ADALET HABERLERİ

ADALET HABERLERİ

AYM'nin 2021/34076 başvuru numaralı kararı

AYM'nin 2021/34076 başvuru numaralı kararı
1 Okunma

Anayasa Mahkemesi'nin 14/1/2025 tarihli ve 2021/34076 başvuru numaralı kararı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

BEHİYE ÇAĞLIYAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2021/34076)

Karar Tarihi: 14/1/2025

R.G. Tarih ve Sayı: 30/9/2025 - 33033

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başkan

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

Kenan YAŞAR

Ömer ÇINAR

Metin KIRATLI

Raportör

:

Hüseyin Özgür SEVİMLİ

Başvurucu

:

Behiye ÇAĞLIYAN

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza davasında istinaf kararının sanığa tebliğ edilmemesi ve kararın müdafiye tebliğ edildiği tarihten itibaren başlatılan temyiz süresi dolduktan sonra karardan haberdar olan sanığın eski hâle getirme ve temyiz taleplerinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 30/7/2021 ve 16/2/2022 tarihlerinde yapılmıştır. 2021/36927 ve 2022/20563 numaralı başvuru dosyalarının kişi bakımından hukuki irtibatı nedeniyle 2021/34076 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/34076 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar şöyledir:

5. Başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan Adana 11. Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yapılan yargılama sırasında başvurucu, celse arasında sunulan vekâletname uyarınca müdafi ile temsil edilmiştir. Mahkeme 27/6/2019 tarihli celsede başvurucunun bu suçtan 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûmiyetine karar vermiştir. Başvurucu ve müdafiinin bu karara karşı yaptıkları istinaf kanun yolu başvuruları, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda Adana Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin (Daire) 25/5/2021 tarihli kararıyla temyiz kanun yolu açık olmak üzere esastan reddedilmiştir.

6. Dairenin kararı, başvurucu müdafiine elektronik tebligat (e-tebliğ) yoluyla 1/6/2021 tarihinde mevzuat gereği "okundu" sayılmak suretiyle tebliğ edilmiştir. Mahkeme ve Daire 28/6/2021 tarihinde, kararın temyiz edilmeksizin 17/6/2021 tarihinde kesinleştiğine dair kesinleşme şerhi düzenlemiştir. Mahkeme, bu şerh doğrultusunda hükmün infazı için aynı tarihte Adana Cumhuriyet Başsavcılığına yazı göndermiş; 30/6/2021 tarihinde yakalanan başvurucu, aynı tarihte Eskişehir L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) alınmıştır. Başvurucu, ilamın infazı kapsamında hâlen İnfaz Kurumunda bulunmaktadır.

7. Başvurucu, müdafii ve başvurucunun 5/7/2021 tarihli farklı bir vekâletname ile yetkilendirdiği diğer müdafii Mahkeme ile Daireye sundukları 5/7/2021 ve 6/7/2021 tarihli dilekçelerle eski hâle getirme talebinde bulunmuş ve davanın esasına dair temyiz itirazlarını da ileri sürmüştür. Anılan dilekçelerde eski hâle getirme talebinin nedenlerine dair dile getirilen itirazlar şöyledir:

i. Başvurucunun ilk müdafii; bir süre önce telefonunu düşürüp kırdığını, bu nedenle Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden kendisine gelen tebligatları okuyamadığını, davaya konu tebligattan da haberdar olamadığını, benzer sorunları vekil olarak görev yaptığı diğer dosyalarda da yaşadığını ifade etmiştir.

ii. Diğer dilekçelerde de Daire kararının başvurucuya da tebliğ edilmesi, aksi hâlde bu kararı başvurucunun yakalandığı 30/6/2021 tarihinde öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği, kararın sadece önceki müdafiye tebliğ edilmesi nedeniyle bu karardan haberdar olunmadığı belirtilmiştir.

8. Yargıtay 3. Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) 23/12/2021 tarihinde başvurucu ve müdafilerinin eski hâle getirme ve temyiz taleplerini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde vekil aracılığıyla takip edilen işlerde tebligatın 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 11. maddesi uyarınca vekile yapılacağına dair hükme uygun olarak Daire kararı başvurucu müdafiine 1/6/2021 tarihinde tebliğ edildiği hâlde kararın başvurucu ve müdafileri tarafından yasal temyiz süresi dolduktan sonra temyiz edildiği belirtilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

9. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Kararların açıklanması ve tebliği" başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.

(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.

(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır."

10. 5271 sayılı Kanun’un "Kanun yollarına başvurma hakkı" başlıklı 260. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır."

11. 5271 sayılı Kanun’un "Avukatın başvurma hakkı" başlıklı 261. maddesi şöyledir:

"Avukat, müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir."

12. 7201 sayılı Kanun'un "Vekile ve kanuni mümesile tebligat" başlıklı 11. maddesinin 6/6/1985 tarihli ve 3220 sayılı 11/2/1959 Tarih ve 7201 Sayılı Tebligat Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun'un 5. maddesi ile değiştirilen (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır."

2. Yargıtay Kararları

13. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun (Genel Kurul) 29/5/2024 tarihli ve E.2024/2-209, K.2024/168 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Nitelikli hırsızlık suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin Kayseri 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 17.02.2021 tarihli ve 1441-396 sayılı hükmün, sanık ve müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, sanık ve müdafiinin yokluğunda 19.04.2021 tarih ve 1025-1048 sayı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği,

Gerekçeli kararın sanık müdafiine 26.04.2021 tarihinde tebliğ edildiği, müdafiin temyiz isteminde bulunmadığı,

İncelemeye konu suç yanında başkaca suçlardan da ceza infaz kurumunda bulunan sanığın 24.05.2021 tarihinde gerekçeli kararın kendisine tebliği üzerine 26.05.2021 tarihli dilekçesi ile hükmü temyiz ettiği anlaşılmaktadır.

V. GEREKÇE

Uyuşmazlık konusuyla ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapılabilmesi için ilgili yasal düzenlemelerin tarihi süreç içindeki görünümüne değinmek gerekmektedir.

Bu bağlamda mülga [4/4/1929 tarihli ve] 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 'Kararın tefhim ve tebliği' başlıklı 33. maddesi;

'Alakadar tarafın yüzüne karşı ittihaz edilen kararlar kendisine tefhim olunur ve isterse kararın bir sureti de verilir.

Diğer kararlar tebliğ olunur.

Alakadar olan taraf mevkuf ise tebliğ edilen varaka talebi halinde kendisine okunup anlatılır.',

'Tebligat usulleri' başlığını taşıyan 35. maddesi ise; 'Hukuk muhakeme usullerinin tebligata dair olan hükümleri ceza işlerinin tebligatında dahi caridir.'

Şeklinde düzenlenmiştir.

Konuya ilişkin mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 124. maddesinin ilk hâlinde de; 'Vekil vasıtasile cereyan eden davalarda tebliğ behemehal vekile yapılır.' hükmüne yer verilmiştir.

1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nda da; 7201 sayılı Tebligat Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun tebligata dair hükümlerinin kaldırılmış ve tebligatın bu kanuna göre yapılmasının hükme bağlanmış bulunması sebebiyle CMUK'un 35. maddesinin değiştirildiği ve tebligatın bahse konu kanun hükümlerine göre yapılacağı ifade olunmuştur.

Bu doğrultuda CMUK'un 21.05.1985 tarihli ve 3206 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile değiştirilen 35. maddesi; 'Tebligat, 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır.' hükmüne yer vermiştir.

7201 sayılı Kanun'un 'Vekile ve kanuni mümessile tebligat' başlıklı 11. maddesinin değişiklikten önceki hâli; 'Vekil vasıtasiyle takibedilen işlerde tebligat vekile yapılır. Kanuni mümessilleri bulunanlara veya bulunması gerekenlere yapılacak tebligat kanunlara göre bizzat kendilerine yapılması icabetmedikçe bu mümessillere yapılır.' olarak düzenlenmiş,

Tebligat Kanunu Lâyihası ve Muvakkat Encümen Mazbatası (1/105) Esbabı Mucîbesi'nin ilgili bölümünde ise; ' ... Lâyihanın 11 nci maddesinin birinci fıkrası, vekil vasıtasiyle takibedilen işlerde tebligatın vekile yapılmasını âmirdir. Ancak buradaki (vekil) tâbiri, münhasıran avukatları değil, bunlanr ve müvekkili namına işi takip salâhiyetini haiz olan kimseleri de şümulü içine almaktadır. Bu fıkranın mukabili halen, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 124 ncü maddesidir. Maddenin ikinci fıkrası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 120 nci maddesinin birinci cümlesinin, maksada uygun hale getirilmiş ve vuzuh verilmiş şeklidir. Bu fıkradaki (Kanuni mümessil) tâbiri, veli, vasi, kayyım gibi kimseleri ifade eder. Fıkra metninde üç ihtimal derpiş edilmiştir: 1. Tebligat kanuni mümessili bulunanların şahıslarına değil, mümessillerine yapılacaktır. 2. Kanuni mümessili olmayıp da bulunması gerekenlere, meselâ, velisi bulunmıyan bir küçüğün vasisinin olması gerektiğine göre, evvelâ usulü dairesinde kanuni mümessil tâyini cihetine gidilecek ve tebligat kanuni mümessile yapılacaktır. 3. Eğer tebligat; kanunlara göre, mümessili bulunan bizzat şahsına yapılması icabederse, meselâ, temyiz kudretini haiz küçük veya mahcurların münhasıran şahsa merbut hakların istimali mevzuu bahsolursa, tebligat mümessile değil, onun temsil ettiği kimsenin adresine çıkarılır.' açıklamalarına yer verilmiştir.

15.06.1985 tarihli ve 18785 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 06.06.1985 tarihli ve 3220 sayılı 11.2.1959 Tarih ve 7201 Sayılı Tebligat Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun'un 5.maddesi ile7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinin birinci fıkrası; 'Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.' şekilde değiştirilmiş,

Değişikliğe ilişkin madde gerekçesi ise; '...Ceza 'Muhakemeleri Usulü Kanununun 'Kararların tefhim ve tebliği' başlığını taşıyan 33 üncü maddesinde, ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir. Görülüyor ki, her hükmün ilgiliye bildirilmesi, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ana ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu konuda çok hassas davranmış, ilgililerin kanunî haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür. Hal böyleyken, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun eski 124 üncü maddesinin mukabili olan Tebligat Kanununun 11 inci maddesinde geçen 'Vekil' kavramı çoğu zaman müdafi kavramıyla aynı mahiyette telâkki edilmekte, bu sebeple ceza yargılamasında, tebligat bakımından birbirinden farklı uygulamalara ve hatalı sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır. Bilindiği gibi, hukuk yargılamasındaki 'Vekil' ile ceza yargılamasındaki 'Müdafi' kavramları birbirinden farklıdır. Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatıyla hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer. Müdafi ise, sadece ceza davasında söz konusudur. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.12.1978 gün ve 427/507 sayılı kararında da belirtildiği üzere, duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır. Akıbeti de sanığın özgürlüğü veya malî durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır. Bu itibarla, ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafiine yapılan tebliği geçerli saymak adalet ilkeleriyle bağdaştırılamıyacak bir durumdur. İşte, yukarıda 'belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 inci maddenin birinci fıkrası yeniden düzenlenmiş ve ... Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmesine ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur.' olarak açıklanmıştır.

CMK'nın 'Kararların Açıklanması ve Tebliği' başlıklı 35. maddesi;

'(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.

(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.

(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır',

'Tebligat usulleri' başlığını taşıyan 37. maddesi ise; '(1) Tebligat, bu Kanunda belirtilen özel hükümler saklı kalmak koşuluyla, ilgili kanunda belirtilen hükümlere göre yapılır. ...'

Biçiminde düzenlenmiştir.

Gerek yukarıda yer verilen yasal düzenlemeler gerek bu düzenlemelerin tarihi süreç içinde geçirdiği değişiklikler ve gerekse anılan kanunların madde gerekçeleri birlikte değerlendirildiğinde şu sonuçlara ulaşılabilir:

1. Hem CMUK hem de CMK'da kararların tebliği usulüne dair doğrudan bir düzenlemeye yer verilmemiş ve fakat bu hususta önce hukuk muhakeme usullerinin tebligata dair olan hükümlerine, bilahare de 7201 sayılı Kanun hükümlerine atıf yapılmakla yetinilmiştir.

2. 7201 sayılı Kanunu yürürlüğe girene dek 1086 sayılı Kanun'un tebligata dair 124. maddesi gereğince 'vekil vasıtasile cereyan eden davalarda tebliğ behemehal vekile' yapılmıştır.

3. 19.02.1959tarihli ve 10139sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7201 sayılı Kanun'un 62. maddesi ile 1086 sayılı Kanun'un 81. maddesinin ikinci fıkrası ile 10. faslının birinci kısmı yürürlükten kaldırılmıştır.

4. 7201 sayılı Kanun'un meriyet kazandığı 19.02.1959 tarihinden, anılan Kanun'un 11. maddesini de değiştiren3220 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 15.06.1985 tarihine (CMUK'un 35. maddesini değiştiren 3206 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 21.05.1985 tarihi itibarıyla) kadar da 7201 sayılı Tebligat Kanun'unun 11. maddesinin ilk hâli gereğince 'vekil vasıtasiyle takibedilen işlerde tebligat vekile' yapılmıştır.

5. Böylece;

a. 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesini de değiştiren 3220 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 15.06.1985 tarihinden itibaren anılan madde, vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılacağına dair genel kuralın istisnasını; 'Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.' şeklinde sarahatle belirtmesine, işbu değişiklikle ilgili madde gerekçesinde de vekil/müdafi kurumlarının farkına da işaret edilerek; '... Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.12.1978 gün ve 427/507 sayılı kararında da belirtildiği üzere, duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır. Akıbeti de sanığın özgürlüğü veya malî durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır. Bu itibarla, ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafiine yapılan tebliği "geçerli saymak adalet ilkeleriyle bağdaştırılamıyacak bir durumdur. İşte, yukarıda 'belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 inci maddenin birinci fıkrası yeniden düzenlenmiş ve ...Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmesine ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur.' denilmesine,

b. CMUK'un 'Kararın tefhim ve tebliği' kenar başlıklı 33. maddesinin, alakadar tarafın gıyabında ittihaz edilen kararlarla ilgili; 'Diğer kararlar tebliğ olunur.' şeklindeki tebligatın muhatabının işaret edilmesi bakımından daha muğlak ve genel olduğu söylenebilecek ikinci fıkrasına karşılık gelen CMK'nın 'Kararların Açıklanması ve Tebliği' başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasının; 'Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.' hükmünün apaçıklığına, kararların öncelikle ve doğrudan 'ilgili'sinin sanık olduğunda ve müdafii olsa bile aynı Kanun'un 260. maddesinin 1. fıkrası gereğince ayrıca kanun yoluna başvuru hakkını kullanabileceğinde kuşku ve tartışma bulunmamasına, Hukuk Genel Kurulunun 10.07.1940 tarihli ve 7-75 sayılı İçtihadı Birleştirme kararının 1086 sayılı Kanun'un tebligata dair 124. maddesinin tatbik edildiği döneme ilişkin olarak alınmasına rağmen anılan maddede öngörülen; 'vekil vasıtasile cereyan eden davalarda tebliğ behemehal vekile yapılır.' amir hükmüne istinaden oluşan uygulama, zikredilen yasal değişiklikler göz ardı edilerek sürdürülegelmiştir.

6. a. Somut olay yönünden yargılama ve hüküm tarihi itibarıyla Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerce, gıyapta verilen hükmün kendisini bir müdafi aracılığıyla temsil ettiren sanığa da ayrıca tebliğinin zorunlu olmadığı kabul edilmekte iken Ceza Genel Kurulu 24.02.2022 tarihli ve 573-119 sayılı, 17.05.2023 tarihli ve 49-277 sayılı, 27.09.2023 tarihli ve 336-483 sayılı kararlarında, uygulamanın kanuni temelleri ile örtüşmeyen problemli yönüne işaret ederek sonuçları itibarıyla iş bu içtihatla aynı düşünceyi benimsemekle birlikte, gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmeyen sanığın, süresinde kanun yoluna başvurmayan müdafiine yapılan tebligat tarihine göre süresinden sonra verdiği kanun yolu başvuru dilekçesinin; CMK'nın 'Eski hâle getirme' kenar başlıklı 40. maddesi kapsamında, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hâle getirme isteminde bulunabileceğine (1. fıkra), kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi hâlinde de kişinin kusursuz sayılacağına (2. fıkra) ilişkin düzenleme gereğince eski hâle getirme talebi olarak kabul edilmesi gerektiği gerekçesine dayanmıştır. Oysa esasen yukarıda yapılan açıklamalar muvacehesinde kanun yoluna etkin başvuru hakkını kullanabilme bağlamında, kanunun amir hükmüne rağmen gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmediği için süresinde kanun yoluna müracaat edemeyen sanığın, kanunyolu süresini kaçırdığından bahsetme imkânı yoktur. Zira temyiz istemi süresi, CMK'nın 291. maddesinin 1. fıkrası uyarınca hükmün gerekçesiyle birlikte tebliğ edildiği tarihten başlayacağından, başlamayan sürenin kaçırılması mevzubahis olamaz. Gerekçeli kararın -sadece- müdafie tebliğ edilmiş olması da bu gerçeği değiştirmez.

b. Bir ceza yargılaması kurumu olarak müdafiin, ceza usul hukukumuz içindeki yerinin vekillikten farklı bir statü olarak belirlenmesi ve yargılama faaliyetinin doğası ile ilgili düzenlemeler itibarıyla savunmayı/sanığı temsil fonksiyonuna nazaran yardımcı rolünün baskın olması gerçeği de nazara alındığında, gerekçeli kararın sanığa tebliğinin sadece bilgilendirme amaçlı olduğuna ve buna başkaca anlam ve hukuki sonuç yüklenemeyeceğine dair bir yorum ve kabulün kanun yoluna etkin başvuru hakkının özüne yargı mercilerince yapılmış bir müdahale sonucunu doğuracağı açıktır.

7. Temyiz mahkemesi, karardaki tüm hukuka aykırılıkların bir defada tespit edilmesi suretiyle hukuk güvenliği ve kesin hükmün otoritesinin korunmasını teminen temyiz davasına konu kararın ilgililerine bildirilip bildirilmediğini denetlemekle yükümlüdür. Ancak Anayasa'nın 36 ve AİHS'nin 6. maddeleri ile Ek 7 numaralı Protokol'ün 'Cezai Konularda Temyiz Hakkı' başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrası gereğince kanun yoluna etkin başvuru hakkı bağlamında, 'mahkeme tarafından ceza gerektiren bir suç nedeniyle mahkûm edilen herkese, mahkûmiyetinin veya hükmolunan cezanın yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini sağlamak...' , devletin/yargı mercilerinin pozitif yükümlülüğü arasındadır. Bu cümleden olarak, usul hükümleri yorumlanırken, esas itibarıyla maddi gerçeğe ve adalete etkin ve makul sürede erişmekte bir vasıta olan normlara, bir değer olarak adalete ve nihayet mahkemeye erişim hakkının özüne müdahale oluşturacak bir anlam yüklemek kabul edilebilir bir yaklaşım olamaz. Yargılama faaliyetinin -bir bütün halinde- çatışan haklar arasında adil bir denge kurma sanatı olduğu da gözetilerek, yasada öngörülen usul ve şartlara uygun olarak müdafi tarafından yapılan kanun yolu başvurusu bulunan durumlarda, kural olarak makul sürede yargılanma ve/veya devletin davaları makul sürede ve en az masrafla sonuçlandırma görev ve hakları birlikte değerlendirildiğinde gerekçeli kararın sanığa da tebliğ edilmemesinin bir tevdi-mahalline iade sebebi yapılmasının maksada uygun düşmeyeceği açıktır. Burada belirleyici kriter, kanun yoluna başvuru hakkının olaysal olarak doğrudan ya da müdafii marifetiyle etkin biçimde kullanılıp kullanılmadığıdır.

8. Şu hâle göre, ceza yargılaması neticesinde verilen (gerekçeli) kararın, kural olarak hem ilgilisine/sanığa, hem de varsa müdafie ayrı ayrı tebliğ edilmesi gerekir. Müdafie tebliğ, her hâlükârda yasal zorunluluktur. Yasada öngörülen usul ve şartlara uygun olarak müdafi tarafından yapılan kanun yolu başvurusu bulunan durumlarda, kanun yoluna başvuru hakkının etkin biçimde kullanılmadığına dair yasal ve olgusal temellere dayanan bir itiraz bulunmadıkça ayrıca sanığa da tebliğe ihtiyaç yoktur. Ancak somut olayda da vuku bulduğu üzere, gerekçeli karar tebliğ edilen müdafiin, öngörülen usul ve şartlara uygun olarak kanun yolu başvurusunda bulunmadığı hâllerde gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmeyen sanığa da tebliğ mazbatası çıkarılarak kanun yolu süresinin, tebliğ tarihinden ya da kararı öğrendiğini beyan ettiği tarihten itibaren başlatılması gerekir.

Son olarak ifade etmek gerekir ki, 15.06.1949 tarihli ve 4-11 sayılı içtihadı birleştirme kararı da gözetildiğinde, yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalan içtihat değişikliklerinin kural olarak geriye yürümeyeceği, henüz kesin hükümle neticelenmemiş, devam eden yargılamalarda uygulanabileceği yönünde istikrar kazanan uygulamanın süreceğinde bir tereddüt bulunmamalıdır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Nitelikli hırsızlık suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin Kayseri 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 17.02.2021 tarihli ve 1441-396 sayılı hükmün, sanık ve müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesince 19.04.2021 tarih ve 1025-1048 sayı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği, gıyapta verilen hükmün yalnızca sanık müdafiine 26.04.2021 tarihinde tebliğ edildiği, müdafiin temyiz isteminde bulunmadığı, karar tarihi itibarıyla incelemeye konu suç yanında başkaca suçlardan da ceza infaz kurumunda bulunan sanığın bu kez 24.05.2021 tarihinde gerekçeli kararın kendisine tebliği üzerine 26.05.2021 tarihli dilekçesi ile hükmü temyiz ettiği, inceleme yapan Özel Dairece, sanığın temyiz isteminin süre yönünden reddine karar verildiği anlaşılan olayda sanığın 26.05.2021 tarihli temyiz isteminin süresinde olduğunun kabulü gerekir."

14. Genel Kurulun 14/9/2021 tarihli ve E.2021/6-13, K.2021/392 sayılı; 29/3/2023 tarihli ve E.2022/6-599, K.2023/192 sayılı; 27/9/2023 tarihli ve E.2023/6-336, K.2023/483 sayılı; 29/11/2023 tarihli ve E.2023/10-234, K.2023/633 sayılı ile 26/12/2023 tarihli ve E.2023/10-380, K.2023/707 sayılı kararlarının yanı sıra Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 15/3/2023 tarihli ve E.2022/13460, K.2023/1061 sayılı; 13/7/2023 tarihli ve E.2023/1486, K.2023/5066 sayılı kararları ile Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 20/6/2022 tarihli ve E.2022/13891, K.2022/3692 sayılı ve 5/10/2022 tarihli ve E.2022/23751, K.2022/5542 sayılı kararlarında da temyiz kanun yoluna başvuru süresinin başladığı tarihin belirlenmesi açısından somut olaylarda kararın sanıklara da tebliğ edilmesi veya bu tarihin kararın sanıklar tarafından öğrenildiğinin beyan edildiği tarih olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

B. Uluslararası Hukuk

15. İlgili uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Hüseyin Volkan Kurt [GK], B. No: 2019/42687, 8/3/2023, §§ 23-29.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Anayasa Mahkemesinin 14/1/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

17. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğunu belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay ([2. B.], B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

1. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

18. Başvurucu; mahkeme kararına karşı müdafiinin yanı sıra kendisinin de dilekçe göndermek suretiyle istinaf kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyduğunu, buna rağmen Daire kararının sadece müdafiine tebliğ edilmesi nedeniyle kararı öğrenemediğini, ilamın infazı kapsamında yakalandığı 30/6/2021 tarihinde bu karardan haberdar olduktan sonra yasal süre içinde (5/7/2021 tarihinde) temyiz kanun yoluna da başvurduğu hâlde Ceza Dairesince eski hâle getirme ve temyiz taleplerinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

19. Bakanlık görüşünde, konuya ilişkin mevzuat hükümleri ile yargısal kararlara değinilerek ihlal iddiaları değerlendirilirken bu hususların yanı sıra somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında bireysel başvuru formunda ileri sürdüğü iddialarını yinelemiştir.

b. Değerlendirme

20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun iddiaları adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

(1) Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

22. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "...ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti. [2. B.], B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

23. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen [2. B.], B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

24. Mahkeme kararlarının hukuka uygun olup olmadığına yönelik uyuşmazlığın çözümlenmek üzere bir yargı makamı önüne taşınması kanun yoluna başvurma olarak nitelendirilmektedir. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı bir mahkeme kararına karşı üst yargı yollarına başvurabilmeyi güvence altına almamakla birlikte gerek suç isnadına bağlı yargılamalarda gerekse medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise bu kanun yolları yönünden de adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin sağlanması gerekir (Hasan İşten [2. B.], B. No: 2015/1950, 22/2/2018, § 37).

25. İstinaf kanun yolu başvurusunun esastan reddine ilişkin Daire kararının1/6/2021 tarihinde başvurucunun müdafiine tebliğ edilip başvurucuya tebliğ edilmemesi ve temyiz süresinin bu tebligat işleminin yapıldığı tarihten başlatılarak başvurucunun 30/6/2021 tarihinde yakalanması üzerine kendisinin ve sonradan yetkilendirdiği müdafiinin Daire kararına yönelik yaptıkları 5/7/2021 tarihli eski hâle getirme ve temyiz taleplerinin Ceza Dairesince süre yönünden reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

(2) Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

26. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesi gözönünde tutulmalıdır.

27. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

28. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

(a) Kanunilik Ölçütüne İlişkin Genel İlkeler

29. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimini düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinde hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği temel bir ilke olarak benimsenmiştir (kanunilik şartına başka bağlamlarda dikkat çeken kararlar için bkz. Sevim Akat Eşki [1. B.], B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 36; Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, § 82; Hayriye Özdemir [2. B.], B. No: 2013/3434, 25/6/2015, §§ 56-61; Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş. [GK], B. No: 2014/19270, 11/7/2019, § 35; Hamit Yakut [GK], B. No: 2014/6548, 10/6/2021, § 76; Atilla Yazar ve diğerleri [GK], B. No: 2016/1635, 5/7/2022, § 100).

30. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan [2. B.], B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

31. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56; Tuğba Arslan, § 96; Fikriye Aytin ve diğerleri [1. B.], B. No: 2013/6154, 11/12/2014, § 34).

32. Kanunun varlığı kadar kanun metni ve uygulaması da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği ölçüde hukuki belirlilik taşımalıdır. Bir diğer ifadeyle kanunun niteliği de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri [1. B.], B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

33. Mahkemelerin yorumlarının ve uygulamalarının kanunun açık lafzıyla çeliştiği veya kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörülmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılması mümkündür (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Ziya Özden [1. B.], B. No: 2016/67737, 19/11/2019, § 59; Ramazan Atay [1. B.], B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29; Wısam Sulaıman Dawood Eaqadah [GK], B. No: 2021/2831, 15/2/2023, § 81). Dolayısıyla kanunilik ölçütü açısından Anayasa Mahkemesince yapılması gereken, incelemeye konu kuralların yargı organlarınca yapılan yorumlarının kişilerce öngörülebilecek belirlilikte olup olmadığının veya kanunun açık lafzıyla çelişip çelişmediğinin tespit edilmesidir (bazı eklemelerle birlikte bkz. Mehmet Demircioğlu [GK], B. No: 2020/35797, 14/9/2023, § 33).

(b) İlkelerin Olaya Uygulanması

34. Somut olayda Ceza Dairesi 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesi uyarınca temyiz süresinin Dairenin esastan ret kararının başvurucu müdafiine tebliğ edildiği 1/6/2021 tarihinde işlemeye başladığını değerlendirmiş, dolayısıyla karar kendisine tebliğ edilmeyen başvurucu ile vekâletname ile yetkilendirdiği diğer müdafiinin Daire kararına karşı 5/7/2021 tarihinde yaptıkları eski hâle getirme ve temyiz taleplerini süre yönünden reddetmiştir (bkz. § 8).

35. 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinde 3220 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikle o tarihte yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun kararların sanıklara tebliğ edilmesine dair hükümlerinin hangi nedenle tebligatın vekile yapılmasına dair genel kuraldan saklı tutulduğu hususuna, anılan Kanun'un Genel Kurul kararlarında da aktarılan gerekçesinde yer verilmiş, buna göre 3220 sayılı Kanun'la yapılan değişiklik gerekçesinde de ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görülmeyerek müdafiine yapılan tebligatı geçerli saymanın adalet ilkeleriyle bağdaşmayacağı vurgulanmıştır (bkz. § 13). Bundan hareketle Genel Kurul kararında da belirtildiği üzere 1412 sayılı Kanun'dan sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun'da da 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinde yer alan genel kuralın aksine kanun yolu başvuruları açısından kararların ilgililere de tebliğini öngören kurallar bulunduğuna dikkat çekilmelidir (bkz. § 9). Öte yandan kararların sadece müdafiye tebliğ edilip müdafinin yasal süre içinde temyiz kanun yoluna başvurmadığı ve sanıkların sonradan temyiz talebinde bulundukları durumlarda Yargıtay da içtihadında 3220 sayılı Kanun'un gerekçesiyle uyumlu olarak temyiz kanun yoluna başvuru süresinin başladığı tarihin kararın sanık tarafından öğrenildiği tarih olduğunu, bu bağlamda kararın sanığa da tebliğ edilmesi gerektiğini değerlendirmiştir (bkz. §§ 13,14).

36. Gelinen noktada 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk cümlesinde vekâletle takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılacağı belirtilmişse de aynı fıkranın dördüncü cümlesinde bu kuralın istisnası olarak kararların sanıklara tebliğini öngören 1412 sayılı Kanun hükümleri saklı tutulmuştur. Ayrıca anılan istisnanın getirildiği 3220 sayılı Kanun'un gerekçesinde kararların sanıklar yerine vekile tebliğiyle yetinilmeyeceği vurgulanmıştır. Buna ek olarak 1412 sayılı Kanun'dan sonra yürürlüğe giren, somut olaya dair muhakeme sürecinde ve hâlen yürürlükte olan 5271 sayılı Kanun'da da kararların ilgilisine tebliğini öngören düzenlemelere yer verilmiş ve yargısal içtihatlarda 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinin 3220 sayılı Kanun'un gerekçesiyle uyumlu olarak yorumlanıp kanun yolu başvurularına ilişkin süreler açısından kararların taraflara da tebliğ edilmesi gerektiği kabul edilmiştir (bkz. §§ 13,14).

37. Dolayısıyla 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesi, 3220 sayılı Kanun'la yapılan değişikliğin gerekçesi ile 5271 sayılı Kanun hükümleri ve Yargıtayın istikrar kazanan uygulaması birlikte değerlendirildiğinde ceza davalarında istinaf ve temyiz kanun yollarına başvuru sürelerinin başladığı tarihin belirlenmesi açısından kanun koyucunun iradesinin bu başvurulara konu kararı varsa müdafinin, vekilin yanı sıra asıl olarak ilgili tarafın da öğrendiği tarihin dikkate alınması yönünde olduğu anlaşılmaktadır. Buna karşılık somut olayda kanun yollarına başvuruyla ilgili kuralın Ceza Dairesince yapılan yorumunun kişilerce öngörülebilecek belirlilikte olmadığı ve kanunun lafzıyla çeliştiği görülmüştür. Bu durumda açık kanuni düzenleme, kanun gerekçesi ve Yargıtay içtihadına rağmen Ceza Dairesinin 5/7/2021 tarihinde eski hâle getirme ve temyiz talep edilen Daire kararına yönelik temyiz süresinin başvurucunun bu karar kendisine tebliğ edilmediği için kesinleşen hükmün infazı kapsamında yakalandığı 30/6/2021 yerine anılan kararın başvurucu müdafiine tebliğ edildiği 1/6/2021'de başladığına dair değerlendirmesi sonucu başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

38. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

39. Başvuruda mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden kararda varılan sonuç ve uygun görülen giderim dikkate alınarak muhakeme sürecinde uygulanan adli işlemler ve mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ve adil yargılanma hakkının makul sürede yargılanma hakkı dışındaki diğer güvencelerinin ihlal edildiğine ilişkin iddialar bakımından kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek olmadığına karar verilmesi gerekir.

2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları

40. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirtmiştir.

b. Değerlendirme

41. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK], B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Diğer İhlal İddiaları

42. Başvurucunun;

i. Suç isnadına bağlı tutulduğu muhakeme süreci itibarıyla kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının Mehmet Emin Kılıç ([2. B.], B. No: 2013/5267, 7/3/2014, §§ 19-32) ve Mehmet Şimşek ([1. B.], B. No: 2018/10953, 22/7/2020) kararları doğrultusunda süre aşımı; mahkûmiyete bağlı tutulduğu süreç yönünden kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının Ç.Ö. ([GK], B. No: 2014/5927, 19/7/2018, §§ 36-39) kararı doğrultusunda açıkça dayanaktan yoksun olması,

ii. Konutunda hukuka aykırı olarak arama yapılması, arama sırasında bulunan dijital materyallerin kopyası çıkarılmadan bu materyallere el konulması, kendisi dâhil hakkında benzer suçtan soruşturmalar yürütülen tüm kişilerin kişisel verilerinin depolanması, kamu görevinden çıkarılan ve gözaltına alınan kişilere dair listelerin aleni şekilde yayımlanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının Cemal Günsel ([GK], B. No: 2016/12900, 21/1/2021) kararı doğrultusunda açıkça dayanaktan yoksun olması,

iii. COVID-19 salgını sürecinde infaz kurumundan salıverilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının Bayram Gök ([2. B.], B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 20-24) kararı, hukuka aykırı olarak kamu görevinden çıkarılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının Remziye Duman ([2. B.], B. No: 2016/25923, 20/7/2017) kararı, soruşturma evresinde el konulan telefonunun verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının da Nuray Işık ([2. B.], B. No: 2014/7561, 28/9/2016, §§ 48-69) ve Mehmet Ali Aslan ([2. B.], B. No: 2013/2429, 30/3/2016) kararları doğrultusunda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. GİDERİM

43. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ile toplam 3.200,000 TL manevi ve tutar belirtmeksizin maddi tazminat talebinde bulunmuştur.

44. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerinin yapması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

45. UYAP'ta kayıtlı verilere göre başvurucu vekili 2021/34076 numaralı başvuru ile bu bireysel başvuruyla birleşen 2022/20563 numaralı bireysel başvuruda bulunduktan sonra avukatlık mesleğini bıraktığına, bu nedenle başvurucunun müdafiliğinden çekildiğine dair Mahkemeye 23/9/2023 tarihinde yazılı bildirimde bulunmuştur. Yine bu veriler uyarınca bireysel başvurularda bulunmasından sonra söz konusu vekilin önceden yazılı olduğu baro levhasından da silindiği anlaşılmaktadır. Buna karşın başvurucu; birleşen her iki numaralı bireysel başvuruda bulunurken ilgili avukatın hukuki yardımından yararlandığından 30.000 TL vekâlet ücretinin başvurucuya ödenmesine, bununla birlikte ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ve adil yargılanma hakkının makul sürede yargılanma hakkı dışındaki diğer güvencelerinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,

4. Diğer ihlal iddialarının kabul edilebilirlik kriterlerini karşılamaması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılması için Yargıtay 3. Ceza Dairesine iletilmek üzere Adana 11. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/247, K.2019/239) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

F. 30.000 TL vekalet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/1/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Kaynak:https://www.hukukihaber.net/aymnin-202134076-basvuru-numarali-karari