AYM'nin 2021/59814 başvuru numaralı kararı
Anayasa Mahkemesi'nin 11/6/2025 tarihli ve 2021/59814 başvuru numaralı kararı
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
İKİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
CÜNEYT EFE BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2021/59814) |
Karar Tarihi: 11/6/2025 |
İKİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
Başkan |
: |
Basri BAĞCI |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
Rıdvan GÜLEÇ |
||
Kenan YAŞAR |
||
Ömer ÇINAR |
||
Raportör |
: |
Şehadet ÖZTÜRK |
Başvurucu |
: |
Cüneyt EFE |
Vekili |
: |
Av. Fatih OYAN |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölüm ve bunun neticesinde açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
A. G.E.nin Ölümü ve Yürütülen Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç
2. Başvurucunun eşi G.E.nin rahatsızlığına ilişkin tıbbi kayıtlara göre G.E. 37 haftalık hamileyken 25/4/2014 ve 26/4/2014 tarihlerinde nefes darlığı şikâyetiyle Tarsus Devlet Hastanesine başvurmuştur. Acil serviste muayene edilen ve kendisine oksijen tedavisi uygulanıp durumunun iyi olduğu söylenen G.E. evine gönderilmiştir. G.E. 27/4/2014 tarihi akşamında nefes darlığı ve sırt ağrısı şikâyetleriyle yeniden hastaneye müracaat etmiştir. Kadın Doğum Uzmanı Op. Dr. A.B. kan ve idrar tahlilleri talep edip Dahiliye Uzmanı Dr. E.K.K.dan görüş istemiştir. Dr. E.K.K. yaptığı muayene sonucunda gebeliğin sonlandırılmasını önermiştir. G.E. öneriyi reddetmiş ve hastaneden ayrılmıştır. G.E.nin evinde fenalaşması üzerine 28/4/2014 tarihinde saat 00.16'da 112 Acil Servis aranmıştır. Altı dakika içinde olay yerine gelen 112 Acil görevlileri müdahale etse de G.E. kalbinin durması sonucu vefat etmiştir.
3. G.E.nin ölümü sonrasında Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) bir soruşturma başlatmıştır. Soruşturma dosyasında bulunan 6/5/2014 tarihli Mersin Valiliği Halk Sağlığı Müdürlüğünün Anne Ölümleri İl İnceleme Komisyon Raporu'nda annede gebeliğin sonlandırılmasını düşünecek kadar sıkıntılı bir durum varsa sevki düşünülen kurumla koordinasyon hâlinde ve ambulans eşliğinde sevkin yapılması gerektiği, olayda anne ölümünün önlenebilirliği şüpheliyse de bebek ölümünün önlenebileceği belirtilmiştir.
4. Olayla ilgili sağlık personeli hakkında soruşturma izni verilmesine ilişkin süreçte hazırlanan ön inceleme raporunda G.E.ye müdahalede bulunan Kadın Doğum Uzmanı Op. Dr. A.B.nin ifadesi alınmıştır. A.B. 6/6/2014 tarihli ifadesinde 27/4/2014 tarihinde nefes darlığı şikâyetiyle müracaat eden G.E.ye oksijen tedavisi verip kan, idrar ve biyokimya tahlilleri istediğini, bu sırada dahiliye uzmanından görüş aldığını ve uzmanın kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) teşhisi koyup gebeliğin sonlandırılması yönünde görüş sunduğunu, acil kanamalı bir hastası olması nedeniyle G.E. ile koridorda yaptığı görüşmede durumun aciliyetini izah edip sezaryen ameliyatı olması gerektiğini ancak hastanede kadın doğum yoğun bakım ünitesi olmaması nedeniyle ücretsiz olarak ambulansla üniversite hastanesine gidebileceklerini açıkladığını, hastanın daha önce normal doğum yaptığını belirtip yine normal doğum yapmak istediğini söyleyerek oradan ayrıldığını beyan etmiştir.
5. Soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumu Adana Morg İhtisas Dairesi tarafından hazırlanan 7/7/2014 tarihli otopsi raporunda G.E.nin ölümünün aort rüptürüne bağlı kalp tamponadı sonucu meydana geldiği kanaati bildirilmiştir.
6. Başsavcılık ölüm olayında sağlık görevlilerinin kusuru olup olmadığının tespiti için kadın doğum uzmanlarından oluşan üç kişilik bir bilirkişi heyetinden rapor almıştır. Raporda G.E.nin kendisine önerilen sevki kabul etmeyerek hastaneyi terk etmesinin teşhis ve tedavinin gecikmesine sebep olduğu, tedavide yer alan sağlık personeline atfedilecek bir kusur bulunmadığı yönünde görüş açıklanmıştır. Ayrıca raporda ölüm sebebi olarak gösterilen aort rüptürü açısından kalp ve damar cerrahisi uzmanından görüş alınmasının uygun olacağının belirtilmesi üzerine kalp ve damar cerrahisi uzmanından bilirkişi raporu alınmıştır. Bu raporda anne ve bebeğin ölümüne sebebiyet veren aort diseksiyon ve rüptürünün daha önceden tespit edilemeyeceği ve öngörülemeyeceği, hastane şartlarında hastanın patolojisinin tespit ve tedavisi için ek bir şeyin de yapılamayacağı belirtilmiş; tedavide yer alan sağlık personeline atfedilecek bir kusur bulunmadığı görüşü sunulmuştur.
7. Başsavcılık 23/11/2015 tarihinde alınan bilirkişi raporlarına atıfta bulunarak şüpheli sağlık görevlilerinin ölümle ilgili herhangi bir kusur ve ihmali olmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı Tarsus Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/1/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
B. Tam Yargı Davası Süreci
8. Başvurucu, ölüm olayı nedeniyle Sağlık Bakanlığı aleyhine 24/7/2015 tarihinde Mersin 2. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) maddi ve manevi tazminat talebiyle tam yargı davası açmıştır.
9. Başvurucu; dava dilekçesinde göğüs ağrısı ve solunum şikâyetiyle 25/4/2014 ve 26/4/2014 tarihlerinde hastaneye başvurduklarında eşinin durumunun iyi olduğu söylenerek evlerine gönderildiklerini, 27/4/2014 tarihi akşamında üçüncü kez hastaneye gittiklerinde G.E.nin Mersin'e sevk edilerek ameliyat olması gerektiğinin belirtildiğini ancak taleplerine rağmen ambulans hizmeti sağlanmadığı için Mersin'e gidemediklerini, G.E.nin gece saatlerinde fenalaşarak vefat ettiğini, üst üste hastaneye gitmelerine rağmen doktorların müdahalede bulunmaması şeklindeki ihmal nedeniyle ölüm olayında idarenin ağır hizmet kusuru olduğunu iddia etmiştir.
10. İdare Mahkemesi yargılama sürecinde on iki ara karar vermiştir. Bunlardan ilki olan 18/9/2015 tarihli ara karar, davalının cevap verme süresinin uzatılmasına ilişkindir. 15/6/2016 ile 3/2/2020 tarihleri arasında verilen on ara karar, G.E.nin tedavi sürecine ilişkin bilgi ve belgelerin kamu kurumlarından temin edilmesine yöneliktir. 20/2/2020 tarihli son ara karar ise bilirkişi incelemesi yapılmak üzere dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi hakkındadır.
11. Dava dosyasındaki belgelere göre 27/4/2014 tarihli Konsültasyon İstem Formu'na -başka hususlar yanında- gebeliğin sonlandırılmasının önerildiği, yatış önerildiği ve hastanın ameliyatı reddettiği yazılmıştır. Ayrıca Mersin Valiliği Halk Sağlığı Müdürlüğünün Anne Ölümleri İl İnceleme Komisyon Raporu'nun örneği dosyada mevcuttur.
12. İdare Mahkemesinin Adli Tıp Kurumu 8. Adli Tıp İhtisas Kurulundan (İhtisas Kurulu) aldığı 24/6/2020 tarihli raporda tedavi sürecine ve sonrasındaki idari sürece ilişkin ayrıntılı açıklamalarda bulunulduktan sonra G.E.ye verilen gebeliğin sonlandırılması önerisinin uygun olduğu, G.E.nin otopsisinde tespit edilen aort diseksiyonunu düşündürecek bulgu olmadığı, Dr. A.B. tarafından ameliyat ve yatış önerilmesine rağmen G.E.nin ameliyatı reddettiğinin kayıtlı olduğu belirtilerek tedaviye katılan sağlık personelinin tıbbi uygulama hatası bulunmadığı mütalaa edilmiştir.
13. İdare Mahkemesi, İhtisas Kurulunu esas alarak idari eylemle zarar arasında nedensellik bağı kurulamadığı gerekçesiyle 22/12/2020 tarihinde davayı reddetmiştir.
14. Başvurucunun anılan karara yönelik istinaf başvurusu Adana Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesince (İstinaf Mahkemesi) 7/10/2021 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.
15. Başvurucu, nihai hükmü 16/11/2021 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 14/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
16. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
17. Başvurucu, eşinin göğüs ve sırt ağrısı şikâyetiyle dört kez hastaneye başvurmasına rağmen sağlık görevlilerince gerekli tedavinin sağlanmadığını, kendilerine Mersin'e sevk edilmesinin uygun olacağının söylendiğini ancak sevk için ambulans hizmeti verilmediğini belirtmiş; eşinin sağlık görevlilerinin kusurlu sağlık hizmeti sonucu yaşamını yitirdiğini ifade ederek yargılamanın özenle yürütülmediğinden yakınmıştır. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; insan hakları yargısı içtihadı ile mevzuatı detaylı olarak aktardıktan sonra yapılacak değerlendirmede Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
18. Başvuru, yaşam hakkı kapsamında incelenmiştir.
19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
20. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif yükümlülükler yanında egemenliği altındaki kişilerin yaşamlarının korunması için bazı pozitif yükümlülükler de yükler (Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14844, 1/12/2016, §§ 57, 58).
21. Anılan pozitif yükümlülükler sağlık alanında yürütülen faaliyetler için de geçerlidir. Nitekim Anayasa'nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin "herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak … amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini" düzenleyeceği ve bu görevini kamu kesimindeki ve özel kesimdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır. Bu sebeple devlet; sağlık hizmetlerini, kamu veya özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirildiğine bakmadan hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç [1. B.], B. No: 2013/2839, 3/4/2014, §§ 34, 35; Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri, §§ 59, 60). Şüphesiz bu düzenlemeler, sağlık personellerinin sahip olmaları gereken yüksek mesleki standartları da içermelidir (Ayhan Keçeli ve diğerleri [2. B.], B. No: 2019/24231, 23/2/2022, § 81).
22. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükleri kapsamında devlet, yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir yargısal sistem kurmakla da yükümlüdür. Bu usul yükümlülüğü şüpheli her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirir (Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri, § 61).
23. Kasıtlı öldürme ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunsa da kasıtlı olmayan eylemler açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Bu bakımdan genel olarak ihmal suretiyle ortaya çıkan diğer ölümlerde olduğu gibi tıbbi ihmal sonucu ortaya çıktığı iddia edilen, bir başka ifadeyle tedavinin kusurlu, yanlış veya gecikmiş olması ya da sağlık çalışanlarının tedavi sırasındaki koordinasyon eksiklikleri sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olaylarında da etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük; mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olmasıyla yerine getirilmiş sayılabilir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, § 84; bazı farklılıklarla birlikte bkz. Nail Artuç, § 37; Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri, §§ 62-64).
24. Ölümün tıbbi ihmalden değil de sağlık durumunun ciddiyeti bilinen ya da bilinmesi gereken hastaya gerekli acil sağlık hizmetinin sunulmaması sonucu meydana geldiği ya da sağlık hizmetlerinde var olan ve yetkililerce bilinen veya bilinmesi gereken ancak ortadan kaldırılması için gerekli önlemlerin alınmadığı sistemsel veya yapısal bir işlevsizliğin hastanın sağlık hizmetlerinden yoksun kalarak ölmesine neden olduğu durumlarda sorumlular aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması yaşam hakkının ihlaline neden olabilir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, § 85; benzer yöndeki değerlendirme için ayrıca bkz. Kenan Sayın [1. B.], B. No: 2013/5376, 14/10/2015, § 47).
25. Yaşam hakkı kapsamındaki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılan tazminat talepli davalarda makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine getirilmesi gerekir (Perihan Uçar ve diğerleri [2. B.], B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 52; Ayhan Keçeli ve diğerleri, § 86; Gökhan Yiğit Koç ve diğerleri [GK], B. No: 2019/25727, 28/7/2022, § 39). Tıbbi ihmal iddiasıyla açılan tazminat talepli davalar yönünden etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü, özellikle yargılamanın makul sürede tamamlanmasını gerektirir. Bu gereklilik; gerçeklerin ve tıbbi tedavinin uygulanması sırasında yapılan muhtemel hatalarınbilinmesine, ilgili kurumların ve sağlık personelinin olası eksikliklerini gidermesine ve benzer hataları önlemesine, dolayısıyla sağlık hizmetlerinden yararlanan herkesin güvenliğinin sağlanmasına hizmet etmektedir. Dolayısıyla gecikme için inandırıcı ve makul gerekçeler bulunmadığı sürece yargılamaların uzunluğu, yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerin ihlaline neden olacaktır (Ayşe Terzi ve Mustafa Terzi [1. B.], B. No: 2020/3325, 13/2/2024, § 12). Öte yandan yargı mercilerinin özenli inceleme yapmayükümlülükleri, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine sonuca varılmasını garanti etmez (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş [1. B.], B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73; Gökhan Yiğit Koç ve diğerleri, § 40).
26. Son olarak ifade etmek gerekir ki herhangi bir davada bilirkişi incelemesine başvurulmasının gerekli olup olmadığına karar vermek ya da başvuru dosyasındaki mevcut tıbbi bilgilerden hareketle bir davada görüş bildiren bilirkişilerin vardıkları sonuçların veya sahip oldukları bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığını irdelemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Delillerin ve bilirkişi incelemesi de dâhil olmak üzere delillerin değerlendirilmesinde kullanılan araçların kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları kural olarak yargı mercilerinin takdirinde olan bir husustur ve açık hata veya keyfîlik ihtiva etmemesi hâlinde Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz. Bu bakımdan tıbbi ihmal iddiasıyla yapılan başvurularda yaşam hakkının usul boyutunun incelenmesi sırasında yapılması gereken iş, başvuruya konu edilen tam yargı veya tazminat davasının, ölümle neticelenen olayın seyrini ve sağlık personelinin olası sorumluluğunu aydınlatmaya imkân verip vermediğini belirlemektir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, § 87;benzer yöndeki değerlendirme için ayrıca bkz. Bağı Akay ve diğerleri [1. B.], B. No: 2014/5101, 22/6/2017, § 56).
27. Somut başvuruda, başvurucunun eşinin acil sağlık hizmetlerine erişimden mahrum bırakılması sonucu öldüğüne dair bir iddiası bulunmamaktadır. Başvurucu, sağlık personelinin bildiği veya bilmesi gereken sistemsel veya yapısal bir işlevsizlik (Sözü edilen işlevsizliğe, hastanenin erken doğan bebekler için uygun bir üniteye ve bu bebekleri tedavi etmek için teknik araçlara sahip olmayıp erken doğan çocukların tamamına yakınını diğer hastanelere şüpheli koşullarda sevk etmesi örnek olarak gösterilebilir. bkz. Aydoğdu/Türkiye, B. No: 40448/06, 30/8/2016, §§ 76-88) olmasına rağmen gerekli tedbirleri almadığını ve bu işlevsizlik neticesinde eşinin acil sağlık hizmetlerine erişimden yoksun kalarak öldüğünü de iddia etmemiştir. O hâlde başvurucunun iddiaları tıbbi ihmalle ilgilidir.
28. Tıbbi ihmal iddialarının söz konusu olduğu hâllerde devletin egemenliği altındaki kişilerin yaşamlarının korunması yönündeki pozitif maddi yükümlülüğü, hem kamu hastanelerinin hem özel hastanelerin hastaların yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarını sağlayıp sağlık çalışanlarının yüksek mesleki standartlara sahip olmalarını temin edecek etkili bir mevzuat oluşturmaktan ibarettir. Oluşturulan mevzuat, kişilerin yaşamının korunması yönünden eksik olmadığı sürece sağlık çalışanlarının hastayı tedavi ederken yaptığı değerlendirme hataları, tedavi sürecindeki gecikmeler ya da tedavi sırasında sağlık çalışanları arasında yaşanan koordinasyon eksikleri devleti yaşam hakkının maddi boyutunun ihlalinden dolayı sorumlu tutmak için kâfi değildir (Ayhan Keçeli ve diğerleri, § 89).
29. Olay tarihinde yürürlükteki hukuki çerçevenin başvurucunun eşinin yaşamının korunması konusunda herhangi bir eksiklik ihtiva etmediği görülmüştür (ilgili hukuki çerçeve için bkz. Ayhan Keçeli ve diğerleri, §§ 39-68). Doğrusu başvurucunun bu yönde bir şikâyeti de yoktur. Bu nedenle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
30. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine yönelik iddianın değerlendirilmesine gelince başvurucu, başvuruya konu yargılamada sezaryen ameliyatı için eşinin sevki gerektiğinin söylendiğini ancak sevk için ambulans tahsis edilmediğini öne sürmüştür. İhtisas Kurulu, Dr. A.B. tarafından ameliyat ve yatış önerilmesine rağmen G.E.nin ameliyatı reddettiğinin kayıtlı olduğunu belirterek tedaviye katılan sağlık personelinin tıbbi uygulama hatası bulunmadığı yönünde mütalaa sunmuş; İdare Mahkemesi de bu mütalaaya dayanarak davayı reddetmiştir. Ne var ki G.E.nin ameliyatı reddettiğine dair G.E. ve/veya başvurucu tarafından imzalanan bir belge mevcut değildir. Ayrıca Mersin Valiliği Halk Sağlığı Müdürlüğünün Anne Ölümleri İl İnceleme Komisyon Raporu'nda annede gebeliğin sonlandırılmasını düşünecek kadar sıkıntılı bir durum varsa sevki düşünülen kurumla koordinasyon hâlinde ve ambulans eşliğinde sevkin yapılması gerektiğine işaret edilerek olayda anne ölümünün önlenebilirliği şüpheliyse de bebek ölümünün önlenebileceği açıklanmıştır. Dolayısıyla İdare Mahkemesinin, ölüm nedenini de dikkate alarak, sonuca varmadan önce idarenin somut olayda hasta sevkiyle ilgili mevzuat hükümlerine uygun hareket edip etmediğini, şayet sözü edilen hükümlere riayet edilmemişse G.E. ameliyat için ambulansla ilgili sağlık kuruluşuna sevk edilseydi G.E.nin aort diseksiyon ve rüptürü nedeniyle ölmesinin önüne geçilip geçilemeyeceğini, bu bağlamda ameliyat için G.E.ye ambulans sağlanmaması ile G.E.nin ölümü arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığını -gerekirse bilirkişi incelemesine başvurarak- değerlendirmesi gerekirdi. Bu bakımdan İdare Mahkemesinin Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği titizlikte bir inceleme yaptığı söylenemez.
31. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
32. Başvurucu, tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
33. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK], B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında anılan şikâyetle ilgili olarak uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır.
34. Somut başvuruda da anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
35. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
36. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ve 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
37. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
38. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak, yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.
39. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla talep ettiği manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Mersin 2. İdare Mahkemesine (E.2015/1172, K.2020/1283) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 487,60 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.487,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/6/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.