AYM'nin 2021/43931 başvuru numaralı kararı
Anayasa Mahkemesi'nin 2/10/2025 tarihli ve 2021/43931 başvuru numaralı kararı
|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
|
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
PAKİZE YILDIZ BAŞVURUSU |
|
(Başvuru Numarası: 2021/43931) |
|
Karar Tarihi: 2/10/2025 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
Üyeler |
: |
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
Selahaddin MENTEŞ |
||
|
İrfan FİDAN |
||
|
Metin KIRATLI |
||
|
Raportör |
: |
Soner GÖÇER |
|
Başvurucu |
: |
Pakize YILDIZ |
|
Vekili |
: |
Av. Linda Sevinç HOCAOĞULLARI |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikteki canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanmanın ve bu olaydan doğan zararların tazmini talebiyle açılan davanın kısmen reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ve gerekçeli karar hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
2. Bazı sivil toplum kuruluşlarınca gerekli yasal izinler alınarak 10/10/2015 Cumartesi günü 12.00-16.00 saatleri arasında Ankara'da barış, emek ve demokrasi konulu bir miting yapılması kararlaştırılmıştır. Planlamaya göre farklı şehirlerden gelen gruplar Ankara Tren Garı'nda toplanacak ve Talatpaşa Bulvarı, Opera Meydanı ile Atatürk Bulvarı'nı takiben Sıhhıye Meydanı'na yürüyecektir. Ankara Tren Garı önünde 10/10/2015 tarihinde toplanan kalabalığın hazırlıkları sürerken saat 10.04 sıralarında peş peşe iki patlama meydana gelmiş, olay nedeniyle pek çok kişi ölmüş ve yaralanmıştır (Hasan Kılıç [2. B.], B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 7, 8). Patlama sırasında vücudunun çeşitli yerlerinden yaralanan başvurucu, Dışkapı Yıldırım Beyazıt Araştırma ve Uygulama Hastanesine kaldırılmıştır. Başvuru formuna göre aynı gün taburcu edilen başvurucunun tedavisine ikameti olan Antalya'da devam edilmiştir.
3. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının olay hakkında yürüttüğü soruşturmada saldırının DEAŞ terör örgütüne üye olan iki canlı bomba tarafından gerçekleştirildiği tespit edilmiştir.
4. İçişleri Bakanlığı, olay öncesinde yeterli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı konusunda iki mülkiye başmüfettişi ile iki polis başmüfettişine ön inceleme yaptırmıştır.
5. Ön inceleme sonunda hazırlanan raporda başlıca şu tespitler yer almıştır:
i. 29/1/2015 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Emniyet Müdürlüğü Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Önleme ve Müdahale Planı'nda toplantı ve gösteri yürüyüşleri için faraziyelerin, alınacak önlemlerin ve hareket tarzının nasıl olacağı ayrıntılı olarak belirlenmiş; toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılanlara dışarıdan herhangi bir saldırının olabileceği ihtimalinin de gözönüne alınması gerektiği belirtilmiştir. Bahse konu plana göre Güvenlik Şube Müdürlüğünün toplantı öncesinde yapacağı işlemler arasında toplantı ve gösteri yürüyüşü ile ilgili olarak elde edilen her türlü istihbari bilgiyi süratle değerlendirmek de vardır. Planda genel olarak alınacak tedbirleri planlama ve organize etme görevlerinin Güvenlik Şube Müdürlüğüne ait olduğu, İstihbarat ve Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüklerinin genel olarak toplantı ve gösteri yapılacağı günün kesinleşmesinden itibaren toplantı ve gösteri yürüyüşü ile ilgili olarak istihbarat toplama görevini yerine getirecekleri belirtilmiştir.
ii. 10/10/2015 tarihinde Sıhhiye Meydanı'nda yapılmak istenen miting için güvenlik planlaması yapılmış, saat 08.00'den itibaren görev yapmak üzere Asayiş Harekât Merkezi oluşturulmuş ve toplantı öncesinde bomba aramasını da içeren alan aramaları yapılmıştır. Toplanma alanını da kapsayacak şekilde kişilerin üstlerinin ve araçlarının aranmasına imkân veren önleme araması kararı alınmıştır. Bununla birlikte toplanma alanı olan tren garı ve çevresinde arama noktaları oluşturularak kişilerin üstleri aranmamış, kişilerin üst aramasının miting yeri olan Sıhhiye Meydanı girişinde yapılması planlanmıştır.
iii. Mitinge tahminen 10.000 kişinin katıldığı ve 2.044 personelin görevlendirildiği dikkate alındığında yıl içinde yapılan benzer mitinglere nazaran görevlendirilen personel sayısı yeterlidir.
iv. Miting için alınacak güvenlik tedbirlerini ve personelin hareket tarzını göstermek üzere Ankara Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğünün 8/10/2015 tarihli ve "emniyet tedbiri" konulu yazısı ilgili birimlere gönderilmiştir. Bahse konu yazıda alınacak güvenlik tedbirleri ve personelin hareket tarzı ayrıntılı olarak açıklanmıştır.
v. 2015 yılı başından itibaren İstihbarat ve TEM Şube Müdürlüklerine değişik kaynaklardan birçok istihbarat bilgisi gelmiştir. Bu istihbarat bilgilerinin büyük çoğunluğu ya yer, zaman ve kişiye ilişkin somut bilgiler ihtiva etmemiş ya da teyide muhtaç niteliktedir ancak sözü edilen istihbarat bilgilerinin yine de güvenlik tedbirlerinin planlamasında dikkate alınması gerekir. 2015 yılında DEAŞ terör örgütü ile ilişkili istihbaratın fazlalığına rağmen Ankara Tren Garı önünde canlı bomba terör eylemini gerçekleştiren Y.E.A.nın da aralarında olduğu bazı şahısların canlı bomba eyleminde bulunabileceğine ve irtibatlı oldukları DEAŞ terör örgütünün Diyarbakır ve Suruç terör eylemlerinden sonra Türkiye'de ses getirecek başka terör eylemi hazırlığı içinde olduğuna, halkın kalabalık olduğu yerlerde, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde birden fazla canlı bomba eylemi yapabileceğine yönelik istihbaratlar son derece önemlidir. Zira toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yoğun olarak yapıldığı illerin başında Ankara gelmektedir. Bu sebeple anılan nitelikteki bilgilerin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güvenliğini planlamakla sorumlu il emniyet müdürü, emniyet müdür yardımcısı, emniyet birimleri hatta vali ile paylaşılması gereklidir. Buna rağmen TEM Şube Müdürlüğü, emniyet tedbirlerinin gözden geçirilmesi veya sıklaştırılması amacıyla emniyet birimlerine çoğunlukla aynı içerikli yazılar göndermiştir.
vi. Gelen istihbarat bilgileri üzerine TEM ve İstihbarat Şube Müdürlükleri tarafından genellikle kişilerin Ankara ile bağlantıları araştırılmış, Suruç'ta meydana gelen patlama sonrasında birim müdürlerinin katılımı ile il emniyet müdürü başkanlığında bazı toplantılar gerçekleştirilmiştir. Terör eylemlerine karşı daha duyarlı olunması konusunda tamim hazırlanmış ve değişik önleyici tedbirler -bu tedbirlerin neler olduğu açıklanmamıştır- alınmıştır. Ayrıca TEM ve İstihbarat Şube Müdürlüklerinin koordine ettiği operasyonlar yapılarak bazı terör eylemleri önlenmiştir (ön incelemeye dair süreç ve ön inceleme sonunda hazırlanan rapor hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Hasan Kılıç, §§ 11-15).
6. Başvurucu, İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunarak bombalı saldırı sonucu uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararları için tazminat talep etmiştir. Başvurucunun talebi zımnen reddedilmiştir.
7. Başvurucu 3/1/2017 tarihinde Ankara 10. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde 250.000 TL manevi tazminat talepli tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; saldırı gerçekleşebileceği yönünde istihbarat bilgisine sahip olunmasına rağmen idarenin saldırının önlenmesi ve mitingle gösteri yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli tedbirleri almadığına ilişkin birçok iddiada bulunup güvenlik güçlerinin ölenlerin, yaralananların ve yaralılara yardım edenlerin üzerine olaydan sonra gaz bombası atıp cankurtaranların olay yerine ulaşmasını ve ilk yardım çalışmalarını fiilen engellediğini ileri sürmüştür.
8. Başvurucu; dava dilekçesinde ayrıca saldırı neticesinde yüzünde ve vücudunda 1. derecede yanık izleri oluştuğu, yaralanması sonrası ilk müdahalesinin Dışkapı Yıldırım Beyazıt Araştırma ve Uygulama Hastanesinde yapıldığını, aynı gün özel aracı ile gittiği ve ikamet ettiği ilde bulunan Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde on gün yatarak tedavi gördüğünü ifade etmiştir. Dava dilekçesi ekinde Dışkapı Yıldırım Beyazıt Araştırma ve Uygulama Hastanesince tanzim edilen genel adli muayene raporu ile olaya ilişkin olarak Başsavcılık soruşturması sırasında Adli Tıp Kurumundan aldığı raporunu da sunmuştur. Genel adli muayene raporunda başvurucunun yüzünde ve başında 1. derece yanıklar olduğu belirtilmiş, Adli Tıp Kurumu raporunda ise başvurucu hakkında Dışkapı Yıldırım Beyazıt Araştırma ve Uygulama Hastanesince düzenlenen rapor içeriğinde muayene bulgularına yer verilmediği ifade edilerek kesin raporun tedavinin yapıldığı hastanelerden temin edilecek konsültasyon raporları ile grafiler ve bu grafilere ilişkin radyoloji raporları gönderildikten sonra düzenlenebileceği açıklanmıştır.
9. İdare Mahkemesi 10/1/2017 tarihli ara kararıyla Ankara Valiliğinin hasım konumuna alınmasına karar vermiştir.
10. İçişleri Bakanlığı ile Ankara Valiliği savunmalarında idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan güvenlik açığı olmadığını, idarenin üzerine düşen dikkat ve özeni gösterdiğini, olayın bir terör saldırısı olduğunu, patlamaların miting alanı dışında ve miting için kararlaştırılan zaman diliminden önce yaşandığını, idarenin hizmet kusuru bulunmadığını, ayrıca uyuşmazlığın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, manevi zararların ise 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığını ileri sürmüştür.
11. Savunma dilekçeleri, bu dilekçelerin ekinde yer alan belgeler ile İdare Mahkemesince sorulan hususlara ilişkin ara kararı cevabı ekinde yer alan belgelere göre;
i. Miting öncesi Ankara Vali Yardımcısı başkanlığında Güvenlik, Terörle Mücadele ve İstihbarat Şube Müdürlükleri, İl Jandarma Komutanlığı, Büyükşehir Belediyesi EGO Müdürlüğü, Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı ve İl Sağlık Müdürlüğü görevlilerinden oluşan Asayiş Harekat Merkezi (Kriz Merkezi) oluşturulmuştur.
ii. Planlanan önlemler kapsamında toplanma yeri olan tren garında, yürüyüş güzergâhında, miting alanı olan Sıhhiye Meydanı çevresinde oluşturan zincirde, miting alanı arama noktalarında, Sıhhiye demir yolu köprüsü üzerinde, il dışından gelen araçların koordineli olarak yönlendirilmesinde ve hassas noktalarda görev yapmak üzere -topluluğun hareketlerinin izlenmesi ve bilgi akışı sağlanması için görevlendirilen Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü (MOBESE ve telsiz) görevlilerine ilaveten- tüm birimlerden ve müdüriyet birliklerinden toplam 2.044 personel görevlendirilmesi yapılmıştır. Bu personelden sivil ve resmî olmak üzere çeşitli birimlerden 129 personel ise ilk toplanma alanı olan tren garı ve çevresinde görevlendirilmiştir.
iii. Ayrıca Özel Harekât Şube Müdürlüğünce yeteri kadar personel talep edilmesi hâlinde görev almak üzere hazır bulundurulmuştur. Ankara Tren Garı ile miting alanında itfaiye, ambulans ve zabıta görevlendirilmiştir.
iv. Toplanma alanını da kapsayacak şekilde kişilerin üstlerinin ve araçlarının aranmasına imkân veren önleme araması kararı alınmıştır
v. Olay sabahı saat 06.02'den itibaren 500 bariyer kullanılarak miting alanı çevrelenmiştir.
vi. Saat 09.00'da Güvenlik Şube Müdürü tarafından Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü Ekipler Amiri'ne arama noktalarına yakın yerlerdeki kamyonet ve panelvan tipi araçların uzman ekiplerce kontrol edilerek kaldırılması talimatı verilmiştir.
vii. Miting alanı ve bu alana çıkan cadde ve sokaklar trafiğe kapatılmış, belirli yerlerde giriş arama koridorları ve polis zinciri oluşturulmuştur. Arama noktaları ve polis zincirinde görev almak üzere sekiz, toplamda ise 13 İl Emniyet Müdürlüğü Birliği görevlendirilmiştir.
viii. Bomba İmha ve İnceleme Şube Müdürlüğüne bağlı görevli ve bomba arama dedektör köpek timleri ile birlikte ilk toplanma alanı ve Sıhhiye Meydanı'na kadar olan yürüyüş güzergâhında bomba, patlayıcı, bereleyici ve benzeri madde araması yapılmıştır.
ix. Miting alanında bulunan vatandaşların dışarıya çıkması sağlandıktan sonra miting için kurulan platform, platform çevresi ve miting alanı içinde bomba arama dedektör köpek timleri kullanılarak bomba, patlayıcı, bereleyici ve benzeri madde araması yapılmıştır.
x. Olay öncesi tren garı önünde bir, miting alanında iki ambulans tedbir amacıyla göreve hazır bekletilmiş, patlama sonrası ilk çağrının 10.05'te yapılması üzerine 33 saniye sonra vaka formu düzenlenmiş ve olay yerinde bekleyen ekipçe ilk müdahale yapılmıştır. Müdahale sırasında biri çoklu ambulans olmak üzere 57 112 acil yardım ambulansı ile 54 özel ambulans görev almış, ilk 20 dakika içinde 16 ekip ve çoklu hasta taşıyan ambulans olay yerine ulaşmış ve 65 dakika içinde olay yerinde hiçbir yaralı kalmamıştır.
xi. Ankara Tren Garı önünde meydana gelen patlama olayı ile ilgili önceden yapılmış bir ihbar tespit edilememiştir.
12. İdare Mahkemesi aldığı ara kararıyla, başvurucudan olay tarihine kadar herhangi bir gelir getirici faaliyette bulunup bulunmadığının ve eğitim durumunun sorulmasına, ayrıca tedavi gördüğü hastane kayıtları ve epikriz raporlarını sunmasının istenmesine karar verilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgeler arasında ara kararının başvurucuya veya vekiline tebliğ edildiğine dair bir belgeye veya ara kararına verilen yanıta rastlanmamıştır.
13. İdare Mahkemesi 21/12/2017 tarihli kararıyla davayı kısmen kabul ederek 6.500 TL manevi tazminatın idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine, fazlaya ilişkin taleplerin ise reddine hükmetmiştir. 5233 sayılı Kanun ve sosyal risk ilkesine ilişkin geniş çaplı açıklamada bulunulan karar gerekçesinde terör saldırısı niteliğindeki olay nedeniyle yaralanan başvurucunun yaşadığı elem ve üzüntü sonucu oluşan manevi zararının tazmini talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, bu bağlamda başvurucunun duyduğu acı ve üzüntü ile orantılı olarak manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne karar verilmesinin uygun olduğu belirtilmiştir. Kararda, dava dilekçesinde ev hanımı olduğunu belirten başvurucu, tedavisinin Antalya'da yapıldığını beyan etmişse de bu hususun ara kararıyla sorulmasına rağmen açıklığa kavuşturulmadığı ifade edilerek manevi tazminatın miktarı tespit edilirken terör olayının meydana geliş şekli ve başvurucunun sosyoekonomik durumu ile yaralanmasının boyutunun basit müdahale ile giderilebilir düzeyde olmasının dikkate alındığı ifade edilmiştir.
14. Başvurucu ile davalı idareler, İdare Mahkemesi tarafından verilen karar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu; dava dilekçesinde dile getirdiği iddiaların yanında basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde yaralandığı İdare Mahkemesince kabul edilmiş ise de hakkında bu yönde bir tespit ya da rapor bulunmadığını, ilk müdahaleyi yapan Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan raporda yüzünde ve vücudunda 1. derecede yanık oluştuğunun tespit edildiğini, kendi olanaklarıyla Antalya'ya döndüğünü, dava dilekçesinde yüzünde yanık izleri kaldığını belirttiğini, İdare Mahkemesince heyet raporu için bir sağlık kuruluşuna sevkine resen karar verilmesi gerekirken basit tıbbi müdahale ile giderilebilir bir yaralanma olduğu tespitiyle hüküm kurulduğunu ileri sürerek eksikliğin istinaf aşamasında giderilmesini ve heyet raporu alınması için hastaneye sevkini talep etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi (İstinaf Mahkemesi) 23/5/2018 tarihinde istinaf taleplerinin reddine karar vermiştir.
15. Başvurucu ile davalı idareler, İstinaf Mahkemesi kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu, temyiz incelemesi devam ederken verdiği 6/8/2018 tarihli dilekçesi ekinde Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan sağlık kurulu raporunu sunarak yaşadığı manevi yıkımı arttıran hususların dikkate alınması gerektiğini ileri sürmüştür. Bahsi geçen raporda sol ön kolda ve bacaklarda hafif derece yanık skarları (yara) bulunduğu, skarların vücudun %20'sinden az olduğu, anksiyöz (kaygı, endişe, gam ya da anksiyete, hoş olmayan bir iç çatışma durumu ile karakterize olan, sıklıkla ileri geri ilerleme gibi sinirsel davranışların eşlik ettiği bir duygu) ve depresif bulgular tanımlandığı belirtilerek özür oranı %10 olarak bildirilmiştir. Raporda ayrıca altı ay süre ile psikiyatri polikliniğinde takip sonrası karar verilebileceği ifade edilmiştir.
16. Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) 15/12/2020 tarihinde temyiz talepleriyle ilgili kararını vermiş; karar gerekçesinde öncelikle Dairenin yerleşik içtihadı uyarınca terör olayları sonucu bir zararın ortaya çıkması ve idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hâllerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceğini belirtmiştir. Gerekçenin devamında aynı olayı temel alan uyuşmazlıklarda farklı idare mahkemeleri tarafından verilen ara kararları üzerine Ankara Valiliği (emniyet birimleri) tarafından verilen cevaplarda emniyet birimlerine konuya ilişkin ihbarda bulunulmadığının belirtildiğini ifade etmiştir. İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ön inceleme raporunda Terörle Mücadele Daire Başkanlığının Ankara dâhil olmak üzere çok sayıda emniyet birimine ilettiği ve DEAŞ'ın canlı bomba gibi eylemlerde bulunma hazırlığı yaptığı yönündeki yazının toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde emniyet tedbiri almakla görevli güvenlik şube müdürlüğüne iletildiği yönünde bir bilgi/belge bulunmadığını vurgulamıştır. Bununla beraber birden fazla birimle paylaşılan söz konusu yazı nedeniyle elinde istihbari bilgi bulunan idarece önceki standart uygulamadan ayrılarak bu bilgiyi ilgili birimlere iletmesi, güvenlik tedbirleri alması noktasında hassasiyet ve özen gösterilmediğinin düşünülebileceği ancak söz konusu yazı nedeniyle idarenin hizmet kusuru temelinde sorumlu tutulabilmesi için bu yazının yer, zaman ve kişi bakımından somut bir içeriği olması gerektiğini, bu bağlamda olay öncesine ilişkin olarak idarenin hizmet kusurundan bahsedilemeyeceğini ifade etmiştir. Ayrıca İçişleri Bakanlığının ön inceleme raporu ve Ankara Valiliği tarafından sunulan Olay Tutanağı ile emniyet tedbirleri konulu yazı temel alınarak idarenin önceki uygulamaları doğrultusunda açık hava toplantılarında toplanma yeri ile ilgili genel bir arama yapılmadığını, yeterli sayıda emniyet personelinin görev yaptığını, önleyici ve güvenliğe yönelik bomba aramalarının yapıldığını belirterek idarenin bu yönden de kusurunun bulunmadığını değerlendirmiştir. Sağlık hizmetinin sunumu, olaya yaralılara müdahale yönünden de olay yerinde yeterli sayıda ambulansın görevlendirildiği, sadece 65 dakika içinde tüm yaralıların sağlık kurumlarına nakledildiği, sağlık hizmetinin sağlanması bağlamında bir iletişim aksaklığı yaşanmadığı belirtilerek idarenin bu bakımdan da hizmet kusuru olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Sonuç itibarıyla somut olayda idarenin hizmet kusurunun ve/veya kusursuz sorumluluğunun söz konusu olmadığını belirterek temyiz istemlerinin reddi ile İstinaf Mahkemesi hükmünü onamıştır. Kararın temyiz edenlerin iddiaları kısmında başvurucu vekilinin Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinin başvurucunun %10 özür oranında özürlü olduğunun tespit edildiği sağlık kurulu raporunu dosyaya sunduğunu belirtmiştir.
17. Başvurucu, nihai kararı 9/7/2021 tarihinde öğrendiğini beyan ederek 6/8/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
18. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
II. DEĞERLENDİRME
A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
19. Başvurucu;
i. İzinli bir şekilde yapılacak mitingde bombalı saldırı gerçekleştirileceğine dair gerçek ve yakın bir riskin varlığına rağmen bu riskten haberdar olan kamu makamlarının sahip oldukları yetkiler kapsamında ve makul ölçüler çerçevesinde riskin gerçekleşmesini önlemek için gerekli önlemleri almadığını,
ii. Güvenlik güçlerinin olaydan sonra ölenlere ve yaralılara yardım edenlerin üzerine gaz bombası atıp ambulansların olay yerine ulaşmasını geciktirdiğini, olayda yeterince acil sağlık hizmeti sunulmadığını,
iii. Bu iddialara rağmen idari yargı yerlerince ileri sürdükleri iddialar dikkate alınmadan, yeterli araştırma yapılmadan, dava dosyasına da sunulan Türk Tabipler Birliği ve Türkiye Barolar Birliğinin raporları değerlendirme dışı tutulmak ve yalnızca davalı idarenin savunmaları baz alınmak suretiyle ve olayda hizmet kusurunun neden bulunmadığı açıklanmadan sosyal risk ilkesine dayalı olarak ve yetersiz miktarda manevi tazminata karar verildiğini belirterek yaşam hakkı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
20. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde öncelikle başvurucu lehine sosyal risk ilkesi uyarınca hükmedilen manevi tazminata işaret edilerek başvurucunun uğradığı zararın giderildiği ve bu nedenle mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalmadığının değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Daha sonra miting için alınan tedbirler açıklanarak başvurucunun yaralanmasına sebep olan patlamanın terör örgütü bağlantılı olarak organize edildiği, zararın üçüncü şahısların kusurundan doğduğu, bireysel bir olay olan terör eylemine yönelik herhangi bir ihbarın ya da istihbari bilginin idareye intikal etmediği, meydana gelen terör saldırısı eylemini azmettiren, eyleme yardım eden ve iştirak eden kamu görevlisi olduğuna dair bilgi, belge ve delil elde edilemediği, terör olaylarının tamamen önlenmesinin mümkün olmadığı, terör eylemlerinin öngörülmesi ve engellenmesindeki imkânsızlıklar gözönünde bulundurulduğunda mevcut olayda devletin kusur sorumluluğu olduğunu kabul etmenin kamu makamları üzerinde aşırı yük meydana getirecek bir yorum olduğu belirtilmiştir. Son olarak idareye karşı hizmet kusuru ya da sosyal risk ilkelerine dayanılarak açılan tam yargı davalarında terör olayları nedeniyle ödenmesine hükmedilen tazminat miktarlarının birbirlerinden çok farklı olmadığı belirtilerek başvurucuya ödenen tazminatın yeterli olması ve olayın hangi koşullar altında meydana geldiğini ortaya koyması bakımından yargısal sistemin yeterince etkili şekilde işletildiği açıklanmıştır.
21. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında mağdur sıfatının devam ettiğini belirtmiş ve başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.
22. Başvurucu, güvenlik güçlerinin olaydan sonra ölenlere yardım edenlerin üzerine gaz bombası atıp ambulansların olay yerine ulaşmasını geciktirdiğini ileri sürse de ölen bir yakınından söz etmemiştir. Bu nedenle başvurunun anılan iddiasının yaşam hakkı veya Anayasa ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ortak koruma alanındaki bir başka hak, özgürlük veya yasak kapsamında incelenmesinin mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır.
23. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkün olup bu inceleme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü nitelikte olup olmadığı, maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçlarının değerlendirilmesi gerekir (Mehmet Karadağ [2. B.], B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20; Yasin Ağca [1. B.], B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 10, 109). Başvuruya konu terör saldırısı, miting için toplanan kalabalığın bulunduğu alanda bomba patlatılması suretiyle gerçekleşmiş olup öldürücü niteliği konusunda şüphe bulunmayan bu saldırı nedeniyle 100'den fazla kişi hayatını kaybetmiş; aralarında başvurucunun da olduğu çok sayıda kişi yaralanmıştır. Bu nedenle somut başvuruda yaşam hakkının uygulanabilir olduğu sonucuna varılmıştır.
24. Başvurucunun bütün şikâyetleri esas olarak öngörülebilir nitelikte olan terör saldırısının idarenin kusuru nedeniyle engellenemediği, açtığı tazminat davasında da aksi yöndeki olgulara rağmen idarenin hizmet kusuru bulunmadığı sonucuna ulaşıldığına ve yetersiz manevi tazminata hükmedildiğine yöneliktir.
25. Başvuruya konu terör saldırısında yaralanan veya yakınları vefat eden pek çok başvurucu tarafından Anayasa Mahkemesine saldırının öngörülebilir ve önlenebilir olmasına rağmen idarenin saldırıyı kusuru nedeniyle önleyemediği iddiasıyla çok sayıda başvuru yapılmıştır. Bu başvurulara konu yargı süreçlerinin bir kısmında olayın meydana gelmesinde idarenin kusurunun bulunmadığı sonucuna varılmış ancak bu sonuca nasıl varıldığı konusunda bir gerekçe sunulmamış; bir kısım yargı sürecinde ise idarenin olayın meydana gelmesinde kusuru olduğuna ilişkin iddialar hakkında hiçbir değerlendirme yapılmadan sosyal risk ilkesi çerçevesinde inceleme yapılmıştır. Eldeki başvuruya konu yargısal süreçte Daire, toplanan deliller çerçevesinde saldırının önlenmesinde idarenin kusurunun bulunup bulunmadığı konusunda ayrıntılı değerlendirmeler yapmış ve idarenin kusurunun bulunmadığına kanaat getirmiştir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin daha önce karara bağladığı başvurulardan ayrılan bu başvuruda, hem yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu hem de etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu incelenmelidir (benzer yönde bir yaklaşım için bkz. Pınar Alkan [2. B.], B. No: 2021/32238, 15/4/2025, § 23).
26. Anayasa Mahkemesi Hasan Kılıç başvurusunda, yapılan yargılama sonucunda sosyal risk uyarınca başvurucu lehine hükmedilen tazminat bakımından yaptığı değerlendirmede, yargılamada yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiği yönünde bir tespitte bulunmaması ve idarenin kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca olaydan sorumlu olduğunun kabul edilmesi nedeniyle başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkmadığı sonucuna ulaşmıştır (anılan kararda bkz. §§ 41-43). Somut başvuru bakımından da bu değerlendirmeden ayrılmayı gerektirecek bir durum bulunmamaktadır.
27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
1. Yaşam Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
28. Anayasa’nın yaşam hakkını güvence altına alan 17. maddesinin kendisine yüklediği pozitif yükümlülükler uyarınca devlet, yetki alanındaki bireylerin yaşamlarını kamu görevlileri ile diğer bireylerin eylemlerinden hatta kişilerin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi altındadır (Gökhan Yiğit Koç ve diğerleri [GK], B. No: 2019/25727, 28/7/2022, § 35).
29. Koruma ödevinin yerine getirilebilmesi için devletin yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal ve idari çerçeve oluşturması (İpek Deniz ve diğerleri [2. B.], B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 149; T.A. [GK], B. No: 2017/32972, 29/9/2021, § 135), bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlike olduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda organları veya görevlileri aracılığıyla makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlemler alması (T.A., § 136; Gökhan Yiğit Koç ve diğerleri, § 36) hatta önceden belirlenebilir bir veya daha fazla bireyin yaşamına yönelik bir tehdit söz konusu olmasa bile kişilerin yaşamını korumak için genel güvenlik tedbirleri alması gerekir (Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya [1. B.], B. No: 2013/1280, 28/5/2014, § 59). Bu ödev, bireylerin yaşam hakkının terörden kaynaklanan bir tehdit altında olduğu durumlar için de söz konusudur (Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya, § 62).
30. Öte yandan yetkili makamlardan yaşamla ilgili her türlü potansiyel tehdidin gerçekleşmesini önlemek için somut tedbirler alması beklenemeyeceği (Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya, § 60) gibi özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında koruma yükümlülüğünün kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanması da mümkün değildir. Ayrıca hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbirle yerine getirilebilir. Unutulmaması gerekir ki yaşam hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin belirlenmesi, idari ve yargısal makamların takdirindedir (Bilal Turan ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 59; T.A., §§ 136, 137; Gökhan Yiğit Koç ve diğerleri, § 37).
31. Başvuruya konu olayın gerçekleştiği tarihten önce 2015 yılı Haziran ayında Diyarbakır’da, 2015 yılı Temmuz ayında ise Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde kitlesel kalabalığa yönelik terör saldırıları yapılmıştır. Bu bakımdan olayın meydana geldiği dönemde önceden duyurulan ve izin verilen büyük ölçekli kitlesel etkinliklere yönelik terör saldırılarının önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması konusunda bir yükümlülüğün doğduğu söylenebilir. Bununla birlikte anılan yükümlülük mutlak nitelikte değildir ve devletin somut olaydan sorumlu olup olmadığı, kamu makamlarının 10/10/2015 tarihinde yapılacak etkinliğe katılacak kişilerin yaşamlarına yönelik gerçek ve yakın riski bilip bilmedikleri veya bilmelerinin gerekip gerekmediği, biliyor ya da bilmeleri gerekiyorsa saldırı riskini önlemek için kendilerinden makul olarak beklenebilecek gerekli önleyici tedbirleri alıp almadıklarına bağlıdır (Suruç’taki saldırı olayından kamu makamlarının sorumlu olduğu iddiasıyla yapılan başvuruda yapılan benzer değerlendirme için bkz. Ali Sadet ve diğerleri [2. B.], B. No: 2018/6838, 8/6/2021, §§ 83-86).
32. Daire kararındaki tespitler (bkz. § 16) ve Hasan Kılıç başvurusundaki bilgi ve belgeler nazara alındığında başvuruya konu olaydaki hiçbir unsur kamu makamlarının 10/10/2015 tarihli gösteriye katılanların hayatlarına yönelik belirli, somut ve yakın bir tehdit olduğunu bildiklerine veya bilmeleri gerektiğine işaret etmemektedir. Ayrıca yetkililerin gösteriye katılan kişilerin güvenliğini sağlamak amacıyla gösteri alanına barikat kurulması, iki binin üzerinde personel görevlendirilmesi, miting alanına girenlerin aranması, alan ve çevresinde patlayıcı madde araması yapılması gibi makul olarak kabul edilebilecek bir dizi tedbir aldığı da (bkz. § 11) görülmüştür.
33. Terör saldırısı gerçekleştikten sonra da yetkililerin acil kurtarma hizmetlerinin derhâl olay yerine gönderilebilmesini sağlamak için gerekli tedbirleri aldığı, olayın ağırlığıyla oluşan kaos ortamına rağmen nispeten hızlı bir şekilde yeterli tedavinin sağlandığı görülmüştür (bkz. § 11). Başvurucunun öne sürdüğü şekilde polis saldırıdan hemen sonra kalabalığı dağıtmak ve kolluk kuvvetlerinin olay yerine erişimini sağlamak için göz yaşartıcı gaz kullanmışsa da bu uygulamanın sağlık çalışanlarının yaralılara ilk yardımı sağlamak için hızlı bir şekilde müdahale etmesini herhangi bir şekilde engellediği yönünde herhangi bir tespit yapılamamıştır. Kaldı ki başvurucu, yeterli acil sağlık hizmeti sunulmayanlar arasında olduğunu veya olay yerinde kolluk görevlilerince kullanılan gaza maruz kaldığını iddia etmemiştir.
34. Belirtilen bu hususlar ve 12.00-16.00 saatleri arasında yapılacak olan gösterinin hazırlıklarının devam ettiği sırada henüz gösteri başlamamış iken saat 10.04'te birbirlerinin peşi sıra iki patlamanın gerçekleştiği hususu da gözönüne alındığında Anayasa Mahkemesinin genel anlamda bulunduğu kabul edilen terör saldırısı riskinin idare tarafından hafife alındığını veya bu risk açısından daha iyi planlama ve diğer önleyici tedbirlere başvurularak gerçekleşen neticenin önlenebileceğini değerlendirebilecek bir konumda bulunmadığı anlaşılmıştır.
35. Yapılan belirlemeler ışığında kamu makamlarının 10/10/2015 tarihli gösteriyle ilgili olarak öngörülebilir, ciddi ve yakın bir terör saldırısı tehdidi olduğundan habersiz olduğu ve bu tür bir terör saldırısını önlemenin doğasında var olan özel zorlukları gözönünde bulundurularak kamu makamlarının yaşamı koruma yükümlülüğü açısından üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmediğinin söylenemeyeceği kanaatine ulaşılmıştır (aynı olay hakkında aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Pınar Alkan, § 33).
36. Açıklanan gerekçelerle somut başvuruda yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
2. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
37. Pozitif yükümlülüğü kapsamında devletin yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir yargısal sistem kurma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri [2. B.], B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52; T.A., § 134).
38. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14844, 1/12/2016, § 63).
39. Yaşam hakkı kapsamındaki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılan tazminat talepli davalarda makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine getirilmesi gerekmektedir (Perihan Uçar ve diğerleri [2. B.], B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 52) ancak yargı mercilerinin özenli inceleme yapma yükümlülükleri, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine sonuca varılmasını garanti etmez (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş [1. B.], B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).
40. Başvurucunun yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği yönündeki iddiası idarenin hizmet kusuru tespit edilip bunun neticesinde doğan zararlardan sorumlu tutulması gerekirken bu husus gözardı edilerek taleplerinin kısmen reddedilmesine yöneliktir.
41. Daire, nihai kararında hizmet kusurunun hatta kusursuz sorumluluk hâlinin de bulunmadığı sonucuna ulaşırken terör saldırısından önce mevcut olan bilgilere dayanarak durumu değerlendirmiş ve yetkililerin terör saldırısının yakın olduğunu gösterecek herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarını tespit etmiştir. Ayrıca kararda söz konusu gösteriyle ilgili olarak yetkililer tarafından yeterli güvenlik önlemlerinin alındığını, yaralıların ambulansla en yakın hastanelere gönderilmesi nedeniyle saldırıdan 65 dakika sonra olay yerinde hiç yaralı kalmadığını ve saat 10.05'te 112 Acil Servis arandıktan 33 saniye sonra acil servislerin acil bakıma ihtiyacı olanlara öncelik vermek üzere koordine olmaya başladığını ve çeşitli servisler arasında iletişimde herhangi bir kopukluk yaşanmadığını belirtmiştir. Yapılan yargılama neticesinde başvurucunun manevi tazminat talebi sosyal risk ilkesi uyarınca kısmen kabul edilmiştir.
42. Mevcut durumda yapılan yargılamada yaralanma olayını çevreleyen koşulların tespiti ve başvurucunun iddiaları doğrultusunda idarenin sorumluluğunun belirlenmesi için makul adımların atıldığı ve elde edilen deliller kapsamında idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığı noktasında nesnel bir yaklaşım sergilenerek gerekli irdelemelerin yapıldığı görülmüştür. Yargılama sonunda ise başvurucunun ispat yükünü hafifleten sosyal risk ilkesi benimsenerek bu ilke uyarınca belli miktarda manevi tazminata hükmedilmiştir. Somut olay açısından yaşamı koruma yükümlülüğü bağlamındaki devletin pozitif yükümlülüğünün ihlal edilmediği sonucuna varılması da gözönünde bulundurulduğunda yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun gerekliliklerinin yerine getirilmediğinin söylenemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır (aynı olay hakkında aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Pınar Alkan, § 40).
43. Açıklanan gerekçelerle başvuruda yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
44. Başvurucu, gösteri yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli önlemlerin alınmadığını belirterek yaşam hakkının yanı sıra toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru dosyasındaki hiçbir unsur bu iddia hakkında ayrı bir inceleme yapılmasını gerektirmez. Başvurudaki temel mesele yaşam hakkının ihlal edilip edilmediğine ilişkindir. Başvurucunun bu yöndeki iddiaları ise yaşam hakkı başlığı altında incelenmiştir (bkz. §§ 26-42). Dolayısıyla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia hakkında inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
C. Adil Yargılanma Hakkı Kapsamındaki Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
45. Başvurucu; hükmedilecek manevi tazminat miktarını etkileyecek mahiyetteki sağlık kurulu raporunun değerlendirme dışı tutulduğunu, dahası yargı yerlerince sağlık raporu alınmak üzere sağlık kuruluşuna sevkini talep etmesine rağmen talebin karşılanmadığını adil yargılanma ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
46. Bakanlık bu hususta görüş bildirmemiştir.
47. Başvurunun bu kısmının adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
49. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı, kişilerin hakkaniyete uygun bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve bu amaca uygunluk yönünden yargılamanın denetlenmesini amaçlamaktadır. Mahkeme kararlarının davanın temel maddi ve hukuki sorunları ile taraflarca ileri sürülen ve davanın sonucunu etkileyen iddia ve itirazlar hakkında delillerle bağ kurulmak suretiyle yeterli gerekçe içermesi zorunludur. Uyuşmazlığın hukuki ve maddi sorunlarıyla ilgisiz değerlendirmelere kararda yer verilmesi de gerekçeli karar hakkıyla bağdaşmamaktadır. Karar gerekçesinin belirtilen unsurları taşıması, yargılamanın adil yargılanma hakkı güvencelerine uygun şekilde yürütülüp yürütülmediğinin taraflarca öğrenilmesini sağladığı gibi ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (bazı eklemeler ve farklılıklarla birlikte bkz. Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
50. Diğer taraftan kanun yolu incelemesi yapan mercinin yargılamayı yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşması, bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya aynı atıfla kararına yansıtması, kararın gerekçelendirilmiş olması bakımından yeterli görülebilir. Bununla birlikte ilk derece mahkemesince karşılanmayan veya ancak ilk defa kanun yolu merciine ileri sürülebilecek nitelikteki esaslı iddia ve itirazların kanun yolu merciince de değerlendirilmemesi gerekçeli karar hakkının ihlaline yol açabilir (bazı eklemeler ve farklılıklarla birlikte bkz. Mehmet Yavuz [1. B.], B. No: 2013/2995, 20/2/2014, § 51).
51. Somut başvuruda idari yargı süreci bir bütün olarak dikkate alındığında başvurucunun yaralanmasının düzeyi ve yaralanmasının üzerindeki etkileri tam olarak açıklığa kavuşturulmadığı gibi buna ilişkin raporlar irdelenmemiş ve talepler dikkate alınmamıştır.
52. Dava dilekçesi ekinde sunulan Adli Tıp Kurumu raporunda, başvurucu hakkında Dışkapı Yıldırım Beyazıt Araştırma ve Uygulama Hastanesince düzenlenen rapor içeriğinde muayene bulgularına yer verilmediği ifade edilerek kesin raporun tedavinin yapıldığı hastanelerden temin edilecek konsültasyon raporları, grafiler ve bu grafilere ilişkin radyoloji raporları gönderildikten sonra düzenlenebileceği belirtilmiştir (bkz. § 8).
53. Yapılan yargılama neticesinde İdari Mahkemesince -bu yönde bir rapor dosya kapsamında yer almamasına rağmen- başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilir düzeyde olduğu kabul edilerek manevi tazminat miktarı belirlenmiştir (bkz. § 13). Dava dilekçesinde, ceza soruşturması dosyasına da kanıtlar arasında yer verilmesine rağmen İdare Mahkemesince olaya ilişkin yürütülen ceza soruşturması dosyasında başvurucu hakkında alınmış bir rapor bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Yine dava dilekçesinde başvurucunun Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 10 gün süre ile yatarak tedavi gördüğünü ifade etmesine rağmen bu yönde bir araştırma da yapılmamıştır. Başvurucu istinaf dilekçesinde (bkz. § 14) İdare Mahkemesince resen heyet raporu alınması için bir sağlık kuruluşuna sevkine karar verilmesi gerekirken bunun yapılmadığını belirterek eksikliğin istinaf aşamasında giderilmesini ve heyet raporu alınması için hastaneye sevkini talep etmiştir. İstinaf Mahkemesi, bu taleple ilgili bir değerlendirme yapmaksızın istinaf talebini reddetmiştir. Benzer itiraz ve taleplerini temyiz dilekçesinde de dile getiren başvurucu, temyiz incelemesi devam ederken verdiği dilekçe ekinde (bkz. § 15) Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan sağlık kurulu raporunu sunmuştur. Bahsi geçen raporda sol ön kolda ve bacaklarda hafif derece yanık skarları olduğu, vücudun %20'sinden az olduğu, anksiyöz ve depresif bulgular tanımlandığı belirtilerek özür oranı %10 olarak bildirilmiştir. Raporda ayrıca 6 (altı) ay süre ile psikiyatri polikliniğinde takibi sonrası karar verilebileceği ifade edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Daire; kararında, sunulan bu rapora ilişkin herhangi bir irdelemeye yer vermeksizin kararı onamıştır (bkz. § 15).
54. Yaralanmanın fiziki düzeyi ve ruhsal etkileri yargılama sonucunda hükmedilecek manevi tazminatın miktarı belirlenirken dikkate alınacak en önemli ölçütlerden biridir. Nitekim somut başvuru konusu yargılamada İdare Mahkemesi de kararında bu durumu teyit etmiştir. Böyle olmasına rağmen yargılama sürecinde resen veya başvurucunun talepleri üzerine bu yönde bir araştırma yapılmadığı gibi başvurucunun temyiz aşamasında sunduğu vücudundaki yanıklar nedeniyle özür oranının %10 olduğu ve ruhsal etkileri bakımından altı ay süreyle psikiyatri polikliniğinde takibi sonrası karar verilebileceği belirtilen rapor da temyiz merciince kararda irdelenmemiştir. Bu rapor doğrultusunda başvurucunun psikiyatri polikliniğinde takibi gerekmediği ya da hükmedilen manevi tazminatın bu rapor karşısında yeterli olduğu yönünde bir kanaat de açıklanmamıştır. Muhakeme sırasında başvurucunun yaralanmanın düzeyine ilişkin olarak, açık ve somut bir biçimde öne sürdüğü iddia ve savunmalar ile raporlar, davanın sonucuna etkili, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olmasına rağmen idari yargı yerlerince yeterli bir gerekçe ile cevaplanmamıştır.
55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
56. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
57. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
58. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.
59. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik ihlal iddiasının İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,
D. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla yeniden yargılama yapılması için Ankara 10. İdare Mahkemesine (E.2017/42, K.2017/3317) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
F. 487,60 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.487,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/10/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.