alınması nedenleriyle birinci başvurucuya yapılan enjeksiyonlar sonrasında sol bacakta şekli deformasyon oluştuğu belirtilerek başvurucuların duyduğu veya duyacağı elem ve ızdıraplar nedeniyle manevi dünyalarında meydana gelen zararların tazminine karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Öte yandan maddi tazminat yönünden yapılan değerlendirmede ise; başvuruculara maddi zararlarını bildirmesi için süre verildiği ancak başvurucular tarafından herhangi bir belge sunulmadığı, her ne kadar birinci başvurucunun sol bacağında oluşan hasarlar nedeniyle %14 oranında engelli olduğuna ilişkin olarak 27/12/2012 tarihli sağlık kurulu raporu dosyaya sunulmuş ise de, bir yıllık geçerlilik süresi bulunan ve geçici veya sürekli malul olduğuna (iş gücü kaybı bulunduğuna) ilişkin herhangi bir ibare taşımadığı belirtilen raporun başvurucuların maddi kaybının bulunduğunu ortaya koymaktan uzak olduğu vurgulanmıştır.
7. Başvurucular anılan karara karşı 3/5/2019 tarihli istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucular; tedavi öncesinde onam formunun birinci başvurucuya imzalatılmadığını, Mahkemenin davalı idarenin hizmet kusurunun varlığını kabul etmesine karşın maddi tazminat taleplerini reddetmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu, bacak gibi önemli bir uzvun kullanılamayacak hâle gelmesi sonucunda kişinin maddi zarara uğramadığı yargısının hayatın olağan akışına ters olacağını ve geçici veya sürekli iş göremezlik oranının Mahkeme tarafından tespit edilebileceğini belirterek kararın bozulmasını talep etmişlerdir.
8. Davalı Sağlık Bakanlığı vekili de 14/5/2019 tarihinde istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde, Mahkeme kararında manevi tazminata hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğu belirtilerek davanın reddine karar verilmesi talep edilmiştir.
9. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesi (Daire) öncelikle birinci başvurucunun sol bacağında oluşan deformasyonların Hastane'de uygulanan intramuskuler enjeksiyon uygulama hatasından mı, yoksa uygulanan enjeksiyonun içeriğinin yarattığı bir komplikasyondan mı kaynaklanıp kaynaklanmadığı ve uygulanan enjeksiyondan sonra sol bacakta ortaya çıkan deformasyonların enjeksiyon sonrası gelişen nöropati komplikasyonları ile uyumlu olup olmadığı hususunda ATK'dan ek rapor aldırılmasına karar vermiştir. 30/7/2021 tarihli ek raporda; birinci başvurucuda tanısı konulan toksik epidermal nekrolizin (Lyell Sendromu) pek çok ilaç nedeniyle dozdan bağımsız gelişebilen, önceden öngörülemeyen ve nadir görülen bir aşırı duyarlılık reaksiyonu olduğu belirtilmiştir. Öte yandan tanısını koymanın güç olduğu, tanısı konsa dahi spesifik bir tedavi ya da antidotunun bulunmadığı, birinci başvurucuda ilaca bağlı gelişen Lyell Sendromu klinik tablosunun komplikasyon olarak değerlendirildiği, kişinin başvurduğu hastanelerde bu tanıya uygun takip ve tedavilerin yapıldığının anlaşıldığı vurgulanmıştır. Sonuç olarak birinci başvurucunun tedavisinde görev alan hekimlerin uygulamalarının tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olduğu, hizmeti sağlık çalışanları aracılığı ile yürüten idarenin dosya içerisindeki mevcut belgelere göre görünür bir hatasının saptanmadığı kanaati bildirilmiştir.
10. Başvurucular ek rapora da itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucular; ATK raporuna başvurulmasının zorunlu olmadığını belirterek üniversite öğretim üyelerinden oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla yeniden rapor aldırılmasını Daireden talep etmişlerdir.
11. Daire 17/11/2021 tarihinde, Mahkemenin maddi tazminat talebinin reddi kararı yönünden başvurucuların istinaf başvurusunun reddine, manevi tazminat kararı yönünden ise davalı Sağlık Bakanlığının istinaf isteminin kısmen kabulüne kesin olarak karar vermiştir. Daire kararında ATK raporlarından bahsedildikten sonra birinci başvurucudan alınmış bir onam belgesinin olmadığı, aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesinin yürütülen sağlık hizmetinin gereği gibi işletilmediği konusunda başvurucularda endişe ve üzüntüye yol açacağı ve manevi tazminatın zenginleşme aracı olamayacağı ilkesi gözetilerek takdiren 40.000 TL manevi tazminatın davalı idarece başvuruculara ödenmesi gerektiği belirtilmiştir.
12. Başvurucular, nihai hükmü 16/12/2021 tarihinde öğrendikten sonra 14/1/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
13. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
14. Başvurucular; aydınlatma yükümlülüğü yerine getirilmeden uygulanan enjeksiyon işlemi nedeniyle birinci başvurucunun bacağında sinir yaralanmaları oluştuğunu, bu yüzden birden fazla ameliyat olmak zorunda kaldığını, açtıkları tam yargı davasında da Mahkemenin aydınlatılmış onamın alınmadığını tespit etmiş olmasına rağmen maddi tazminat talebini reddettiğini ve düşük bir manevi tazminata hükmettiğini belirtmiştir. Ayrıca sunulan sağlık hizmetinin gereği gibi işletilmediğini, yeterli tıbbi destek sağlanmadığını belirten başvurucular maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
15. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; tıbbi ihmal dosyalarına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarına yer verildikten sonra mevcut başvuruda Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı önceki iddialarını yinelemiştir.
16. Başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
A. Kabul Edilebilirlik Yönünden
1. Birinci Başvurucu Yönünden
17. Somut başvuruda tıbbi müdahaleden doğrudan etkilenen birinci başvurucu yönünden açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. İkinci Başvurucu Yönünden
18. Somut başvuruda tıbbi müdahaleden doğrudan etkilenen birinci başvurucunun eşi olan ikinci başvurucunun öncelikle mağdur statüsünün bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
19. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı; kişiye sıkı sıkıya bağlı, devredilmez ve vazgeçilmez haklardandır. Kural olarak bu hakkın mağduru da maddi ve manevi bütünlüğüne müdahalede bulunulan kişidir. Öte yandan tıbbi müdahaleye maruz kalan kişinin yakınlarının maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında mağdur sıfatının olduğu ya da olmadığı yönünde kategorik bir değerlendirme yapmak sakıncalı sonuçlar doğurabilir. Bu bakımdan doğrudan mağdur olan kişinin yakınlarının mağduriyetlerine ilişkin somut açıklamalarda bulunmaları hâlinde bireysel başvuru hakkına sahip olabilecekleri gözardı edilmemelidir. Mağduriyete ilişkin somut açıklama yapılması, görünenden öte yaşanan etkinin başvurucuya özgü şartlar üzerinden anlatımda bulunulmasını gerekli kılar (Murat Saçan ve Serpil Saçan [1. B.], B. No: 2017/32278, 28/12/2021, § 32).
20. Somut olayda ikinci başvurucu; eşi olan birinci başvurucunun tıbbi müdahale sonrasında çalışamaz ve bakıma muhtaç duruma geldiğini, bu yüzden aile hayatlarının ve cinsel yaşamlarının etkilendiğini ileri sürmüştür. İdarenin faaliyetinde -sorumluluğu olduğu iddia edilen kişilerin icra ettiği eylemlerinde- ihmali/kusuru bulunduğuna ilişkin şikâyetten ikinci başvurucunun da kişisel olarak ve doğrudan etkilenmediği söylenemeyecektir. Dolayısıyla başvurunun özel şartları dikkate alınarak gerçekleştirilen enjeksiyon sonucunda birinci başvurucuda oluşan rahatsızlığın kendi durumları üzerinde ne gibi sonuçlar doğurduğu hususunda yeterli bir açıklama yapan ikinci başvurucunun da mağdur olarak bireysel başvuru hakkına sahip olduğu değerlendirilmiştir.
21. İkinci başvurucu yönünden de açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Basri BAĞCI ve Ömer ÇINAR bu sonuca katılmamıştır.
B. Esas Yönünden
22. Anayasa'nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk [2. B.], B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri [2. B.], B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51; Özkan Şen [2. B.], B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40). Anayasa'nın 56. maddesinde belirtildiği üzere anılan pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri [1. B.], B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
23. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç [1. B.], B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35; Ahmet Acartürk, § 51). Bu çerçevede devletin egemenlik alanında yaşayan ve kontrolü altında bulunan kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yönelen fiilleri önleme, önlenememiş olan eylemlere yönelik olarak da gerekli soruşturma ve kovuşturmayı yapma, failleri tespit edip cezalandırma, gerektiğinde bundan doğan zararları etkili bir şekilde bizzat karşılama veya sorumlularına karşılatma yükümlülüğü bulunmaktadır. Kişilerin vücut bütünlüğüne yapılan bir eylemden doğan zararlara yönelik etkili bir tazminin sağlanamadığı, bu çerçevede devletin Anayasa'nın 17. maddesinden doğan koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği durumlarda kişinin vücut bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez (Özkan Şen, § 40; Yasin Çıldır [2. B.], B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 37; Mehmet Aypan [2. B.], B. No: 2016/4868, 30/9/2020, § 35).
24. Bununla birlikte sağlık personeli, mesleğini de yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamında risklerin gerçekleşmesini önlemeye ilişkin olarak elindeki tüm imkânları kullanmak mecburiyetindedir. Buna göre riskleri mümkünse önleyici, değilse asgariye indirici şekilde davranmaları, buna rağmen riskler doğduğunda yapacakları müdahaleyle zarar veya tehlike neticesini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaları gerekmektedir (Eliçe Aydın ve diğerleri [2. B.], B. No: 2015/5228, 20/3/2019, § 54). Anayasa Mahkemesi ise Anayasa'nın anılan maddeleri kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli [2. B.], B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 36).
25. Bu bağlamda maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. (Yasin Çıldır, § 57; Tevfik Gayretli, § 32). Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu [1. B.], B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan [2. B.], B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 45).
26. Ayrıca tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde rızasının alınmaması kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkına bir müdahale oluşturabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi müdahale, ilgili kişinin ancak bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir.(Ahmet Acartürk, § 56). Bu bağlamda hasta veya temsilcisinin (veli-vasi) somut olaya uygun şekilde bilgilendirilerek rızalarının alındığını ispat yükümlülüğünün de hastane ve tıbbi müdahaleyi yapan doktorda olduğu vurgulanmalıdır (Sultan Bulut ve diğerleri [1. B.], B. No: 2017/37430, 20/10/2021, § 55; benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Fındık Kılıçaslan [1. B.], B. No: 2015/97, 11/10/2018, § 50).
27. Başvurucular tıbbi müdahale öncesinde birinci başvurucunun rızasının alınmadığını ve tıp kurallarına göre öngörülebilir nitelikte komplikasyon ve riskler hakkında yeterli bir biçimde aydınlatılmadığını, açtıkları tam yargı davasında yargılama makamlarınca bu durumun kabul edilmesine rağmen maddi tazminat talebinin reddedilmesinden ve hükmedilen manevi tazminat miktarının yetersiz olduğundan yakınmıştır.
28. Somut olayda başvurucuların açtığı tam yargı davası sonucunda yargı kararlarında ATK raporlarındaki tespitlere yer verildikten sonra birinci başvurucuya uygulanan intramuskuler enjeksiyonun uygulama hatasından kaynaklandığına ilişkin yeterli bir kanıt bulunmadığı ve birinci başvurucuda oluşan hasar (Lyell Sendromu) komplikasyon olarak değerlendirilmiştir. ATK raporlarında; birinci başvurucuya uygulanan enjeksiyonun yeri ile daha sonra gelişen klinik tablo dikkate alındığında başvurucuda meydana gelen lezyonların yerlerinin uyumsuz olduğu, başvurucuda gelişen enfeksiyon tablosunun yapılan enjeksiyonlar ile illiyeti olduğunu teyit edecek yeterli tıbbi delil bulunmadığı, birinci başvurucuda ilaca bağlı gelişen Lyell Sendromu klinik tablosunun komplikasyon olarak değerlendirildiği ve hastanelerde bu tanıya uygun takip ve tedavilerin yapıldığı kanaati bildirilmiştir. Tıbbi müdahaleye yönelik incelemede bariz takdir hatası ve keyfîlik bulunmadığı görülmüştür. Bunun yanında aydınlatılmış rızanın alınmaması nedeniyle hizmet kusurunun bulunduğu yargı kararlarıyla ortaya konulduğundan bu hususta herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme, hizmet kusurunun giderilmesi amacıyla başvurucuya ödenen manevi tazminat miktarı ile maddi tazminata ilişkin talebin reddedildiği hususları dikkate alınarak başvurucuya yeterli bir giderim sağlanıp sağlanmadığı ile sınırlı olacaktır (İlker Arslan [2. B.], B. No: 2019/36858, 23/11/2022, § 41; Mehmet Selim Doğan [1. B.], B. No: 2020/22429, 13/12/2023, § 23).
29. Başvuru konusu olayda başvurucuların maddi zararlarının ispatı için herhangi bir belge sunmadıkları ifade edilerek maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir. Manevi tazminat talebi yönünden yargılama makamlarınca yapılan değerlendirmede ise tıbbi tedavi olan enjeksiyon uygulamasından önce birinci başvurucudan onam belgesinin alınmadığını, böylece aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesinin yürütülen sağlık hizmetinin gereği gibi işletilmediği konusunda başvurucularda endişe ve üzüntüye yol açacağı belirtilerek nihai olarak 40.000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir (bkz. §§ 6,11).
30. Bu bağlamda tazminatın nasıl hesaplanacağı konusu hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin bir mesele olarak yargı mercilerinin takdirindedir. Bariz takdir hatası veya keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesinin yargı mercilerinin bu takdirine müdahale etmesi mümkün değildir. Somut olayda ise yargılama makamlarınca hükmedilen manevi tazminat miktarının keyfî veya bariz takdir hatası içerdiği hususunda herhangi bir kanaate ulaşılamamıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Fatma Kılıç ve İbrahim Haldız [1. B.], B. No: 2017/37387, 21/4/2021, § 39).
31. Öte yandan açıkça tespit edilen hizmet kusuruna rağmen Daire tarafından maddi tazminat talebinin delillendirilmediği gerekçesiyle reddedildiği görülmektedir. Buna karşın birinci başvurucuda enjeksiyon işlemi akabinde Lyell Sendromu komplikasyonunun geliştiği ve bu kapsamda birçok kez sağlık kuruluşlarından tedavi aldığı dikkate alındığında somut olay nedeniyle doğan maddi zararların tazmin edildiği sonucuna varılamamaktadır. Bu bağlamda yargılama makamlarınca enjeksiyon uygulamasına ve bu uygulama sonucunda oluşabilecek Lyell Sendromu komplikasyon riski yönünden başvurucunun bilgilendirilmesine ve buna ilişkin onam belgesinin usulüne uygun şekilde tanzim edilip edilmediğine ilişkin maddi tazminat isteminin reddedilmesi konusunda yeterli düzeyde bir araştırma yapılmamış ve bu konu açıklığa kavuşturulmamıştır. Dolayısıyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya koyulmaksızın maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi başvurucuların zararlarının yeterli şekilde tazmin edilememesine neden olmuştur. Bu nedenle maddi tazminat talebinin reddedilmesi kararının ihlalin giderilmesi bakımından yetersiz olduğu değerlendirildiğinden başvurucuların maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından devletin pozitif yükümlülüğünün yerine getirildiği söylenemeyecektir.
32. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
İkinci başvurucu yönünden Basri BAĞCI ve Ömer ÇINAR bu sonuca katılmamıştır.
III. GİDERİM
33. Başvurucular, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.
34. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
35. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak, yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Birinci başvurucu yönünden maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. İkinci başvurucu yönünden maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Basri BAĞCI ve Ömer ÇINAR'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. 1. Birinci başvurucu yönünden Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. İkinci başvurucu yönünden Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Basri BAĞCI ve Ömer ÇINAR'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Kararın bir örneğinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 4. İdare Mahkemesine (E.2016/503, K.2019/293) GÖNDERİLMESİNE,
D. 664,10 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.664,10 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/6/2025tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucular, tıbbi ihmal sonucu zarara uğraması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, Sayın Mahkemece başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Aşağıda belirttiğimiz gerekçeler ile birinci başvurucunun eşi olan ikinci başvurucu yönünden, çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Şöyle ki;
İkinci başvurucu, birinci başvurucunun eşi olup, enjeksiyon birinci başvurucuya yapılmıştır. Birinci, başvurucu yapılan enjeksiyon nedeniyle sol bacağında derin çürükler ve kas erimesi oluştuğunu ameliyat olmak zorunda kaldığını, cinsel yaşamında sorunlar yaşadığını ve çalışma gücü kaybettiğini ileri sürmüştür.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.” Anılan düzenlemeye göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar; başvurucunun, kamu gücünün eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı "güncel bir hakkının ihlal edildiği" iddiasında bulunması, iddia edilen ihlalden kişinin "kişisel olarak ve doğrudan" etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun "mağdur" olduğunu iddia etmesidir (Fetih Ahmet Özer, B. No: 2013/6179, 20/3/2014, § 24).
Yine Anayasa Mahkemesi Gurbet Ertürk başvurusunda, başvuruya konu yargılamanın başvurucunun eşiyle ilgili olduğu, başvurucunun eşini temsile yetkili olmadığı, başvurucuyu temsile yetkili olmayan eşin başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı güncel ve kişisel bir hakkının doğrudan etkilenmeyeceği, bu nedenle mağdur statüsü kazanamayacağı, diğer bir ifadeyle başvurucunun sadece "eş" sıfatının adil yargılanma hakkı şikâyetleri bakımından ona mağdur statüsü kazandırmayacağını belirtmiştir. (Gurbet Ertürk (2. B.), B. No: 2014/16741, 20/7/2017, § 20). Somut olayda, ikinci başvurucu eşin, ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı ihlal edilmediğinden bu başvurucu eş yönünden, kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmektedir.
Somut olayımızda çoğunluk görüşü uyarınca başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verildiğinden, ikinci başvurucu eş açısından Anayasa’nın 17. maddesi çerçevesinde maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilip edilmediğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Olayımızda yerel mahkemece her iki başvurucu açısından toplamda 100.000 TL manevi tazminat tutarına hükmedilmiş, Bölge İdare Mahkemesi tarafından ise manevi tazminat tutarı 40.000 TL olarak belirlenmiş ve bu tutarın başvuruculara ödenmesine karar verilmiştir. Maddi tazminat açısından ise, zararın ispatlanamadığı gerekçesi ile davacıların talepleri reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmede hükmedilen manevi tazminat tutarı konusunda yerel mahkemenin takdir hakkı olduğu, hükmedilen tutar açısından bariz takdir hatası ya da keyfilik içerdiği hususunda kanaat oluşmadığı belirtilerek bu husus değerlendirme dışı bırakılmıştır. Buna göre, hükmedilen manevi tazminat tutarı açısından ikinci başvurucu eş için de Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edilmesi söz konusu değildir.
Anayasa Mahkemesince başvurucuların maddi tazminat talebi açısından yapılan değerlendirmede, çoğunluk tarafından, tespit edilen hizmet kusuruna rağmen maddi tazminat talebinin reddedilmesinin başvurucuların maddi ve manevi varlığının korunması bağlamında devletin pozitif yükümlülüğünün yerine getirildiğinin söylenemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. İlk başvurucu için bu sonuca katılmakla birlikte ikinci başvurucu eş açısından bu sonuca katılmak mümkün değildir. Birinci başvurucu enjeksiyonun hatalı yapılması nedeniyle bedensel zararlara uğradığını ve çalışma gücünü kaybettiğini ileri sürmüştür. Türk Borçlar Kanunu’nun 54. maddesinde bedensel zararlar, tedavi giderleri, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar ve ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar şeklinde belirtilmiştir. Borçlar hukukunda yansıma zarar olarak tanımlanan, haksız fiil ya da sözleşme ihlali sonucunda doğrudan zarara uğrayan kişi dışında üçüncü kişi veya kişilerin de aynı fiil veya işlem neticesinde zarar görmesi durumu istisnai bir nitelik taşımaktadır. Türk Borçlar Kanunu’nun 53. maddesinde ölüm halinde destekten yoksun kalma tazminatı ve yine aynı Kanunun 56. maddesinde, ağır bedensel zarar veya ölüm halinde üçüncü kişilere manevi tazminat istem hakkı tanınmış olup, bu iki istisnai hal dışında eş ve çocuklar dahil olmak üzere doğrudan zarar görmeyen üçüncü kişiler için maddi tazminat imkanı düzenlenmemiştir. Somut olayımızda enjeksiyon ilk başvurucuya uygulanmış ve bedensel zarar iddiası ilk başvurucu tarafından ileri sürülmüş olduğundan, ilk başvurucunun eşi olan ikinci başvurucu açısından bedensel bir zararın varlığı mevcut ve ispatlanmış değildir. Bu nedenle ilk başvurucunun eşi olan ikinci başvurucunun sadece bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesindeki maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini ileri sürmesi mümkün değildir.
Açıklanan nedenlerle, ikinci başvurucu açısından öncelikle kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği, başvurunun kabul edilebilir olduğu sonucuna ulaşılması halinde ise, ikinci başvurucu eşin haksız fiil ya da sözleşmeden kaynaklanan doğrudan bir zararının mevcut olmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediği kanaatinde olduğumuzdan, aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Başkan Basri BAĞCI |
Üye Ömer ÇINAR |