AYM'nin 2021/24598 başvuru numaralı kararı
Anayasa Mahkemesi'nin 25/6/2025 tarihli ve 2021/24598 başvuru numaralı kararı
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
İKİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
MUZAFFER KAL BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2021/24598) |
Karar Tarihi: 25/6/2025 |
İKİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
Başkan |
: |
Basri BAĞCI |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
Rıdvan GÜLEÇ |
||
Kenan YAŞAR |
||
Ömer ÇINAR |
||
Raportör |
: |
Mutlu ALAF |
Başvurucu |
: |
Muzaffer KAL |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, vakıf mütevellisinin vakfı zarara uğrattığının tespiti ve zararın tazmin edilmesi talebiyle açılan davanın esası incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucu, ilk olarak Nakibül Eşref Esseyit Elhaç İbrahim Efendi-Nakiboğlu Vakfının (Vakıf) evladı olduğunun tespiti için dava açmıştır. Konya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davada 19/12/2013 tarihli kararla başvurucunun Vakfın 7. batından evladı olduğunun tespitine karar verilmiştir. Bu karar Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 25/11/2014 tarihli kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi reddedilmiştir.
3. Başvurucu daha sonra vakıf mütevellisinin vakfı zarara uğrattığı iddiası ile zararın tespiti ve tazmini için mütevelli olan A.B.Ö. ve Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 2/5/2018 tarihinde dava açmıştır. Konya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada 13/12/2018 tarihli kararla davanın aktif husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesinde 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 10. maddesine atıfta bulunarak bu madde gereğince vakıf yöneticilerinin sorumluluğunun tespitinin ve görevden alınmasının meclisin vereceği karar ve denetim makamının başvurusu üzerine yapılabileceğine işaret etmiştir. Devamında bunun sonucu olarak başvurucunun tek başına dava açma ehliyetinin bulunmadığı tespitini yapmıştır. Başvurucu, bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
4. Konya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi (Daire) 27/2/2019 tarihli kararı ile istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Daire gerekçesinde 5737 sayılı Kanun'un 10. maddesine değinmiş ve bu davayı ayrı tüzel kişiliği olan vakfın açabileceğinin tespitini yapmıştır. Zararın tespiti talebi ile ilgili olarak ise yine 5737 sayılı Kanun'un 10. maddesinde böyle bir zarar tespit davasına ilişkin hüküm olmadığı, söz konusu talep vakfa zarar verildiği iddiası olarak değerlendirilse bile vakıf tüzel kişiliğine zarar verildiği iddiasına dayalı davanın tüzel kişinin kendi adına açılması gerektiği değerlendirmelerini yapmıştır. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 15/2/2021 tarihinde anılan kararı onamıştır.
5. Başvurucu, nihai hükmü 7/4/2021 tarihinde öğrendikten sonra 20/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
6. Başvurucu; Osmanlı döneminden beri hukuki yararı olan evlatlara dava açma hakkının verildiğini, 5737 sayılı Kanun'un 10. maddesi ile bu hakkın vakıflar meclisine devredildiğini, bu nedenle de dava açma hakkının yalnızca Vakıflar Genel Müdüründe olduğunu, mütevellilere açılan tüm davaların dava şartı yokluğundan reddedildiğini iddia etmiştir. Ayrıca vakıf mütevellisinin 8. batından vakıf evladı olduğunu, kendisinin ise 7. batından vakıf evladı olduğunu, mütevellinin yaptığı işlemlerin hukuka aykırı olduğunu, bu kararların iptali isteminin dikkate alınmadığını, bu hususların hak arama hürriyetini ve eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
7. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; ileri sürülen hususların kanun yolu şikâyeti olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini, yargılama mercilerinin mevzuata uygun olarak karar verdiğini, Vakıflar Genel Müdürlüğünün Bakanlığa gönderdiği yazıda mütevellinin vakfı zarara uğratmadığının tespit edildiğinin bildirildiğini beyan etmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
8. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan [1. B.], B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun ihlal iddialarının mahiyeti gereği mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
9. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelir. Dava açmak isteyen kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmadığı müddetçe dava açma koşullarına sınırlamalar getirilebilir (Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. [1. B.], B. No: 2012/855, 26/6/2014, § 36).
10. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte sınırlandırmanın kanuna dayanması, meşru amacının bulunması ve ölçülü olması gerekir (Serkan Acar [1. B.], B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).
11. Ehliyet kavramı, taraf ehliyeti ve dava ehliyeti kurumlarını kapsamaktadır. Öğretide ve uygulamada birleşildiği üzere dava ehliyeti; gerçek ve tüzel kişilerin medeni hakları kullanma yeterliğinin usul hukukunda somutlaşması, biçime dönüşmesidir. Taraf ehliyeti ise davada bir yan olma yeterliğini anlatır ve medeni haklardan yararlanma yeterliğinin usul hukukunda biçimlenişidir (AYM, E.1987/30, K.1988/5, 15/3/1988).
12. Açılan davanın başvurucunun dava açma ehliyeti olmadığı gerekçesiyle Mahkeme tarafından reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama şartlarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
13. Mahkemenin aktif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddi kararını 5737 sayılı Kanun'un 10. maddesine dayandırdığı, dolayısıyla yapılan müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşıladığı görülmektedir.
14. Dava ehliyeti bulunmayan kişilerin dava açamamaları yargının gereksiz bir biçimde meşgul edilmesini önleyerek kamu yararını sağlamak amacıyla bir usul kuralı olarak düzenlenmiştir. Somut olayda usul kurallarını yorumlayan Mahkeme ve Dairenin dava konusu taleplerle ilgili olarak başvurucunun dava ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın esasını incelememesinin yukarıda değinilen kamu yararının gerçekleştirilmesine yönelik meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Tasfiye Halinde Domino Medya Bil. İlt. Rek. Yayın İnş. Tic. Ltd. Şti. [2. B.], B. No: 2016/14948, 26/2/2020, §§ 49, 51).
15. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri [1. B.], B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38; Emrah Yayla [GK], B. No: 2017/38732, 6/2/2020, § 68).
16. Somut olayda başvurucu, vakıf mütevellisinin vakfı zarara uğrattığı iddiasıyla zararın tespiti ve tazmini için dava açmıştır. Davası aktif husumet yokluğundan reddedilmiştir. Başvurucu, vakıf evladı olarak dava açma ehliyetinin olduğunu iddia etmektedir.
17. 5737 sayılı Kanun'un 10. maddesinin birinci fıkrasında, vakıf yöneticilerinin vakfın amacına ve yürürlükteki mevzuata uymak zorunda olduğu hüküm altına alınmıştır. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise bu zorunluluğa uymayanlar ile aynı fıkrada bentler hâlinde sayılan eylemleri gerçekleştiren vakıf yöneticilerinin vakıflar meclisinin vereceği karara dayalı olarak denetim makamının başvurusu üzerine mahkeme kararıyla görevlerinden alınabileceği öngörülmüştür.
18. Daire; davanın 5737 sayılı Kanun'un 10. maddesine dayanılarak açıldığı, 5737 sayılı Kanun'un 10. maddesinde zarar tespiti davasına ilişkin bir hüküm olmadığı gibi başvurucunun talebi vakfa zarar verildiği iddiası olarak değerlendirilse bile Vakıf tüzel kişiliğine zarar verildiği iddiasına dayalı davayı tüzel kişinin kendi adına açması gerektiği gerekçesine dayanmıştır. Somut olayda başvurucu davayı kendi adına, mütevelli ve Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine açmıştır. Davanın konusu ise zarar tespiti ve zararın tazminine ilişkindir. Başvurucu her ne kadar mütevellinin kararlarının iptaline ilişkin taleplerinin dikkate alınmadığını ileri sürmüşse de dava dilekçesinde ve dilekçenin talep sonucunda buna ilişkin bir istemi bulunmamaktadır.
19. Söz konusu Kanun hükmü gözetildiğinde vakfın ayrı bir tüzel kişiliği bulunmakta olup vakıf aleyhine bir zarar meydana geldiği takdirde, bu zararın tazminini isteme hakkı da yine bu davayı açmakta menfaati bulunan tüzel kişiliğe sahip olan vakfa aittir. Aksi yorumda, üçüncü kişinin vakfın zarara uğratıldığını belirterek tazminat davası açması hâlinde mahkeme tarafından işin esasına girilerek zararın tazminine karar verilmesi durumunda, mahkeme kararı ile hak sahibi olmayan bir kişi lehine hüküm tesis edilmesi sonucu doğabilecektir. Bu itibarla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
20. Açıklanan gerekçelerle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Kenan YAŞAR bu sonuca katılmamıştır.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Kenan YAŞAR'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 25/6/2025 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvuru, başvurucunun, evladı olduğunu kesinleşmiş yargı kararıyla tespit ettirdiği Nakibül Eşref Esseyit Elhaç İbrahim Efendi – Nakiboğlu Vakfının zarara uğratıldığını ileri sürerek açtığı zarar tespiti ve tazmini istemli davasının, aktif dava ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle esasa girilmeksizin reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
2. Mahkememiz çoğunluğu, başvurucunun dava konusu talebinin vakıf tüzel kişiliğine ait bir hakka ilişkin olduğunu, dolayısıyla yalnızca vakfın bu davayı açabileceğini belirterek başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Aşağıda açıklanan gerekçelerle bu sonuca iştirak edilmemiştir.
3. Başvurucu, Konya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, Nakibül Eşref Esseyit Elhaç İbrahim Efendi – Nakiboğlu Vakfının yedinci batından evladı olduğunun tespitine karar verilmesini sağlamış; bu karar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir.
4. Başvurucu, devamında vakıf mütevellisinin vakfı zarara uğrattığını ileri sürerek, mütevelli A.B.Ö. ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine tespit ve tazminat davası açmıştır. Ancak derece mahkemesi, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca bu tür davaların yalnızca vakıf tüzel kişiliği tarafından açılabileceği gerekçesiyle davayı aktif husumet yokluğundan reddetmiş; bu karar istinaf ve temyiz mercilerince de onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu bireysel başvurusunu süresinde, 20/4/2021 tarihinde yapmıştır.
5. Başvurucu, kesinleşmiş mahkeme kararıyla vakfın yedinci batından evladı olarak tanınmıştır. Bu statü, başvurucunun vakıfla ilgili tasarruflar bakımından hukuki yarar ve kişisel menfaat sahibi olduğunu göstermektedir. Vakıf evladı sıfatı, özellikle Osmanlı döneminden miras kalan evladiyye vakıflarında, vakfın amacına uygun hareket edilip edilmediğini gözetme ve denetleme yönünde tarihsel ve kişisel bir sorumluluğu da beraberinde getirir.
6. Başvurucunun, vakıf mütevellisinin vakfı zarara uğrattığını ileri sürerek zarar tespiti ve tazminine yönelik açtığı dava, yalnızca soyut ve kamusal nitelikte bir denetim istemi değil; kişisel statüye dayalı özel bir menfaat ilişkisi kapsamında yapılan bireysel bir başvurudur. Bu çerçevede, başvurucunun dava açma hakkının tümden reddedilmesi, davanın esasına girilmeksizin dışlanması, mahkemeye erişim hakkı bakımından ölçülülük ve hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
7. 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesi, vakıf yöneticilerinin görevlerini kötüye kullanmaları hâlinde, Vakıflar Meclisinin kararı ve denetim makamının başvurusu üzerine, bu kişilerin görevden alınmalarına ilişkin usulî hükümler içermektedir. Ancak ilgili madde, vakfın zarara uğraması hâlinde bu zararın tespiti ve tazmini için yalnızca vakıf tüzel kişiliğinin dava açabileceğini açık ve özel olarak düzenlememektedir.
8. Bu durumda, açıkça düzenlenmemiş bir konuda yalnızca tüzel kişinin dava açabileceği yönündeki yorumun benimsenmesi, Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen kanunilik ilkesini zedeleyici nitelik taşımaktadır. Temel hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamaların, açık, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerine dayanması gerekir. Vakıf evladı sıfatına sahip bir kişinin, vakfın zarara uğratıldığını ileri sürerek dava açmasının mutlak biçimde engellenmesi sonucunu doğuran bir yorum, öngörülebilirlik ve belirlilik ilkeleriyle bağdaşmaz.
9. Vakıf evladı, yalnızca vakıf gelirinden pay alan pasif bir hak sahibi değil; vakfın tarihî sürekliliğini temsil eden, vakıf amacına aykırı tasarruflara karşı kurumsal ve ahlaki denetim sorumluluğu taşıyan bir statünün sahibidir. Vakıf evladı sıfatının temel kaynağı vakfiyedir. Vakfiyelerde vakıf evlatlarına mütevelli olma, nezaret etme, vakıf yönetimini denetleme gibi yükümlülük ve yetkiler tanınmış olabilir. Bu düzenlemelerden doğan soy bağını esas alan statü, medeni hukukta korunan kişisel menfaat kavramı ile uyumludur.
10. Vakıf evladının menfaati sadece ekonomik değil, aynı zamanda manevi, tarihî ve ailevi bağlarla şekillenir. Mütevellinin kendi lehine tasarruflarda bulunması, vakıf mallarının amacı dışında kullanılması veya vakfın fonksiyonlarını yitirmesi gibi durumlarda vakıf evladının kişisel menfaati doğrudan etkilenmiş sayılır. Gelir payı almasa dahi, vakfın yaşaması, vakfiyeye sadakatle yönetilmesi ve kamuya yarar sağlama amacının korunması gibi gayeler çerçevesinde hukuken korunabilir bir ilgisi vardır.
11. Nitekim, Anayasa Mahkemesinin ve Danıştay’ın çeşitli kararlarında benimsendiği üzere, kişisel menfaat yalnızca parasal çıkara indirgenemez. Bu yönüyle başvurucunun dava açma ehliyeti, açık bir norm tarafından değilse de vakfiyeye dayalı statü, tarihî bağ ve meşru menfaat ilişkisi çerçevesinde tanınmalıdır.
12. Açıklanan nedenlerle, 5737 sayılı Kanun’un 10. maddesinden başvurucunun mahkemeye erişim hakkını kategorik olarak dışlayacak şekilde bir sınırlama çıkarılamaz. Aksi takdirde anılan madde, mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılmasına ilişkin kanunilik ölçütünü karşılamadığı gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı hâle gelir.
13. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı, yalnızca adli yollara başvurma hakkı değil, aynı zamanda etkili ve makul bir yargısal inceleme yapılması hakkını da içermektedir. Bu hak, yalnızca şekli usule dayalı gerekçelere dayanılarak işlevsiz hâle getirilemez.
14. Sonuç olarak, başvurucunun kişisel menfaati ve statüsü dikkate alınmaksızın, davanın esası incelenmeden reddedilmesi suretiyle Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı, ihlal edildiği kanaatine varılmış olup Mahkememiz çoğunluğunun aksi yöndeki kararına iştirak edilmemiştir.
Üye Kenan YAŞAR |