AYM'nin 2021/32488 başvuru numaralı kararı
Anayasa Mahkemesi'nin 16/9/2025 tarihli ve 2021/32488 başvuru numaralı kararı
|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
|
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
K. M.BAŞVURUSU |
|
(Başvuru Numarası: 2021/32488) |
|
Karar Tarihi: 16/9/2025 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
|
Üyeler |
: |
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
Selahaddin MENTEŞ |
||
|
İrfan FİDAN |
||
|
Muhterem İNCE |
||
|
Raportör |
: |
Abdurrahman Remzi AKPINAR |
|
Başvurucu |
: |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru; nafaka artırım davası sonucunda, elde ettiği gelirden daha yüksek miktarda nafaka ödemeye karar verilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile ortak velayet kararının kaldırılarak çocukları ile görüşmesinin kısıtlanması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
2. Başvurucu ve eşi 24/12/2018 tarihinde anlaşmalı olarak boşanmıştır. Boşanma kararında, müşterek çocukların velayetinin anneye bırakılmasına ve baba ile çocuklar arasında kişisel ilişki kurulmasına hükmedilmiştir. Bunun yanında müşterek çocuklar için aylık her birine 2.500 TL olmak üzere toplam 5.000 TL iştirak nafakası ödenmesine karar verilmiştir. Anılan karar 19/2/2019 tarihinde kesinleşmiştir.
3. Başvurucu 11/9/2019 tarihinde Aile Mahkemesi nezdinde velayetin değiştirilmesi ve iştirak nafakasının kaldırılması veya indirilmesi talebiyle dava açmıştır. Başvurucuya karşı ise boşandığı eşi tarafından iştirak nafakasının artırılması davası açılması üzerine Ankara 7. Aile Mahkemesi (Mahkeme) her iki davanın birleştirilmesine karar vermiştir. Mahkeme yargılama sürecinde diğer hususların yanında, tarafların ekonomik ve sosyal durumlarının araştırılması için ilgili kolluk birimine müzekkereler yazmış, başvurucunun üzerine kayıtlı şirketinin olup olmadığı hususu Ticaret Sicili Müdürlüğünden sorulmuştur. Öte yandan velayetin değiştirilmesi davası açısından tanık beyanları dinlenmiş, uzman raporu alınmış ve taraflara bu rapora karşı diyecekleri sorulmuştur. Alınan uzman raporunda çocukların velayetlerinin annede kalmaya devam etmesinin ve babayla kişisel ilişkilerinin daha sık ve uzun süreli olmasının çocukların yararına uygun olacağı belirtilmiştir.
4. Yargılama sonucunda Mahkeme 12/3/2021 tarihli ilamı ile ortak velayete ve iştirak nafakasının toplam 13.000 TL'ye yükseltilmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca her yıl Toptan Eşya Fiyat Endeksi (TEFE) / Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) oranında artış yapılmasına hükmetmiştir.
5. Başvurucu, bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvuru dilekçesinde, hükmedilen nafaka miktarının ödeme gücünün çok üzerinde olduğunu, eski eşinin de çalıştığını ve sürekli bir gelire sahip olduğunu, çocukların özel okula gittiğini, okul ücretlerini kendi babasının ödediğini ileri sürmüştür. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 30/6/2021 tarihinde Mahkeme kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Kararda, iştirak nafakasının aylık toplam 6.500 TL olarak belirlenmesine ve her yıl Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) oranında artış yapılmasına hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde öncelikle, boşanma tarihindeki şartların hâkimin sözleşmeye müdahalesini gerektirecek ölçüde bozulduğu hususunun kanıtlanmadığı, bu itibarla nafakaların indirilmesi şartlarının oluşmadığı belirtilmiştir. Devamında, tarafların tespit edilen sosyal ve ekonomik durumları, günün ekonomik koşulları, nafakanın niteliği, paranın alım gücü, iştirak nafakalarının kesinleştiği tarih ile eldeki dava tarihi (birleşen dava) arasında gerçekleşen ÜFE artış oranı gibi hususlar gözetilmek suretiyle hüküm altına alınan nafaka artırım miktarının yüksek olduğu sonucuna varılmıştır.
6. Bölge Adliye Mahkemesi kararında ayrıca, tarafların anlaşmalı boşanma sırasında ortak velayet talep etmediklerini, boşanma sonrası yaşanılan süreçte de ortak velayetin amacına uygun olarak davranmadıklarını, çocuklarla ilgili kararların alınma süreci ve çocuklarla ilgili konularda karşılıklı ve sağlıklı bir iletişimlerinin olmadığını, aralarında çok sayıda ceza soruşturmasının bulunduğunu belirtmiştir. Ayrıca ortak velayet kavramının gereği olan çocukların gelişim ve yararını gözeten bir tutumlarının bulunmadığını, aralarında ve hatta tarafların kendi aileleri arasında var olan çatışmaların çocuklara yansıdığını, bu çatışmaların boşanmadan sonra da artarak devam ettiğini, bundan sonraki süreçte sonlanacağına dair dosyaya yansıyan bir tespitin de olmadığını ifade etmiştir. Bunun yanında, tarafların ortak velayet taleplerinin de bulunmadığı, sosyal inceleme raporunda da ortak velayetin gerekliliğine ilişkin belirlemenin yapılmadığı vurgulanarak somut şartlarda ortak velayet düzenlemesinin çocukların üstün yararı ilkesine uygun olmadığı kanaatine ulaşılmıştır.
7. Başvurucu, nihai kararı 13/7/2021 tarihinde öğrenmiş ve 11/8/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
8. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
II. DEĞERLENDİRME
A. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
9. Bir bankanın yönetim kurulu üyesi olan başvurucu, tek gelirinin aylık 6.235 TL'lik huzur hakkı olduğunu ve 2017 yılından itibaren özel bir hastanede kanser tedavisi gördüğünü belirtmiştir. Başvurucu; her iki çocuk için aylık toplam 6.500 TL iştirak nafakası miktarının ödeme gücünün üzerinde olduğunu, gelir durumu hususunda eksik değerlendirme yapıldığını belirterek maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; mevcut başvuruda Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu; bu görüşe karşı önceki beyanlarını tekrar etmiştir.
10. Başvurucunun şikâyetleri, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmiştir.
11. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri [2. B.], B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51). Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da belirtilen haklara saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, §§ 36, 40).
12. Devletin söz konusu pozitif yükümlülüğü etkili mekanizmalar kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal prosedürleri sağlamak, bu suretle yargısal ve idari makamların bireylerin idare ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermelerini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (Semra Özel Üner [1. B.], B. No: 2014/12009, 26/10/2016, § 36).
13. Bu bağlamda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Bunun yanı sıra derece mahkemelerinin kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda takdir yetkilerini kullanırken tarafların çatışan menfaatleri arasında adil bir denge sağlayıp sağlamadıklarının belirlenmesi gerekmektedir. Bu adil dengenin kurulup kurulmadığının denetiminde derece mahkemelerinin ortaya koyduğu gerekçeler büyük önem taşımaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Marcus Frank Cerny, § 73; T.A.A. [2. B.], B. No: 2014/19081, 1/2/2017, § 99; Fındık Kılıçaslan [1. B.], B. No: 2015/97, 11/10/2018, § 53).
14. Anayasa Mahkemesi, somut başvuruyla aynı konuyu değerlendirdiği İbrahim Acar kararında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenip yüklenmediğinin anlaşılabilmesi için tarafların ekonomik durumlarının tam olarak ortaya konulabilmesinin önemine işaret etmiştir (İbrahim Acar [1. B.], B. No: 2016/3140, 7/11/2019, § 32). Bu kapsamda, başvurucunun aylık gelirinin nafaka miktarından düşük olduğuna ilişkin iddiasının maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet bakımından sonuca etkili bir unsur olduğunu kabul etmiştir. Derece mahkemelerinin kararlarının söz konusu iddialara cevap verecek nitelikte gerekçe içermemesi nedeniyle usule ilişkin güvencelerin yerine getirilemediği sonucuna varmıştır (İbrahim Acar, § 34).
15. Somut olayda başvurucu, daha önce iki çocuğu için aylık toplam 5.000 TL iştirak nafakası ödemekte iken yargısal süreç sonunda bu tutar 6.500 TL'ye yükseltilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi bu sonuca ulaşırken ilk olarak, nafakanın kaldırılmasını ya da indirilmesini gerektiren koşulların oluşup oluşmadığını incelemiştir. Ayrıca Bölge Adliye Mahkemesi bu nafaka miktarını belirlerken ÜFE oranını dikkate aldığını ifade etmiştir (bkz. § 5). Bu bağlamda, iradın arttırılması veya azaltılması için ya tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu zorunlu kılması gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca takdir edildiği tarihe göre olağanüstü bir değişiklik olmadığı sürece, nafakanın en azından ÜFE oranında artırılması ve böylece taraflar arasında önceki nafaka takdirinde sağlanan dengenin korunması gerektiğine vurgu yapmıştır. Sonuç olarak, anlaşmalı boşanma tarihindeki şartların hâkimin sözleşmeye müdahalesini gerektirecek ölçüde bozulduğu hususunun kanıtlanmadığı, bu itibarla nafakaların indirilmesi şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle iştirak nafakalarının indirilmesine yönelik talebin reddedildiği görülmektedir.
16. Dolayısıyla, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından çok yönlü bir değerlendirme yapılarak ve hakkaniyet ilkesi dikkate alınarak bir sonuca ulaşıldığı anlaşılmaktadır (bkz. § 5). Bir diğer ifadeyle, Bölge Adliye Mahkemesince tarafların maddi ve sosyal durumları ile mevcut ekonomik koşullar gözetilerek bir sonuca varıldığı ve iddiaların yeterli ve ilgili gerekçeyle karşılandığı sabittir. Bu noktada, başvurucunun 2017 yılından itibaren özel bir hastanede kanser tedavisi gördüğü iddiasını Bölge Adliye Mahkemesi önünde dile getirmediği hususunun da gözardı edilmemesi gerekmektedir.
17. Bu bağlamda yargılama bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde sonuç olarak, Bölge Adliye Mahkemesinin takdir yetkisini kullanırken tarafların çatışan menfaatleri arasında adil bir denge gözetmediği veya sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca yol açtığı söylenemez. Bununla birlikte başvurucunun usule ilişkin güvencelerden etkili bir biçimde yararlandırıldığı dikkate alındığında anılan hak yönünden açık ve görünür bir ihlalin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
18. Açıklanan gerekçelerle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Aile Hayatına Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
19. Başvurucu, ilk derece mahkemesi tarafından verilen ortak velayet kararının Bölge Adliye Mahkemesi tarafından kesin olarak kaldırıldığını ve çocukları ile görüşmesinin kısıtlandığını belirterek ailenin korunması ve çocuk haklarının ihlal edildiğini iddia etmektedir. Bakanlık görüşünde; mevcut başvuruda Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu; bu görüşe karşı önceki beyanlarını tekrar etmiştir.
20. Başvurunun iddialarının özünün ortak velayetin kaldırılmasına yönelik olduğu anlaşılmakla başvuru, aile hayatına saygı hakkı kapsamında incelenmiştir.
21. Anayasa Mahkemesi ortak velayete ilişkin hususları değerlendirdiği Hilal Erdaş kararında, ilgili mevzuat ve Yargıtay içtihadını da gözeterek öncelikle tarafların bu konudaki taleplerini, aralarındaki uyuşmazlığın boyut ve kapsamını ve çocuğun üstün yararını önemsemiştir (Hilal Erdaş [1. B.], B. No: 2018/27658, 6/10/2021, §§ 38-49). Bu bağlamda anılan kararda, velayet ve kişisel ilişki tesisine ilişkin davalarda asıl amacın tarafların iddiaları ile mevcut deliller değerlendirilmek suretiyle çocuğun üstün yararına olanın belirlenmesi olduğu hatırlatılmalıdır. Zira çocuğun üstün yararı çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde ve kararlarda gözetilmesi gereken bir ilkedir. Bu ilke gözetilerek kamu makamlarının çocuğun üstün yararını daima dikkate alarak ve ebeveyn ile çocuğun menfaatleri arasındaki adil dengeyi gözeterek karar vermeleri gerekmektedir. (Ayşegül Pervane [2. B.], B. No: 2017/37155, 30/9/2020, § 37; Bahadır Üney ve diğerleri [GK], B. No: 2018/4453, 10/3/2022, § 56). Bu bağlamda ilgili içtihat kapsamında çocuğun üstün yararına aykırılık teşkil etmemesi hâlinde velayetin ebeveyn tarafından ortak kullanılmasının -somut olayın koşullarına göre- aile hayatına saygı hakkına ilişkin anayasal güvencelere uygun olacağı söylenebilir. Bununla birlikte taraflar ile doğrudan temas hâlinde bulunan derece mahkemelerinin anılan ilke kapsamında olayın koşullarını değerlendirmek açısından daha avantajlı konumda bulunduğu açıktır (Hilal Erdaş § 48).
22. Ancak çocuğun üstün yararının ne olduğuna ilişkin tespit yapan derece mahkemelerinin takdir yetkilerini makul bir şekilde kullanıp kullanmadıkları hususunu değerlendirecek olan Anayasa Mahkemesi, bu bağlamda velayetin ortak kullanımını haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığını ve anayasal güvencelerin gözetilip gözetilmediğini incelemek durumundadır. Bu kapsamda ortak velayetin çocuğun yararına olduğunun derece mahkemeleri tarafından bilimsel görüş ve raporlar gibi yeterli ve objektif verilere dayandırılması, ebeveynlerin ve dinlenilebilecek yaşta ise çocuğun beyanına başvurulması önem arz etmektedir. Bununla birlikte velayetin ortak kullanımı konusunda taraflar arasında ihtilaf bulunup bulunmadığının gözetilmesinin -Yargıtayın ilgili içtihadı da dikkate alındığında- somut olayın koşullarına göre hem çocuğun üstün yararına olanın tespitinde hem de uygulamanın sürdürülebilirliğinin sağlanmasında gerekli olduğu söylenebilir (Hilal Erdaş, § 49).
23. Somut olayda başvurucu, müşterek çocukların velayetleri kendisinde bulunan eski eşi aleyhine velayetin değişikliği davası açmıştır. Yargılama esnasında Mahkeme tarafından aldırılan uzman raporunda çocukların annenin yanında kalmalarının ve başvurucu ile aralarında bulunan kişisel ilişkinin güçlendirilmesinin uygun olacağı belirtmiştir (bkz. § 3). Yargılama sonucunda ise Mahkeme ortak velayete karar vermiştir. Ancak Bölge Adliye Mahkemesi anılan kararı kaldırarak davayı reddetmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararında, tarafların anlaşmalı boşanma sırasında ortak velayet talep etmediklerini belirterek boşanma sonrası yaşanılan süreçte de ortak velayetin amacına uygun olarak davranmadıklarını ve dolayısıyla ortak velayet düzenlemesinin çocukların üstün yararı ilkesine uygun olmadığını ayrıntılı olarak ifade etmiştir (bkz. § 6).
24. Bu bağlamda Bölge Adliye Mahkemesinin ortak velayete ilişkin hususu değerlendirirken tarafların bu yönde bir taleplerinin bulunmadığına ve sosyal inceleme raporunda da ortak velayetin gerekliliğine ilişkin belirlemenin yapılmadığına vurgu yaptığı açıktır. Bununla birlikte tarafların aralarındaki çatışmaların artarak devam etmesi ve bu çatışmaların çocuklara da yansıdığı özellikle belirtilmiştir. Dolayısıyla ortak velayet kararının mevcut şartlarda çocukların üstün yararına uygun olmadığı sonucuna ulaşılmış olduğu görülmektedir. Bunun yanında çocukların yararına olan hususlar tespit edilirken bulundukları ortamın fizyolojik ve psikolojik gelişimlerine olası etkilerinin gerekçede belirtildiği (bkz. § 6), böylelikle somut olaya ve aile hayatına saygı hakkına uygun, ilgili ve yeterli gerekçenin ortaya konulduğu söylenebilir.
25. Ayrıca Bölge Adliye Mahkemesi, başvurucu ile çocuklar arasındaki mevcut kişisel ilişki kararlarının kaldırılmasına veya sınırlandırılmasına yönelik bir karar vermemiştir. Diğer bir ifadeyle, anlaşmalı boşanma davası sonucunda üzerinde uzlaşılan zaman ve sürelerde başvurucu ile çocuklar arasında tesis edilen kişisel ilişki kararları da devam etmektedir. Öte yandan başvurucunun her zaman velayetin değiştirilmesi veya kişisel ilişkinin yeniden tesisi amacıyla dava açabileceği, bu davada da çocuklarla kişisel ilişkisinin düzenlenmesini ve velayetinin kendisine verilmesini talep edebileceği açıktır.
26. Bu bağlamda başvuruya konu edilen yargılama bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Bölge Adliye Mahkemesince yapılan değerlendirmelerin bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içermediği görülmektedir. Bunun yanında başvurucunun aşamalarda delillerini sunduğu, kendisini vekille temsil ettirdiği, iddiada bulunma ve savunma haklarını herhangi bir engellemeyle karşı karşıya kalmadan kullandığı, dolayısıyla yargılamalarda usule ilişkin güvencelerin sağlandığı, devlete yüklenen pozitif yükümlülüklerin yerine getirildiği, mahkemelerin kararlarında ilgili ve yeterli gerekçenin bulunduğu sonucuna varılmıştır.
27. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/9/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.